Kötü Bir Sistem, İyi Politikalar veya İyi Politikacılarla Düzelir mi?

Kötü Bir Sistem, İyi Politikalar veya İyi Politikacılarla Düzelir mi?

Osmanlı devleti, çağdaşı diğer devletler gibi hanedanlık temelli klasik devlet yapısı, ekonomik temelini dayandırdığı toplumsal örgütlenmesinin, 

Yahut “dirlik-düzen” ve “çift-çubuk” denilen siyasi ve ekonomik sisteminin başka bir sistem karşısında çözülmesi sonucu kaçınılmaz olarak çöküşe zorlandığında, ömrünü iki yüz yıl daha uzatabilmişti.

Uzatma, ekonomik temellerini teknoloji, sanayi ve ticaret üzerine dayandırdıkları ulus toplum ve ulusal devlet yapılanmasını gerçekleştirmiş, saldırı ve savaşçı gücünü teknoloji ile geliştirip üstünlük sağlamış, 1648 Westphalia anlaşmasıyla arkasını sağlama alıp dünyayı istilaya ve talana çıkmış döneminin yükselen güçleri arasındaki anlaşmazlık veya rekabetten kaynaklıydı. Osmanlı bu rekabeti iyi kullanmış, mukadder ömrünü uzatmıştı ama sistemini yenileyememişti…

15. Yüzyıldan sonra dünyanın Batı yakasında bir şeyler oluyordu: Sanayileşme, teknolojik yenilikler, okyanus ötesi ulaşım ve deniz yolları ticaretinin avantajı, işgal, sömürü vs nitelikli başlayan bu sistematik değişim ve olup bitenler orda kalmayacak, Batı dışında kalan devlet ve milletleri de derinden etkileyecek, yapı sökümüne uğratacaktı.

Osmanlının başlangıçta yeterince kaale almadığı, bunu da geçiştirir işimize bakarız diye kendi işine ve içine baktığı o gelişmeler, doğuracağı büyük sonuçlarla yoluna devam etti. 

Kanuni devriyle başgösteren bu değişim ve dönüşümün neticeleri yeterince önemsenmemiş, günü kurtararak yola devam etme tercih edilmiş, 1700’lü yıllara girildiğinde iş işten geçmişti.

Tabiri caizse gününün ileri teknolojili Osmanlı otobüsü motor arızası yapmıştı: Çare olarak başvurulan devlette reform tavsiyeleri ve denemeleri devlete, devletteki köklü yapılanmaya çarpmış akim kalmıştı. 

Tanzimat, Islahat ve Meşrûtiyet reformları yeni sisteme uyum bağlamında ileri adımlar sayılsa da şoförü değiştirip yola devam edilebileceği fikri baskın çıkmıştı… 

İktisadi menfaatini, yeni ekonomik temellere dayamış Batı Avrupa’lı toplumlar gibi olmakta gören ve siyasi geleceğini Batıya bağlayan Gayr-ı Müslim milletlerden müteşekkil Balkan ülkelerinin, artık Osmanlı siyasi birliğinde kalması mümkün değildi.

Aynı gerekçelerle Anadoluda bir Türk devleti kurma fikri ortaya çıktığındaysa elde kalan Anadolu dışındaki Müslüman milletlerin de Osmanlı’dan kopuşu kaçınılmazdı.

Çöküşün yahut dağılışın iktisadi menfaatleri sağlayan siyasi birlikten geçtiğinin anlaşılması mümkün olmayıp bu yönde yapısal ve sistematik reformlar yapılmayınca, 

Kalkınmış ve güçlenmiş Batının “ilmini, tekniğini, sanatını, hukukunu, idaresini, millet yapısını” taklit etmek, menşei bünyeye yabancı muasır medeniyet seviyesine erişimi tercih etmek herkesi sarmıştı. Bunun için dahi aracı yenilemek yerine şoförünü değiştirmek yeterli sayıldı…

Osmanlının başına gelenler, onun yerine kurulan cumhuriyette de nüksedecekti: Birinci dünya savaşı sonlarına doğru Rusya’da meydana gelen Bolşevik devrimi, ardından gelen soğuk savaş dönemi ve

Soğuk savaşın bittiği 1980’e kadar büyük güçler arasındaki rekabetten istifade yoluna gidildiyse de, ABD ve AB’nin rakipleri Rusya ve Çin’e karşı desteklenmesi gereken çevre ülkesi konumu, şoförü değiştirilmiş otobüsle sıkıntılı yolculuğu sürdürdü.

İki dünya savaşı arasında motor arızasına bakılmak istendiyse de dış dengeler ve politik tercihler buna imkan sağlamadı: 1960 ihtilali muasır medeniyet bölgesiyle dış bağlantıları sağlamlaştırdı.

12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’nin siyasi konumunu takviye etti, ekonomik temellerini yeniledi, toplumsal dayanışma ve yapıyı “re-form”a soktu.

Darbe, siyasi ve askeri olarak NATO, CIA ve ABD destekli, Rusya ve Çin’in ABD ve AB’ye karşı yükselen siyasi tehditlerine ve İran devriminin yayılmacı etkisine karşı ön tedbir amaçlıydı. 

Darbe ile birlikte geçilen özelleştirme ve dışa açık ekonomik yapılanma politikası, IMF, Dünya ticaret örgütü, dünya bankası destekli, ABD ve AB’nin ucuz işgücü ve fason üretime ihtiyaç amaçlıydı. Yani bir sistemin kendini yenilediği politikaydı.

Demokrasinin dünya arenasında katılımcı aşamaya geçtiği siyasi yapılanma, insan hakları ve evrensel değerler referanslı toplumsal birlik ve dayanışmanın dayanacağı ekonomik temeller, mali ve reel piyasada özelleştirme politikalarının zorunlu sonucuydu. 

Özal ile başlayan özelleştirme, dışa açık ekonomi, ihracat öncülüğünde kalkınma politikaları, yabancı sermayenin, teknolojinin ve döviz ihtiyacının belirleyiciliği rotasında teşvik gördü, yasal engellere veya muhalefete takılanlar Erdoğan dönemi ile ikmal edildi… 

Dışa açılırken neyin/nelerin dışa açılacağı, kime/kimlere açılacağı düşüncesi/düşüncesizliği bir yana, içerideki stratejik yatırımlar ve kaynakların, ancak kamunun yapabileceği alt yapı yatırımlarının ve büyük projelerin de dışa açılması, 

Üretimin yapısını değiştiren, dışa bağımlılığı artıran, dövize ve teknolojiye ihtiyacı zorunlu kılan politik tercihler, neoliberal kapitalist sistem içinde anlamlı tercihlerdi. Bu tercihlerde sağlanan geçici/aldatıcı ve borca dayalı refah, ahalinin desteğini almakta zorlanmayacaktı.

Osmanlı’dan beri tarım ekonomisinde kendine yeter ender ülkelerden biri sayılan ülke, tarımdaki girdilerin dışa bağımlılığı ve iç pazarda yabancı şirketlerin giderek artan ağırlığı nedeniyle bu avantajını da kaybedecekti. 

Gele gele aynı yere geldik: Motoru arızalı otobüsün arızasını gidermeyi, modeli yenilemeyi, güzergahı ve hedefi değiştirmeyi düşünmek yahut sistemi değiştirmek yerine, aynı sistem içinde seyreden otobüsün şoförünü değiştirerek yol alıyoruz…

Bundan sonra yazılacaklar için bir  şeyde anlaşmak icap edecek: Kötü bir sistem içinde iyi politika yapılmaz. “Kötü” politikacıları iyi politikacılarla değiştirerek, “kötü” merkez bankası başkanı ve maliye bakanını iyi başkan ve bakan ile yenileyerek yol alınmaz.

Dış politik bağlılıkta esaslı değişime gidilmeden iç politik iyileşme gerçekleşmez.

Bunun böyle olmadığı Osmanlı’dan beri tecrübe edilmektedir: İktidara gelen/şoförlük yapan her zümre iktidarı bir taraftan ülkenin kaynaklarını, bütçenin imkanlarını, herkese ait olan ortak değerleri içerde ve dışarda hovardaca harcıyor.

Diğer taraftan her şoför değişimi yoksulluğu, sefaleti, eşitsizliği, adaletsizliği, güvensizliği derinleştiriyor, toplumsal dayanışma ve birliği erozyona uğratıyor…

Bu ülkede farklı kavramsal sistematik ve sistemik/ideolojik/stratejik düşünüş fakirliği söz konusu iken, başka bir iktisadi temele dayalı toplumsal dayanışma ve siyasi düzene geçiş gerçekleşebilir mi? Bunun için kime, hangi ideolojik zümreye ve sistematik yapılanma önerisine bakmak icap eder?

Tarihsel tecrübede, kendi tarihsel koşulları dahilinde “İttihad-ı Osmani/Osmanlı milletler topluluğu” fikri denendi olmadı.. “İslamcılık/Müslüman milletler birliği” fikri denendi olmadı.. “Türkçülük/muasır Batı medeniyetine dahil millet” fikri denendi murad hasıl olmadı. 

Bolşevik devrimi sonrası yerel kültürle uyumlu sosyalizm fikrini savunanlar başarılı olamadı. Bir mahir el bunları ulusalcı, militarist, din karşıtı yapıp kapitalizmin istihdamına soktu.

Soğuk savaş ideolojisi dahilinde ihtiyaç karşılığı yeniden canlandırılan İslamcılık, önüne döşenen raydan çıkıp kendi rayına geçmekte başarılı olamadı. Aynı mahir el bunları da yerlici millici yapıp devre dışına çıkarttı. 

Elde kalan Türkçülük ve Turancılık, ihtiyacı oranında yanına İslamcılığı alsa da derde derman olabilmeyecek.

Geriye ne kaldı? Tarihin sonu hikayesi tuttu, insanlık tarihsel akışta ve sosyolojik aşamada geleceği nihai yere geldi de, neo-liberal ideoloji rakipsiz mi kaldı? Elbette hayır…

Tarihsel koşullar, modernist toplumsal ve ekonomik kapitalist yapılanmalar dikkate alınarak söylenecek olursa ilk akla gelen yeniden sosyalizm. Bunun nasıllığını yeni koşullarda kendini yenileyebilecek, küllerinden yeniden doğabilecek sosyalistler bilir. Onları ilgilendirir.

Osmanlı yenilgi psikolojisi ve Osmanlıcılık bağajından kurtulabilir, tarihsel tecrübeden gereken ibreti alır, kökenindeki sahici olanıyla, modeli ve referansıyla buluşabilir, tarihsel koşulları ve modernitenin dayattığı şartları yönetecek stratejik idrake ulaşabilirse “İslamcılık.”…

İdeolojik temelli kavramsal sistemi ve düşünce kaynağı olanlar, başka bir iktisadi temele dayalı toplumsal yapılanma ve bunun doğal ürünü olan siyasi düzeni gerçekleştirmesi için (yahut siyasi perspektifle diğerlerini)

En erken bir nesillik (25 yıl) zamana ihtiyaç vardır. Bunun için örgütlenme, örgütlü mücadele ve haklılık şartı aranır.

Bu günden başlayacak örgütlü bir ideoloji, adalet temelli sistemini duyurma ve yayma ve ikna çabasına giriştiğinde mevcuttan kopuşu, daha iyi örnekliği ve dayanışmayı proğram olarak gerçekleştirmiş olmalıdır. 

Mevcuttan kopuş ve başka bir mevcut talebi ve mücadelesi doğal olarak mevcut sistem kaynaklı her tür zorluğu davet eder.

Sistemik baskı ve toplum muhalefetini göze alan, her hal ve şartta haklı olmayı sürdürebilen bir nesillik çaba, sistem sahipleri istemese de sonunda halk desteğini yanında bulur. Bunun gönüllü olma şartı yoktur, bu aranmaz: Çaresizlik içindeki halk bunu zorunlu olarak yapacaktır. Tarihteki büyük değişimler bunu göstermiştir…

Müslümanlar olarak bu işte örneğimiz, rehberimiz, referansımız ve sistem modelimiz olan Hz Muhammed, bu işi yirmi yılda gerçekleştirdi.

Tüm zorluk Hudeybiye anlaşmasına kadardı: Mekke dönemi, başka bir kavramsal sistem ve düşünüş biçimi, mevcuttan kopuş ve örgütlenme, haklı mücadele, haklı yöntemler, her türlü baskı ve zorluklara direniş, Akabe biatları, Hicret, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye’yi müjdeledi.

Ondan sonra Arap yarımadası, yarımadanın lideri Mekkeliler, Bizans ve Sasani bağlısı kabile kavim şehir devletleri birer birer teslim/esleme/İslam barışına dahil oldu. 

Hepsi Müslüman değildi, böyle bir şey de istenmedi. İstenen, isteyenlerin Müslüman olarak, (Paganizm/putperestlik hariç) istemeyenlerin dinlerinde kalarak İslam güvenlik sistemine/barışına ve bunun sağladığı iktisadi imkanlılığa dahil olmasıydı. Bu hepsinin yararına olduğu işin zorunlu desteği sağladı.

Bu iş başından beri düşünülmüş, tasarlanmış, stratejik hesaba dayandırılmış bir işti: İmkan ve şartlarla uyumlu olarak stratejik hamlelerle gerçekleştirilmişti. 

Strateji, değişim ve dönüşüme uyum sağlama işi değildi, değişim ve dönüşümü yönetme, yeni bir sistem inşa etme işiydi…

Yazının başlığına dönersek, kötü bir sistem iyi politika ve iyi politikacılarla düzelmez: Geçici rahatlık sağlanabilir, gün kurtarılabilir ama sorunlar büyüyerek geri döner. Ülkenin şu an uygulamaya soktuğu düşük faiz yüksek kur politikası, bir sistem değişimi değil, mevcut sistem içinde politik bir tercihtir: 

Elde kalmış kaynaklar ve değerler parası daha da kıymetlenmiş yabancıya açılır. ABD ve AB’nin ucuz iş gücüne ve fasoncusuna razı gelinir. Kapitalist metropollerin çevre ülkesi olarak kalma teyit edilir. Orta sınıf alt sınıfa itilir, zenginler yoksul çoğunluktan ayrışır. Zenginleşenleri yoksullardan koruyacak özelleştirilmiş özel güvenlik sistemi yaygınlaşır. Latin Amerika’ya, Doğu Avrupa’ya, Afrika’ya, Afganistan Irak’a bakanlar bu sistemin sonuçlarını izleyebilirler.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir