Batının derdi ne ?

Batının derdi ne ?

Beşyüz yıllık bir demokrasi tecrübesi var. Deniz ticaret yollarını keşfettiğinde ticareti tekeline aldı, geride kalan toplumları ve kaynakları soygun ve talanla sömürdü ve sermaye biriktirdi, o sermayeyi üretime soktu, üretim aşamasında giderek geliştirdiği teknik icatlarla endüstriyel üretime geçti, pazarı tekeline aldı.
Parayı hükümran eden bir sistem kurdu, finans ekonomisini icat etti.
Klasik toplumsal yapıyı dönüştürdü, endüstri toplumu yarattı. İnsanları para karşılığı çalışmak zorunda bıraktı. Dolayısıyla Kiliseyi, aristokrasiyi ve monarşik idareleri tasfiye etti. Kendine yeter durumdaki her iktisadi modeli ve siyasi yapıları dönüştürdü.
19. Yüzyıla kadar literatürde olmayan bir kelime icat etti: Ulus, halk, vatandaş. Bu soyut varlık kan bağı, dil ortaklığı, tarih ve kültür birliği temelinde ulus toplumu ve ulusal iktidarı oluşturdu. Egemenliğin kaynağı artık ulusal iradeye ait kılındı, kendini yöneten halk oluştu.
Bu halk denen hayali, soyut varlığı kim icat etti, Burjuva. Tacir sınıf bir zamanlar dünyanın her tarafında toplumsal statü olarak en geri kategoriydi. Kategorinin başında kral, monark vardı, ardından aristokrat, asker ve çiftçi gelirdi.
Fransız devriminde Burjuva/tüccar siyasi iktidarı ele geçirmek için, krala ve aristokrasiye karşı “ben halkı temsil ediyorum” diyerek kendine meşruiyet buldu. Çünkü o güne kadar siyasi karar mekanı olan meclise alınmazdı. Kral mavi kanı, aristokrat toprak mülkiyetni temsil ettiği için siyasi aktördüler. İşte bu burjuva ilk kez kendi meclisini kurdu ve halkı temsilen demokrasiyi ilan etti. Meşhur “eşitlik, kardeşlik ve adalet” sloganları bu arka plandan üretildi.
İşin özü, kapitalist bir iktisadi sistem kurulmuş, laiklik ve demokrasi bu sistemin siyasal formu olmuştu. Artık sermaye, toplumsal kategoride en birinci tabakayı oluşturacaktı. Neyi temsilen, halkı. Neye karşı olarak, krallık ve kilise iktidarına. Yani ırsiyete veya dine dayalı bir yönetim değil seçime dayalı bir demokrasi. Bu arada demokrasiyi sağlama almak için güçler ayrılığı ilkesini keşfetti, diktatörlük yolunu, askeri cunta yolunu kapattı.
Demek ki neymiş, halkın kendi kendini idaresi demek olan demokrasi, gerçekte sermayenin iktidarıymış. Egemenliğin kaynağı neye dayanıyormuş, halka. Halk kim, somutlaştırırsak Alman, Fransız, İngiliz halkı. Bunların ne demek olduğu belli, laik seküler hukuku, kapitalist ekonomiyi, demokratik siyaseti, dine karşı özgürlük elde etmiş bireyi temsil ediyor. Ve bu halkın iradesi, kurulu sistemi işletecek iktidarı belirler amma velakin bu irade, asla ve kat’a başka bir sistem belirleyemez. Halkın da böyle bir talebi duyulmadı henüz!
Kominist iktisadi sistemi isteyenler gerçekte başka bir kapitalist sistemi isteyenlerdi. İkisi arasındaki fark, parayı kimin yöneteceği ile ilgiliydi. Devlet mi özel sektör mü? Fark buydu. Bu kadar kavga su götürürdü lakin kominizm ötekisine kıyasla yeğlenmişti bir zamanlar. Zaten bu devre boyunca başka bir düzen veya sistem önerende çıkmadı! Hıristiyanlık dolayımında din o işlere bakmıyordu!
Şimdi Batı böyle bir düzen kurdu ve bunu tüm dünyada geçerli kılmak istiyor. Batıda pazar tıkanıyor, sermaye atıl duruma geçti. 70’lerde kurduğu finans ekonomisi, özelleştirmeler yolu ile karlı her sektörü ele geçiriyor, faiz ve kredi yoluyla her devleti, şirketi ve hane halkını borçlandırıyor.
Tüm demokrasi, özgürlük hikayesi bundan ibaret. Liberalizmin hikayesi de bu. Gerçekte özgür olan sermayedir, sınırları aşması gereken Batılının ürettiği mallardır. Hükümetler bunun için yıkılıyor, devletler bunun için çökertiliyor, iç savaşlar bunun için çıkartılıyor, anayasalar bunun için yenileniyor.
Ve sermaye önüne çıkan bütün engelleri kaldırıyor. Sınırlar, gümrükler, ulus devletler, koruyucu ve devletçi ekonomiler, anayasalar vs. Yeter ki para serbest dolaşsın. Dilediği yeri, sektörü ele geçirsin…
Bu iş için en büyük engel ulus devletler, monarşiler, krallıklar vs. Ve bir de ne hikmetse geleneksel dayanışmayı ve ticareti yaşatmaya direnen Müslüman toplumlar! Demokrasiyi, insan haklarını ve serbest pazar ekonomisini savunanlar Müslüman coğrafyada kiminle iş ortaklığı yapacağını biliyor, düne kadar dışlanmış, horlanmış, bastırılmış toplumsal kesimle, yani düne kadar siyasi ve sosyal ve iktisadi rantı yiyen kentli, beyaz laikler yerine İslam demokrasisini savunanlarla! Bilmem anlaşıldı mı?

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir