Devlet Olmadan Allah’ın Hükümleri Uygulanamaz mı?

Devlet Olmadan Allah’ın Hükümleri Uygulanamaz mı?

İslam hukuku sadece devletle uygulanabilir bir şey değil. Buna dikkat etmek lazım. Devlet bir güçtür, imkândır ama kendi içinde İslam hukukuna göre örgütlenmiş cemaat de bir anlamda devlettir. Bunu gerçekleştirenler devlet olduklarında da benzer davranırlar. Toplum İslam’ı isteyecek diye bir kural yok. Nitekim Medine’de toplumun çoğu İslam devletini istememişti. Yahudiler ve müşrik Araplar sayıca çoğunluktaydılar. Onlara rağmen Hz. Peygamber devleti kurdu. Bu önemli. Devlet olduğunuzda nasıl hükmettiğiniz de önemli, bu iki.
“Bir toplum değişmedikçe…” ayeti, olumsuz anlamda değişen bir toplumdan söz ediyor. Nasıl devlet olunacağını değil. Aksi yöndeki yorumlar Cevdet Said’in kazığı. Bu düşünce Nurculuk fikriyatında da var. Çoğunluk olmalı falan filan. Cevdet Said en sonunda bireyselleşip ineğini aldı ve çöle gitti. Hz. Peygamber öyle yapmamıştı oysa.
Bugün dünyanın neredeyse tüm devletlerinde azınlık olanlar devlettirler. Demokrasi oyunu bunu gizleyen bir siyasettir. Güya çoğunluk iradesine göre iktidar olunur. Ancak unutmayalım ki, devlet başka iktidar başkadır. Devlet, bu işi bilenlerin işidir ve her daim azınlık bir gruptur bunlar.
Ayetleri bağlamıyla, siyak ve sibakıyla okuduğunuzda göreceksiniz, bizim memlekette Cevdet Said’in anlayışı yaygın kabul gördüğü için biz böyle düşünüyoruz. Bireysel ve toplumsal değişmenin yasaları onun anlattığı gibi değil, Said, Batı’dan devşirme sosyolojik kaideyi İslam’a uyarlamış.
Bizde elit, şehirli manasındadır. Batı’da ise bu, sınıfsal bir yapıdır. Bu farka dikkat edelim. Kaldı ki, şöyle bir durum var; Batı’da burjuva, Doğu’da ise tüccar sınıfı devlet kuruyor. İbn-i Haldun’un “kabile asabiyesi” dediği şey de, güçlü ve yetenekli kabilenin işe el atmasıyla açıklanmış. Dört Halife’ye dikkat etmeli. Yetenekli ve becerikliler. Muaviye de tersinden yetenekli biri. Bununla işi bilmenin öneminde dikkat çekmek istiyorum.
Adaletli olmak ya da olmamak başka bir bahis ama devlet denince teorik düşünme işi çözmez. Bugün yeryüzünde 1,6 milyar Müslüman var. Kur’an da ellerde. Peki, nerede bu İslam devleti? Niye kurulamıyor? Bir sürü değişik kavim var oysa. Başka sebepler de sıralanabilir ama bu taraftan da bakmak lazım.
İlginç gelebilir, Medine ahalisiyle Mekke ahalisi bu konuda farklıdır mesela. Kureyş ile Ensar aynı değil bu meselede. Nitekim bakıldığında saltanat dahi olsa Mekkeliler bu işte öncüler. Şimdilerde bunu demokratik değerlendirmeyle eleştirel olarak açıklamaya çalışıyorlar ama bu son derece yanlış bir yaklaşım. Kureyş’in farklı özellikleri ihmal edilemez. Konu uzun.
Kur’an’ı, mesajı, dini taşıyabilme özellikleri önemli. İnsanlar bu konuda aynı değiller. Elit, aristokrat vs. demek istemiyorum ama gerçeği görmek lazım diyorum. Donanım, tecrübe, birikim, öngörü, zamanında hareket, yetişilen çevre, kapasite vs. dikkate alınmalı.
Maneviyat, ruhaniyat ve ahlakiyat ayırımı bize ait değil. Dünya hayatı maddî temeller, ilişkiler de tercihler üzerine yürür. Toplum, hukuk kurallarıyla birleşir, bütünleşir, işlerini görür. Bu, âlimler olmayacak manasında değildir. Bizde âlim geleneği, saltanata çevrilmiş devletten uzak duran, devlete hak ve adalet tavsiyesi yapan bağımsız müçtehitlerdir. Devleti dönüştürmeye çalışanlar, muhalif olanlardır. Bu sebeple devleti dönüştürmek isteyenler, devletten bağımsız kalabilenlerdir. Yoksa günümüzde olduğu gibi devletin imkânlarından yararlanarak başka bir devlet üretemezsiniz. Bu ahlakî de olmaz, sonuç da vermez.
Bugün demokratik ulus-devlet tecrübesiyle devleti anlamaya çalışmak baştan yanlışa düşmek olur. Bu şartlarda İslam devletinden bahsetmek, mazide kalmış “manevî mimarlar” eksikliği değildir. Bana sorarsanız Hz. Peygamber bu tarafıyla anlaşılmamıştır. O nedenle şaşkınız. İslam’da dünya-ahiret ayırımı yoktur, beden-ruh ayırımı, madde-mana, fizik-metafizik ayırımı olmadığı gibi… O sebeple din-devlet ayırımı da yoktur. Ama biz uzun dönemdir bu tür ayrımla düşünemeye alışmışız. Tevhid’i sadece imanî ilke olarak kavramak da bunun sonucu zaten.
Müslüman toplum siyaseten yenildiği için sürekli siyaseti/devleti önceleyerek, sanki devlet olmazsa Allah’ın hükümleri uygulanamazmış gibi yanlış bir anlayışa sahip olduk. Bu sebeple bazıları devleti ele geçirme veya devlet olma gibi bir eksende Allah’ın hükümlerini savunup duruyorlar. Bunu yaptıkları için olsa gerek kendi içlerinde uygulamadıkları Allah’ın hükümlerini devlet olma şartına bağlayarak kendilerini aldatıyorlar. Dolayısıyla iktidar oldukları her yerde adil yöneticiler değil, ulus-devlet yöneticileri olarak zulmediyorlar. Çünkü devlet olma aşamasına gelene kadar kendileri adil şahitler değillerdi.
Şunu düşünmekte fayda vardır: Devleti ele geçirince veya devlet olunca, bu araçla veya imkânla ne yapacaklar? Asıl soru budur. “Hz. Peygamber, Medine’de devlet kurduğu zaman ne yaptıysa onu yapacağız” gibi kaçamak cevaplar, Medine öncesi Mekke’de sınanmaya, o çapta yapacaklarını yaparak vücut bulmaya razı olmamak demektir. Değilse hodri meydan demeli. Kimse kimsenin elini tutmuyor. Mekke şartlarında, yani devlet olmadan önce hakkı ayakta tutanlar olarak cisimleşmeyenler, İslam cemaati olarak mevcut sistemden uzaklaşarak ayrışarak takvalarını ve sabırlarını test etmeyenler, Allah’ın hükümlerini konuşurken bir kez daha düşünmeliler.
O halde söylenmesi gerekeni şöyle söylemeli: Kur’an ayetlerini sıralayarak, ezber tekrarı yaparak bir şey söylenmiş olmuyor, bir iş yapılmış olmuyor. Ayetlerin gereğini yapmak, asıl söylenmesi gerekeni söylemek, yapılması gerekeni yapmak olur. Tebliğ de budur. Böyle anlaşılmalıdır. Yapmadığımız şeyleri Kur’an’a söyletmekle tebliğ yapmış olmuyoruz.
Hüseyin Alan

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir