Medeniyet Dediğin

Medeniyet Dediğin

Akif merhumun tariflediği gibi ‘bir canavar idiyse’ bu canavarlık, sadece Batı medeniyeti için miydi yoksa medeniyetin kendisine içkin miydi?

Medeniyetten ne anladığımız, ona öznel olarak ne mana yüklediğimiz ‘önemli’ ama medeniyetin kendisini anlamak için bu yetmez.

Medeniyet kelimesi Batıda gelişen sosyal toplumsal değişimin izahını anlatan bi kelime, iki yüz yıllık bi geçmişe sahip ve biz binlerce yıllık İslam tarihini bu kelimeyle okumayı yeterli görüyoruz..

Allah, isimlerinden bahsettiği peygamberlerini ‘medeniyet’ merkezlerine, başkentlere, yönetim üslerine gönderdi; insanlığa mesajını oralardan duyurdu; o merkezlere bağlı ahali Allah’ın mesajını bu sayede duydu.

Son peygamber kendi çağının hükümranı iki imparatorluğa, iki medeniyet merkezini temsil eden Sasaniler ve Bizans’a gönderilmedi; Kabe dolayısıyla Arap yarımadasının hem dini lideri, hem de Asya Afrika ve Avrupa’nın önemli ticari merkez kavşaklarından biri olduğu için ticari lideri olan Mekke şehir devletine ve şehrin özellikli toplumuna gönderildi. Burası medeniyet aşamasına geçmiş değildi.

Elbet Allah en doğrusunu bilir ama biz de anlamak istersek, acaba bu niyedir?.

Medeniyet dediğin aslında; siyasal ve askeri bir zorbalığa, bu sayede baş eğdirilmiş çoğunluktan toplanarak bir azınlığa aktılan finansal ve reel ekonomik soyguna dayalı maddi refahın zirvesidir; vicdansızca israfın, ahlaksızca ilişkilerin, yozlaşmış insanlık halinin ve dolayısıyla

Sıradan insanın içinde kendisini yabancı bulduğu düzenli kentlerin, yanında kendini alçalmış gördüğü görkemli ve şaşalı binaların, resmî ve dini maksatlı devasa yapıların vs, buralarda yaşanan lüks hayatların resmidir; hikayesidir..

Bu medeniyet deneni maneviyatla, ahlaki vicdani insani tutum ve ilişkilerle izaha kalkışmak, gerçeği allayıp pullayıp göz boyamak; yoksul ve çaresiz bırakılmış çoğunluğu bu görüntülerle uyuşturup itaat ettirmektir..

Tarihi zaman dilimlerinde nerde bir medeniyet oluşmuşsa orda, küfür, insanların kalplerinin derinliklerine işlemiştir; hidayet için gerekli eşik aşılmıştır.

Dolayısıyla tarihin her çağının kendine has oluşturulan medeniyetleri aynı zamanda baskının, sömürünün, zulmün, fesadın ve şirkin zirvesi; çürümüşlüğün ve çöküşün de işaretleridir.

Çürümüş, kokuşmuş, dejenere olmuş medeni hayatlar ve nesiller kahrolmalı; Nemrutları Firavunları Sezarları Ebu Cehilleri, Belamları ve Karunlarıyla birlikte yok olmalı; gelecek zamanın insanlığını da kirletip ürettikleri fesat yayılmamalıdır; helak bu sebeple vaciptir; adildir..

Son peygamberin medeniyet merkezlerinden birine gönderilmemesi, bunların çöküş zamanın geldiğine işaret olduğu kadar, orda başlayacak Müslümanlığın onlarla birlikte yok olup gitmesine izin verilmemesidir..

Kim pazarladıysa iyi pazarlamış olmalı ki Medine İslam devletinin medeniyetle ilişkisi kurulmuş; İslam medeniyeti diye bir yakıştırma akıllara sokulmuştur.

Hakikati öğrenmek isteyenler hicretle birlikte Medine şehrinde aslında ne olup bittiğini öğrenmeli; Batı medeniyeti karşısında aşağılık kompleksine kapılıp ‘bizim de medeniyetimiz vardı’ diye kendini avutmaktan kurtulmalı..

Basireti olanlar çağdaş uygarlığın ve medeniyetinin de zirveye ulaştığını, dolayısıyla küfrün kalplerin derinliklerine işlediğini, bu sebeple zulmün ve sömürünün ayyuka çıkıp fesadın karaları ve denizleri kapladığını görebilir; doğal olarak çöküşün kaçınılmazlığını izleyebilir.

Bu basirete sahip olmayanların kuyruğuna takıldıkları medeniyetle birlikte suça bulaşacaklarını söylemek abartı sanılmasın; sınırına gelen modern medeniyet çöküştedir.

Helakın nasıl olacağını Allah’tan gayrısı bilemez ama zalimlere destek olanlara ateşin dokunacağını her kes bilir.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir