Cumhuriyet Derken

Cumhuriyet Derken

1: Cumhuriyet, tarihsel zaman dilimlerinde, toplumsal şartların gelişmesiyle bağlantılı, sosyal değişim ve dönüşüm aşamaları gereği Müslüman milletin ortaya çıkarttığı bir ‘yönetim şekli’ olmadığı gibi, muhtevası, şekli ve bileşenleriyle Müslümanlara özel de değildir.

Tarihin belli bir zaman diliminde (17-18. yüzyıl); belirli bir coğrafyada (Batı Avrupa); iktisadi gelişmelerin (sanayileşme) zorunlu olarak ortaya çıkarttığı değişim ve dönüşüm neticesinde oluşan ‘endüstriyel toplumsal yapıya’ has bir siyasal rejimidir; devlet denenin bir anayasaya dayanarak yeniden teşkilatlandırılmasıdır.

Cumhuriyetin ne olduğunu belirleyen ama aynı zamanda ne olmadığının sınırını da tayin eden üç temel vasfı vardır; ‘egemenlik, laiklik, halk.’

Egemenlik: Hükümranlık, en yüksek iktidar, son sözü söyleyen otorite manasınadır; bir kişinin, ailenin, sınıfın veya kurumun, bir beldede yahut ülkede yaşayanlar üzerinde sözünün geçmesi, hükümranlık yetki ve gücüne sahip olmasıdır. Egemen olan kişi aile ya da kurum sorgulanamaz, yargılanamazdır.

Cumhuriyet önceki tarihsel ve toplumsal aşamada ‘bir aileye, bir soya, bir hanedanlığa’ has kılınan ve ‘irsiyet yoluyla’ geçen egemenlik gücü ve yetkisi, cumhuriyetle birlikte ‘cumhura, millete, ulusa, halka, yurttaşa’ ait kılınacaktır.

Halk/Natıon, bu hak ve yetkisini topluca kullanamayacağı için seçim sistemi yoluyla, seçtiği temsilcilere devrederek kullanacaktır. Temsilciler, siyasi karar alma ve sorun çözme mekanı olan ‘toplantı merkezinde’ (parlamentolar, millet meclisleri, senatolar) toplanıp çoğunluk iradesine dayanarak halk adına egemenlik yetkisini kullanacaktır.

Laiklik: Kabaca, siyaset ve devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılması; egemenliğin kaynağının değiştirilmesidir. Tarihsel süreçte seküler yöneticinin ya da devletin hükümranlık alanını din aleyhine genişletmesi, dine de hükmetmesidir.

Cumhuriyet öncesi tarihsel ve toplumsal aşamada egemenliğin kaynağı tanrısaldı, ilahi dayanaklıydı; cumhuriyetle birlikte bu yetki beşeri oldu, halka geçti; akla ve bilime dayandı. Halk iradesini kullanan seçilmiş meclis üyelerinin çoğunluk iradesiyle kullanıldı.

Halk: Hakkında rivayet muhteliftir; kelime olarak millet, ulus, vatandaş, yurttaş, cumhur gibi farklı versiyonları olsa da siyasi irtibatı ve yeni sosyolojik bağlantısı dolayısıyla öz ve şekil olarak hepsinin anlamı ortaktır. Kökeni Fransız devrimine dayanır.

Halk, uluslaşma çağında, sınırları yeni tayin edilmiş vatan üzerinde yaşayan, ortak “dile-tarihe-kültüre ve ulusallaşmış dine” sahip çoğunluğu ifade eden, cinsiyetsiz soyut bir varlığı temsil eder.

Cumhuriyet öncesi tarihsel ve toplumsal aşamada egemenliği temsil eden parlamentoda siyasi karar alma yetkisine sahip olan üyeler “kral, aristokrat, ruhban, asker” sınıfıydı. Kralın meşruiyeti ‘asil kana’ dayanıyorken aristokratın meşruiyeti ‘toprak mülkiyetine’; ruhbanın meşruiyeti ‘tanrıya’; askerin meşruiyeti ‘savaş gücüne’ dayanıyordu.

Bu dönemde halk terimi kullanımda değildi dolayısıyla halkı temsil eden yetkili birileri yoktu. Cumhuriyetten sonrasında burjuva sınıfı halkı temsilen ortaya çıkacaktır.

2: Fransız devrimi bir burjuva sınıfı devrimidir; tüccar, bankacı, sanayici, lonca sınıfı ve kent emlakçisinden müteşekkil burjuva, Fransız parlamentosuna üye olarak girmek ister fakat diğerleri bunları oraya sokmazlar.

Eski üyeler buna gerekçe olarak bizler ‘asil kanı-toprak mülkiyetini-tanrıyı-savaşçılığı’ temsil ediyoruz, bu hak ve yetkiye sahibiz der, burjuvaya ‘siz neyi temsil ediyorsunuz’ ki buraya girmeye cüret ediyorsunuz diye karşı çıkar. Burjuva ‘biz halkı temsil ediyoruz’ der ve parlamentoya zorla girer.

Pariste büyük bir kargaşa çıkar, iç çatışma başlar. Bu duruma önceden hazırlıklı olan burjuva, daha önceden köylüye bedavaya toprak dağıtarak (iflas ettirdiği tarım ekonomisi nedeniyle aristokratların elinden kelepir fiyata kapatmıştı, işine de yaramıyordu) onları yanına almış Paris’e yığmıştı, Paris polisini rüşvetle satın alıp kendisini destekletmişti.

Güç, burjuvadan yanaydı. Ötekilerin koruyucusu olan kralın ordusu cephelerde olduğu için bu gelişmelere müdahale edecek durumda değildi, olayları duyduklarındaysa iş işten geçecekti. Saray muhafızlarının gücüyse eski iktidar sınıfını korumaya yetmeyecektir.

Parlamentonun yeni üyeleri şehre hakim olmuştu; şimdi de bunlar eskileri oraya sokmayacaktır. Yeni hükümranlar ellerini çabuk tutacak, ordu gelinceye kadar ilkin kral ve sülalesini katledecek, ardından diğerlerini sıraya sokacaktır.

Artık yeni bir durum söz konusudur. Terörüyle meşhur jakoben (radikal) devrimcilerin reisi Robespierre öncülüğünde büyük bir kıyım başlayacak, iki yıl sonra da iktidarı ele alan ılımlı devrimciler azalan oranda da olsa kıyımı devam ettirecektir. Süreçte cumhuriyete muhalif ne kadar etkin kişi, sınıf, zümre, aile varsa giyotinlere yollanarak tasfiye edilecek, geri kalanlarsa bastırılacaktır.

Burjuvanın temsil ettiğini söylediği yahut meşruiyetini dayandırdığı ‘halk/natıon’ yeni bir sosyal ve siyasal unsur olarak ortaya çıkmış, halkın hikayesi böylece başlamış, nitelik olarak yeni bir toplumsal kimliğe bürünerek devam etmiş, şeklen gelişerek günümüze kadar gelmiştir.

3: Halk olarak nitelenen yeni toplumsal birlik ve bütünlük, mezhebi, dini, ırki, kültürel, cinsiyet ayırımı olmaksızın herkesin eşit yurttaşlar statüsüne sahip olduğu bir bütündür. Halk topluluğu üyelerinin sosyal ve siyasal yeni kimliğini tayin eden esas unsurlar şunlardı:

Tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçiş sürecinde göçmen kentlilik; kırsalda kendine yeter iktisadi imkanlardan kopup fabrikaya emeğini satarak geçinmek zorunda kalan işçi sınıfı; toprağa bağlılıktan kopup serbest piyasa şartlarında seyahat ve mülkiyet özgürlüğüne sahiplik; kentte kendi çalışıp kazanan ve harcayan, kimseye hesapta vermeyen sivil bireycilik; geniş aile yapısından kopup çekirdek aileye dönüşüm; dini bağlılık, kiliseye itaat, cemaate mensubiyet ve ilahi dayanaklı bir sosyal hayattan kopup laik hukuka bağlı, devlete itaat eden, modern kültür ve hayata geçiş..

Bu halkın hikayesi, devrim sonrası güçlenerek Avrupa’yı, Asya ve Afrika’yı istilaya çıkan Napolyan’lar döneminde dünyaya yayılacak, cumhuriyet devriminin ‘eşitlik, özgürlük ve kardeşlik’ ilkeleri her yere götürülüp etkinleştirilecek, Osmanlı bürokrasisi, askeriyesi ve uleması da bu yeniliklerden payına düşeni alacaktır.

4: Burjuva sınıfı, önceki tarihsel ve toplumsal devrenin mülk ve egemenlik sahibi sınıfının yerine geçip egemenliğe el koyduğunda, dünkü köylüye bu günkü halka karşı kendini korumayı, sağlam teminatlarla egemenliğini muhafaza etmeyi bilecek, halk çoğunluğunun oy fazlasıyla iktidara gelip mülkünün paylaşılması riskinin tedbirlerini alacaktır.

Anayasalar, bu işin esaslı garantisi olarak yapılacaktır. Yeni devletin kurumsal olarak teşkilatlanması; kralın ordusu ve polisinin devletin güvenlik güçleri olarak yapılanması ilk reformlardır. Seçme hakkının önce kent soylularına, sonra mülk sahiplerine, daha sonra okumuş yazmış erkelere, en sonunda da tüm erkek ve kadınlara verilmesi rast gele değildir.

Bu reformlardan sonradır ki cumhuriyetin yıkılması, yerine eskisinin kurulması yahut başka yeni bir devlet yapılanması söz konusu olmayacak (devrimler bitmiştir) ama, cumhuriyet rejimi içinde ‘cinsiyet-etnik-dini-kültürel-dil grubu’ gibi farklılaşan sosyal zümrelerin ya da azınlıkların, siyasal katılımla iktidardan aldığı payı artırma, sahip olduğu pozisyonunu genişletme yarışı başlayacaktır.

5: Cumhuriyet devlet yapıları endüstriyel ve laik toplum yapısının, bu toplumun parçaları olan kentli, laik, sivil, özgür bireylerin doğal bileşenidir, siyasal rejimidir.

Cumhuriyetlerin kurulması tanımlı ulus ve o ulusa has vatan yaratma süreciyle devam ederken doğal olarak iç çatışmaları, komşularıyla sınır savaşları ve bağımsızlık mücadeleleriyle mümkün olabilmiştir.

Meşhur ’emperyalist’ düşman hikayesinin kökeni, ilkin ulusal bağımsızlığını kazanmak isteyenlerin savaştığı sınır komşularına, sonra da, ileri sanayileşme aşamasında iktisadi ve siyasi emperyalist politika sürdüren kapitalist Batılı devletlere dayanır. Dolayısıyla her cumhuriyetin ulus içi ve dışı düşmanları oluşmuştur.

Trajik olan şudur ki, sonradan kurulan cumhuriyetler Batılı kapitalist devletlerin bilimini ve tekniğini; siyasi hukuki ve iktisadi sistemlerini ithal edecek; aile yaşantısından günlük hayatına; sanat ve mesleki hayatından kılık kıyafetine kadar Batılıyı taklit edecek fakat, emperyalizme düşmanlığı elden bırakmayacaktır.

6: Bahsi kapatırken iki hususa değinmeden olmazdı; ilki, cumhuriyetin cumhuru (sonradan demokrasinin demos’u da) dinin tanımladığı bir toplumsal birliği ve bütünlüğü ifade etmez; iradesiyle seçip karar alma meclislerine yolladıkları da doğal olarak dine dayalı yasalarla ülke yönetmezler. Modern çağda böyle bir şey yoktur.

İkincisi; yöneticilerin dindar olanları da dahil olmak üzere siyasi, iktisadi, mali, hukuki, eğitim gibi temel meselelerde modernisttir, laiktir, Batıcıdır. Ulusal iktidarlar bu sebeple uluslararası sisteme, siyaset ve hukuka bağlıdır. Buna karşılık yerel çapta öznel tarihe, milli kimliğe, örfe, kültüre, dile, dine, aileye dayalı hususlarda iktidar alanı ve imkanı bulabilirler. Bu alandaki iktidarını küresel rekabet karşısında ne kadar muhafaza ederler, bu da tirajik bir hikayedir..

Bu gün 29 Ekim 2019, Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunun değil ilan edilişinin 96. Yıl dönümüdür.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir