Ser-Best

Ser-Best

Müslümanların kendilerini ve her türden işlerini ifade eden ‘asli’ kelimeleri Kur’an ve sünnet kökenlidir. Dolayısıyla zihinsel yapılarını ve fiili vaziyetlerini teşkil eden toplumsal halleri itikadi inanç unsurlarıyla irtibatlıdır. Bu sebeple Müslüman bir millet toplumsal, siyasal, iktisadi, hukuki, kültürel ve edebi hayattaki gelişmeleri, insanlar ve diğer varlıklar arasında kurdukları ilişkileri isimlendirirken üretecekleri kelimeler de, asılla bağlantılıdır.
Serbest kelimesi Farsça ‘başı bağlı’ manasına birleşik bir terimdir. Baş, yukardan aşağıya doğru hiyerarşiyi ve her kademedeki hükmedicileri, hükmedenlerin şeriata bağlılığını, ‘hikmeti hükümetlerinin’ şeriatla kaimliğini, Müslümanların da şeriata bağlı kalıp masiyet emretmediği sürece bu başlara bağlılığını ifade eder. ‘Baş başa bağlı, baş şeriata bağlı’ ifadesi de bu bağlamda kullanılır. Başlar böyle değillerse onlara itaat farz olmaktan çıkar, onları tenkit edip yola getirmek ‘boyunlara borç’ olur.
Meramımızı ifade ettiği için hala canlılığını koruyan tipik bir geleneği hatırlayabiliriz: Müslümanların bir cenaze olayı vuku bulduğunda kullandıkları ‘başın sağ olsun’ temennisi, cenaze sahiplerinden geride kalanların her tür dünyevi gailesinin ve eksikliğinin hallolacağını ifade ettiği için itikatla irtibatlıdır.
Serbest kelimesi bu dünyada sadece Müslümanlaşarak gelişmiş bir şahsiyetin, zihinsel bir seviyenin ve bu şahsiyetlerden oluşmuş Müslüman bir milletin siyasi olarak teşkilatlanmasına da işaret eder. Siyaset, iktidar, otorite veya egemenlik kelimeleri sistematik ve toplumsal bir olaydır. Hükmetmekle, hükümet etmekle, devlet dediğimiz teşkilatlanma biçimi ve muhteva da itikatla ilgilidir.
İnsan kalabalıklarının topluluk olurken birliğini ve bütünlüğünü sağlayan, onları toplum kılan temel değer her ne ise o toplumun sosyal, iktisadi, hukuki ve siyasi işlerini de o temel değere göre düzenledikleri ve teşkilatlandıkları görülür. Bu sebepledir ki Müminler topluluğu iman kardeşliği temelinde İslam milletini oluşturur, toplumsal işlerini de imani değerlere dayanarak düzenler. Buna karşılık diğer topluluklar kan bağına, soy, yurt, dil, kültür bağına göre birliğini ve bütünlüğünü sağladığı için toplumsal işlerini de menfaatlerine göre, sınıfsal statülerine uygun olarak, akıl ve bilime dayalı rasyonel amaçla düzenlerler.
İnsanlık tarihi aynı zamanda siyasetin, dinden bağımsız ayrı ve otonom bir statüye sahip kategori olarak kabul edilip edilmemesiyle ayrışan milletlerin de tarihidir. Başka bir deyişle iman küfür çatışmasıdır bu. Kafir milletlerde siyaset bağımsız bir kategoridir. Bu sebeple hükümet etme ya da ‘kanun yapma’ faaliyeti, ‘tüzük ve yönetmelik’ çıkartma yetkisi kral, otokrat, atanmış veya seçilmişlerden müteşekkil yasama meclislerinin tekelindedir.
Bu kategoride siyaset dinden bağımsızdır. Dolayısıyla ilahi buyruklar siyasete müdahil olmaz, din hukuki statüde bireysel bir inançtır, ahlak ve ibadetlerle sınırlıdır. Ruhani ve manevi alana ait olduğu için de dünyevi işlere karışmayan teolojik bir kabuldür. Bu bakımdan din hükümet edenlerin istihdam ettiği, halkın dini ihtiyaçlarının hükümetler tarafından belirlenip giderildiği bir düzenlemedir.
İslam inancında siyaset bağımsız bir kategori olmayıp, İslam fıkhının/hukukunun bir parçası olarak vardır. Bütün ümmetin üzerine yüklenmiş emanet bir iştir. Kendisiyle yapılacak işlerden dolayı ‘kifaye farz’dır. Yerine getirilmesi için birilerinin üzerine vekaleten yüklenmesi gereken bir görevdir. Yönetim ve idari işler ‘teşri faaliyetine’ dayalıdır. Yönetici dinde değil siyasette otorite olduğu için kendisi de herkes gibi aynı yükümlülüklere sahiptir. Bu bakımdan gereği yapılmazsa İslam milletinin her bir ferdinin boynunda asılı ‘ayn farz’a dönüşür. Bu haldeyken ölen herkes cahiliye ölümü üzere ölür.
Adalet kelimesi bize bu konuda bir ufuk verebilir. İslami literatürde adalet amaçların amacı olarak tarif edilmiştir. Adalet siyasetin en temel görevi, varlık sebebidir. Toplumsal hayatı ilgilendirdiği için iktisadi, sosyal ve hukuki alanda adalet ancak siyasetle sağlanabilir. Emretme güç gerektiren bir iş olduğu için maruf ve münker faaliyeti de doğrudan siyasetle bağlantılıdır. Bu sebeple adalet ilahi nizamı uygulamaktır, uygulayıcısı da otoritedir. Hatırlanacak olursa İslam düşüncesinde mutabık kalınmış ortak değerlerden birisi ‘din esastır, devlet onun feri’dir.’
Adalet ilahi hukuku uygulamaksa, amaçların amacı olan adaleti gerçekleştirmekte siyasetin gereği ve vazifesidir. O halde siyasetin varlık sebebi ve görevi gereği kabaca şunlar sayılabilir: Topluluk üyesi insanların hayat hakkını ve canını korumak; güvenliğini sağlamak; antlaşmaları ve mülkiyet haklarını serbestliğe ve güvene bağlamak; kazanç ve harcama yollarını sınırlamak; insanlar arasındaki ihtilafları çözmek; zayıfları güçlüler eline bırakmamak; mağdurları, hastaları ve sakatları korumak; gelir sahalarını artıracak alanları çoğaltmak; insanların ve malların serbest dolaşımını temin etmek; vergileri zulüm aracına dönüştürmemek; savunmayı halledip cihat etmek; elde edilen gelirleri adil biçimde paylaştırmak vs dir.
Amaçlar, ilahi hukuk sistemine göre düzenlemiş siyasetle sağlanır. Bunun böyle olması adalettir. Bu nitelikte bir teşkilatlanmaya gitmekse amaçların amacı için siyasetin tesisidir. Müslüman millet bidayette böyle teşkilatlandı. İşlerini böyle yürüttü. Toplumsal hayata ve tarih sahnesine böyle çıktı. Nihayette hal vaziyet böyleyse Müslümanlar serbesttir değilse ‘başları’ sağolsun!

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir