Adalet Üzerine

Adalet Üzerine

Adalet kelimesinin en temel niteliği, İslami buyrukları ayakta tutmaktır, bunun için lazım şart olan İslami siyasi otoriteyi/devleti kurmaktır. Müslümanlar kendi işlerini, toplumsal düzenlerini İslama göre yapmak için hilafet sistemi kurarlar, dini muhafaza ve müdafaa yani adalet bunu gerektirir, adalet bu sayede uygulanır. Kişiler adil olamazlar zira İslami siyasi ve toplumsal hükümler fert olarak uygulanamaz. Fertlerin böyle bir yetkileri olmadığı için otorite şartı vardır. Bu sebeple Müslümanların kendi aralarındaki ilişkileri de, diğerleri dediğimiz dışındakilerle olan ilişkileri de, maddi dünyadaki kuracakları ilişkileri de işler kurmak ve yürütmek için siyasi bir organizasyon kurarlar. Dünyevi işlerini ahiret bağlantısını kopartmadan bu organizasyonla yürütürler… Adalet için halife/imam/emirel müminin bu sebeple şart, imamet/hilafet/emirel müminin için adalette bunun için şarttır. Bu sebeple olsa gerek bir kaç azınlık görüş sahibi hariç bütün İslam fırkaları hilafeti farz görmüştür, Ehli sünneti de, Mutezilesi de, Haricileri de, Şiası da. O bir kaç azınlık görüş sahibi harici ve mutezili müçtehidler de, imametin farziyetini değil, şartlarla ilgili olarak caizliğini öne sürdüler. Bu caizlik, imamet olmadan yapılması mümkün olmayan şeylerin varlığını kabul eder, yani onlarda farziyeti reddetmez… Bu mesele bizim memlekette İslamın Hıristiyanlaştırılması yani laikleştirilmesi ve kapitalistleştirilmesi sürecine girildiği bu zaman diliminde özellikle unutturulan bir meseledir, dolayısıyla kuru kuruya adalet kelimesi, dinin kelami sınırlara sıkıştırılmasıyla başarılıyor.

İslam düşüncesi içinde yer alan siyaset teorilerinde alimlerimiz, İmamet/Hilafet/Emir’el Müminin tabirleriyle ifade ettikleri yöneticilerin görevlerini ayrıntılarıyla belirttikten sonra, bunların tümünü “adalet” kelimesinin muhtevası yaptılar. Bu çerçevede genel ifadesiyle adalet, genel amaçtır, İslam yönetim biçiminde ve düzeninde amaçların amacıdır.

 Adaletten bahsedilirken, adaletin yöneticiler üzerine vacip/farz olduğundan, topluma ilişkin her türlü görev ve velayeti yüklenmiş olanların adil olması gerektiğinden bahsedilir. Çünkü adalet, Kur’an’da ve sünnette apaçık buyrulmakta, insanlar adalete teşvik edilmektedir.  Böylece kavram, Müslüman toplum için amaçların amacı haline getirilmiş olmaktadır.

 Adalete ilişkin ayetlerin başında Nisa suresi 58. ayeti anabiliriz. “Kuşkusuz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi buyurur. Allah size anlayasınız diye ne güzel öğüt veriyor. Unutmayın ki Allah işitir ve görür”

 Taberi bu ayetin tefsirinde diyor ki: ‘Bana göre bu konudaki görüşlerin en doğrusu, Yüce Allah’ın Müslümanları yöneten kimselere seslenişidir.’ Ve devam ediyor: ‘Yönettikleri insanlar arasında feylerde, haklarda, taksimde adil paylaştırması, emanet edilen işlerde emanetin gereğini yerine getirmesi, davalar arasındaki yargılamada adaletle hükmetmesi emredilmektedir. Bu, Yüce Allah’ın kitabında indirdiği, resulünün dilinden bildirdiği hükmüdür. Bunu aşmayın yoksa insanlara zulmetmiş olursunuz.’

 Ayetle ilgili olarak El Beydavi tefsirinde ‘Bu bir seslenme olup yöneticilerle ilgili tüm yükümlülükleri ve emanetleri kapsar. Buyruğunuz altında bulunan veya yargınıza boyun eğen kimseler arasında yargıda bulunduğunuzda adaletle davranın. Yargılama yöneticilerin görevi olduğuna göre, seslenişin de onlara yönelik olduğu açıktır’ diyor.

 Er Razi’de tefsirinde ‘Egemen olan kişinin adaletle davranmasının vacipliği üzerinde icma edilmiştir’ diyor. Şu ayetleri de kanıt olarak gösteriyor: “İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin”, “Allah, kuşkusuz adaleti ve ihsanı emrediyor”, “Yakınınız da olsa söylediğiniz zaman adaletli olun”, “Ey Davud, biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hükmet, hevaya uyma ki bu seni Allah’ın yolundan çıkartır. Allah’ın yolundan çıkanlar için hesap gününü unuttuklarından dolayı acıklı bir azap vardır.” Razi, ‘Son ayetin, adaletin peygamberlere bile vacip olduğunu gösteren tarafıyla önemlidir’ diye ekliyor.

 Bu konuda Maide suresi 42. Ayeti de hatırlayalım: “Hükmettiğinde aralarında adaletle hükmet. Allah, kesinlikle adaletli olanları sever.”

 Zemahşeri Keşşafında diyor ki: “İnsanlar arasında hak ile hükmet” ayeti için ‘Allah’ın hükmü ile hükmet’ yorumunu yapıyor ve ‘Dünyaya ve dine dair tutumlarında değerlendirme yaptığın zaman, nefsinin hevasına uyma. Yoksa heva seni saptırır ve Allah’ın yolundan sapmana yol açar. Bunun sonucunda Allah’ın akıllara verdiği delillerden ve vahyedip teşride bulunduğu ölçülerden uzaklaşırsın.’

 İslam’ın diğer siyasi düzenlere veya yönetimlere göre en önemli farklarından birisini ifade eden, adaletin düşmanlar hakkında dahi vacip olmasıdır. Maide suresi 8. ayet Müslümanların yöneticisinden bunu istemektedir: “Ey inananlar, Allah için adaleti ayakta tutun/uygulayın ve bunu gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin, onlar hakkında da adaletli olun. Bu tutum sizi Allah’a karşı gelmekten korur. Allah’dan korkun, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.”

 Bu bağlamda eklenmeli ki adaletin zıddı olan zulüm konusunda Allah, zulmü ve zalimleri kötülemiş, zulmedenleri çetin bir azapla uyarmıştır. Nitekim İbrahim suresi 42. Ayette “Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma sakın, onları, sadece gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar ertelemekteyiz.” Şura suresi 42. Ayette “İnsanlara zulmedenlere, yeryüzünde haksız yere taşkınlıkta bulunanlara karşı durulmalıdır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” Ve Kasas suresi 59. Ayette “Zaten biz yalnızca halkı zalim olan kasabaları yok etmişizdir.”

 Konuyla ilgili peygamberimiz Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Bu ümmet, konuştuğunda doğru söylediği, değerlendirdiğinde adaletli davrandığı, acındırıldığında acıdığı sürece iyi durumda olacaktır”, “Allah’ın en çok sevdiği kişi, adaletli yönetici, en çok nefret ettiğiyse zalim yöneticidir…”

 Genel olarak denmeli ki adalet, kelamcılar, fıkıhçılar ve tefsircilerin açıklayıp tanımladıkları gibi ‘Allah’ın hükmünü ve buyruklarını yerine getirmektir.’ Hak ise, ‘Allah’ın bildirdiklerine göre insanlar arasında hükmetmek, Allah’ın buyruklarını nebi ve resullerine vahyettiği üzere insanlara uygulamaktır.’

 İslam daha önce gönderilmiş ama bozulmuş dinlerin derleyip toparlayıcısı, tamamlayıcısı ve bütünleyicisi olduğuna göre, İslam uyarınca davranmak, Allah’ın buyurduğu adaleti gerçekleştirmektir. Nitekim Allah Maide suresi 44-47. Ayetlerde özetle şöyle buyurur: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir, zalimlerdir, fasıklardır.”

 ADALETİN TOPLUMSALLIĞI VE SİYASALLIĞI

 İslam düşüncesinin toplumsal ve siyasal alanında gerekli ve yeterli izahatı veren ilim ehlimiz, adaletin ilkeleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü yöneticilerin, halkın işleri, halleri, kazançları ve mallarına ilişkin durumlar için, adaletli davranılmasının şart olduğunu anlattılar. Bunun hem yönetim için hem de insanların huzuru ve güvenliğinin teminatı için gerekliliğini bildirdiler.

 Yöneticiler şayet adaletli davranırlarsa insanlarda çaba ve çalışma arzusunun artacağını, malların ve ürünlerin bollaşacağını, bu sayede imaretin ve bayındırlığın yayılacağını, bayındırlığın ve bollaşmanın da devleti güçlendireceğini, böylece de devletin ve yönetimin devamının sağlanacağını vurguladılar.

 Yöneticiler toplumsal ve siyasal alanda adaletli davranmadığı zaman, insanların kazançlarına halel gelecek, mallarına ve ürettiklerine saldırı başlayacak, haklarına el konulacak, baskı altına alınacaktır. Bu durum halkı çalışmaktan ve didinmekten soğutacak, iş ve güçleri ile uğraşmaktan alıkoyacak, güven duygularının yitirilmesine yol açacaktır. Buysa darlık ve iktisadi sıkıntı doğuracak, bayındırlığı geri bırakacak, devlet de bu yüzden çöküşe gidecektir.

 Geçmişte üzerinde çokça durulan ve hakkında sürekli söz söylenen bu konu olmuştur. Bu konunun ilave bahislerle günümüz için dahi vazgeçilmezliği ortadadır. Şu var ki günümüz ilim ehli devletle karşı karşıya gelmemek için bu konulardan uzak duruyor, dinin salt kelam yönüyle meşgul oluyor. Dolayısıyla İslam’ın siyasal ve toplumsal tarafı örtülerek dinde eksiltme yoluna gidiliyor, adalet kelimesi de gerçek anlamı ve bağlamının dışında kullanılıyor.

 Bu konuda en meşhur adamımız İbn Haldun’dur. Onun mukaddimesindeki bölümlerinden birisi ‘Zulüm, bayındırlığın bozulmasının göstergesidir’ başlığını taşır. Şimdi o bölümden kimi parçaları paylaşalım:

 ‘Şunu bilelim ki, mallarında insanlara haksızlık etmek, o malların üretim şevki ve kazancındaki istek ve çabaları öldürmektir. Çünkü halk bu tutumlar sonucu elde ettikleri malların ellerinden zorla/vergi yolu alınıp kaçırıldığını görmektedir. Bundan dolayı da haksızlık oranında halkın kazanma ve üretme isteğinde, düşme olacaktır.’

 ‘Bayındırlık, bolluk, gelişme ancak çalışmakla olur. Halk çalışmaz ve kazanç peşinde koşmazsa bayındırlık ve pazarlarda darlık baş gösterir, durum değişir, halk korkudan rızık peşinde çevreye dağılır. Ülke veya bölge halkı azalır, evler boşalır, kasabalar yıkılır. Bu da devletin bozulması, sarsılması sonucunu doğurur.’

 ‘Zulüm herkesin sandığı gibi yalnızca karşılıksız ve sebepsiz olarak başkalarının mallara el koymak değildir. Zulüm, bundan daha genel bir anlam taşır. Kim ki başkalarının mallarını alır, işine el koyar veya şari’in farz kılmadığı bir hakkı onun üzerine farz kılar veya haksızca  sorumlu tutarsa, zulmetmiş olur.’

 ‘Malları haksızca toplayanlar zalimdir. Malları yağma edenler ve aşıranlar zalimdir. Halkın haklarını engelleyenler zalimdir. Tüm bunların sonucu devletin sarsılmasıdır ve sorumlusu da devlettir.’

 Başkalarına çalışmak, emeğinin ve girişiminin hakkını alamamak manasına ‘angaryanın’ en çetin zulüm çeşitlerinden biri olduğuna değinen İbn Haldun, ‘bayındırlığın gerilemesinde en çetin ve en büyük zulümlerden biri de halka haksızca yük yüklemek, bu yolla çalıştırmaktır. Çünkü iş, ancak mal edinmek için katlanılan bir durumdur.’

 ‘Bayındırlığın gerileyip devletin sarsılmasında payı olan zulümlerden bir büyüğü de, halkın ellerindekini düşük bir değerle aldıktan sonra bunu yine halka en yüksek fiyatla satarak halkı aldatmak, böylece halkın mallarına dolaylı yoldan el koymaktır. Zorlama ve el koyma yoluyla halkın mallarını haksız yere ellerinden almaktır…’

 Adalet kelimesinin muhtevasını belirleyip şeklini gösteren alıntılara Maverdi’nin ‘Edebu’d dünya ve din’ adlı kitabından kısa bir alıntıyla devam edelim:

 ‘Dünya işlerinin düzgün ve yollu yolunca olabilmesi için gerekli ölçülerin üçüncüsü şudur: Arabuluculuğa çağıran, boyun eğmeyi rızaya çeviren, ülkeyi mamur eden, adalettir. Bununla mallar gelişir, kuşaklar çoğalır, yönetici güven bulur.’

 ‘Hürmüzan, Hz. Ömer’in bekçisiz ve korumasız yattığını gördüğünde şöyle dedi: ’Adaletle davrandın, güven içinde oldun ve uyudun.’

 ‘Yeryüzünün bozulmasında ve halkın vicdanlarının yıkıma uğramasında zulümden daha etkin başka bir şey yoktur. Çünkü zulüm, sınır tanımaz ve tutarlı bir amaca götürmez. Tamamlanıncaya, sona erinceye kadar herkesin bu fesattan bir payı olur. Hikmet sahiplerinden biri ‘kuşkusuz adalet yüce Allah’ın terazisidir. Hak ve halk için onu ikame etmiştir…’

 Kitab-ül Haraç’dan alıntıyla bitirelim:

 ‘Valiler ve diğer görevliler adaletli davranmadığı sürece devlet başkanının adaletinden söz edilemez. Çünkü başkan görevlilerden sorumludur. Ne başkanın ne diğer görevlilerin halkın özgürlüklerini çiğnemek, onlara baskı yapmak gibi hakları yoktur.’ Peygamber şöyle buyurdu: “dünyada insanlara azap edenler, kesinkes ahirette azap görür.”

‘Hz Ömer, halka yaptığı bir konuşmada “Allah’a andolsun ki valilerimi yüzlerinize vursun ve mallarınızı alsın diye göndermiyorum. Onları ancak size dininizi ve peygamberinizin sünnetini öğretsinler diye gönderiyorum. Kim bunun dışında bir davranışta bulunursa bana bildirsin. Andolsun ki bu tür davranışta bulunanlara kısas uygularım…”

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir