Ahlaka Dair

Ahlaka Dair

Toplum/millet denen sosyal varlık kuramsal ve uygulama olarak, insan kalabalıklarının bir araya gelip/getirilip bir bütün oluşturmasıyla varlık alanına girer. Bütünlük belirli kuralların varlığı, yasaklanan sınırların oluşmasıyla sağlanan bir dayanışmaya ve birliğe dönüşür. Kurallar ve sınırların uygulanması ve denetlenmesi için vazifeli yönetim denen siyaset/devlet organizasyonu ile otoriter bir güce ve düzene evrilir..  

Tarih felsefesinde toplumla ilgili görüş ve uygulamadaki farklılık tevhid yahut şirk temelli dini kabullere dayanır. Bu hususta İslam harici iki görüşe müracaat edelim:

Aydınlanma dönemi rasyonel felsefik izah temelli projeye göre önce insan vardı, biyolojik ve sosyolojik olarak evrimleşti, hayvanları evcilleştirdi, alet üretti, üretimi biriktirmeyi nakliyeyi keşfetti, hukuk düzenledi, toplumu ve kent medeniyetini kurdu; toplumsal hayat ilerlemeci mantıkla hep ileriye doğru hareket etti, alet üreten aleti yaptığında teknolojiyi, endüstriyel toplumsal biçimi, kapitalist üretim tarzını ve demokratik siyaseti keşfetti. Her sosyolojik aşama hem insan münasebetlerini etkiledi hem de toplumsal kuralları değiştirdi..

Bundan önce Kilisenin kutsal inancı ve pratiği şunu diyordu: Tanrı ilkin toplumu yarattı, insan yaratıldığı toplumun parçası olarak vardı, evcil hayvanlar evcil olarak yaratılmıştı, insanlara ihtiyaçlarını karşılayacakları üretim, kullanacakları aletler, paylaşım, toplu yaşamanın temel bilgisi ve kuralları öğretilmişti, insan bunları giderek geliştirdi. Tanrısal kaynaklı hukuk kuralları, toplumsal düzenleme ve siyasal sistem inşa etti, toplumlar ya buna uyarak yahut reddedip azarak yaşıyorlar..  

Ahlak, toplumsal ve siyasal yaşamda uyulması gereken doğru, iyi ve güzel bilinen kuralların ve duyguların toplamını ifade eder. Bunların kişisel olanları vicdan olarak anılır. Toplumsal tarafta ahlak, yasa/kanun olarak dışa yansır, caydırıcı politik güçle korunur ve uygulanır.

Ahlak ve yasa bağlantısı hemen tüm toplumlarda genel geçer kabul gören bir anlayış ve kabule dayalıydı; ta ki aydınlanma çağına kadar. Bundan sonra değişim olacaktır. Kilisenin/dinin düzenlediği bir toplumsallık ve siyaset, son 300 yıldır tarih ve toplum dışı bırakıldığı için diğerine bi bakalım.

Aydınlanma felsefesi ya da düşüncesi doğrunun yegane rehberinin akıl ve bilimsel bilgi kabul edilmesiyle var oldu. Hakikatin kaynağı kutsal kitap ve metinlerin bildirdikleri değil akıl ve bilimle keşfedilendir. Kutsal olanın söyledikleri de buna göre değerlendirilecektir.

Akıl ve bilimin kaynağı ‘toplum-doğa-insan’dır. İnsan hakikati bunlardan keşfeder, sosyal gerçeklik olarak yaşar. İlerlemeci bir tarih akışı söz konusudur, değişim kuraldır, hep ileriye ve daha iyiye doğru evrilme olur. Doğal olarak toplumsal değişimle birlikte yasalaşmış ahlak kuralları da değişir..  

Burada mesele, ahlakın/ahlaki kuralların yahut yasanın/yasal düzenlemenin neye dayandığı, meşruiyetini neden aldığıyla alakalı olduğu kadar, sabitesinin olup olmadığı ve uygulama gücünün niteliğiyle de alakalıdır.

Aydınlanma çağına kadar geçen tarihsel ve toplumsal süreçte ahlaki/yasal kurallar tanrısaldı, bunlar göksel/ilahi kaynaklıydı. Yasaları uygulama gücü yöneticiye aitti. Yasamayı temsil yetkisi ruhban sınıfına hastı. Ruhban sınıfıyla yönetici sınıfın şartlara göre uyuştuğu yahut çatıştığı söylenmelidir. Çatışmanın sebebi, iki tarafında yetki alanlarını genişletme, diğeri üzerinde hükümranlık kurma mücadelesiydi..

300 yıllık modern tarihsel ve toplumsal gelişmede ve düzenlemede yeni olan, toplumsal örgütlenme ve siyaset yapma biçiminin, dinden bağımsız, kendi başına özerk bir kategori olan devlete ait olmasıdır. Tanrı devlet olarakta nitelenen modern devlette tanrısallık, uygulama yetkisinin yanında yasama gücünün de devlete has olmasıdır. Böylece devlet yasamanın da uygulamanın da tek yetkilisi olarak tanrılaştı. Bu alandaki dinin yetkileri iptal edildi.

Dolayısıyla artık tanrısal kaynaklı ahlak yerine akıl ve bilim kaynaklı yasalar devreye girmiştir. Bu düzenlemede varlık, yaratılış, toplum, doğa, insan, bilgi anlayışı değişmiş; dünyaya bakış açısı rasyonelleşmiş; varlıklar arasındaki münasebetler insan merkezli olarak yenilenmiştir. Toplumsal sosyolojik aşamaya/ilerleme mantığına göre de, “toplum-doğa-insan” kaynaklı “bilgi-düşünce-dil-değer-ahlak-münasebetler” yüceltilmiş, aynı zamanda bunlar değişken değerler olarak kutsanmıştır..

İlerlemeci tarih felsefesine göre toplumsal hayat durağan olmayıp hareketlidir, değişim kaçınılmazdır, değişime uygun olarak toplumsal ve ahlaki kurallar da değişecektir; bilgi-insan- varlıklar arasındaki münasebetlerde zorunlu olarak yenilenecektir. Burada esas olan, “toplum” denenin her şeyin kaynağı olduğu, her şeyi toplumsal aşamanın ve şartlarının belirleyici olduğudur. Toplumsal bütünlük ve birliğinde modern değerlere göre yenilenerek örgütlendiğidir.

Modern toplumsal ve siyasal hayatta tanrı/vahiy kaynaklı “kitaplı-şeriatlı-peygamberli” din yoktur, bu din ve dini kurallar/ahlak, toplumsal ve siyasal hayatın dışına ittirilmiş; vicdana, kişisel inanç, ahlak ve ibadete has kılınmıştır. Dolayısıyla din kaynaklı ahlak ve ahlaki kurallar yahut bu kuralları yasallaştırıp uygulayacak siyasette söz konusu olmayacaktır.

Bu toplumsal tarihsel çağda da din/dinler vardır ama bu dinler liberalizm, sosyalizm, faşizm, muhafazakarlık, ateizm, deizm gibi paganist dinler olarak peydahlanmıştır. Bu dinlere dayalı  ahlak ve ahlaki kurallar da vardır, geçerli kılınan bunların ahlaklarıdır, bunların ahlaki kurallarını yasallaştırıp uygulayan siyasetler devletler söz konusudur.

Paganist dinler “modern insanın” maddi hayatını, münasebetlerini, taleplerini, sorunlarını açıklayıp çözecek kuramsal izah ve pratikte göreceli başarı sağlamış fakat, dünyaya bakış açısı, yaratılışın izahı, varoluşun amacı, çözülemeyen sıkıntıların sığınağı ve gelecekle ilgili hususlarda insanları ikna edememiştir.  

Modern anlatının ve pratiğin/çözümleme bu alandaki yetersizliği, kitaplı-şeriatlı-peygamberli dinin açıklama ve çözümlerinin aklileştirilerek yeniden icadını becermesiyle kapatılacaktır.

Modern değerlere dayalı kurulu mevcut toplumsal ve siyasal hayatta tanrı kaynaklı dinin-şeriatın-ahlaki kuralların reel bir karşılığı olmadığı için dinin akli ve bilimsel izahlarla yeniden icadının meşruiyeti de böylece sağlanabilmiştir..

Dindarların yenilenmiş dinleriyle bağlantılı, toplum kaynaklı fikir ve düşünceleriyle irtibatlı olarak ortaya çıkan ahlak kuralları ya kapitalist, ya sosyalist ya da faşist ahlak kuralları olarak savunuldu. Bu kurallar;

Ya: Bir dünya düzenine dönüşen Kapitalist toplumsal dönüşümün gerçekliği olan “serbest girişim-pazar-birey-özgürlük-demokrasi-çalışma-üretim-kazanç-harcama-refah-mutluluk-haz” gibi değerleri ahlak edinildi;

Ya: Kapitalist pazar sistemini yaşatan ve yeniden üreten özelleştirilmiş kaynak tahsisi, ayrıcalıklı üretim tarzı ve süreci, adil olmayan paylaşım düzeninin ortaya çıkarttığı “yoksulluk-işsizlik-sefalet-mahrumiyet-sömürü” gibi haksızlıklara karşı isyanı ve başka bir dünya düzenini temsil eden “eşitlik-adalet-özgürlük-kamu mülkiyeti-hakça paylaşım-ayrıcalıklı sınıfın baskı aracı olan devletin yokluğu” gibi sosyalist değerler ahlak edinildi;

Ya: Sanayileşme aşamasını kaçırıp modern toplumsal ve siyasal düzeni ithal edenlerin “emperyalizm karşıtlığı-bağımsız milli devlet-militarist toplum-üstün millet-millete has tarihsel kimlik ve kültürün korunması” gibi milliyetçi değerler ahlak edinildi..

Ahlaka dair tarihsel arka planın bu kısa özetinden sonra söylenmeli ki, içinde yaşadığımız, kendisinden hareketle düşünüp tavır aldığımız, varlık alemi ve toplumsal planda münasebetler kurduğumuz sosyal gerçeklik, İslami hakikatin bir gerçekliği değildir.

Bireysel inanç ve tutumlarınsa bahse konu gerçekliği karşılayan toplumsal ve siyasal düzenlemelerde reel bir karşılığa tekabül etmeyeceği için özele has inanç ve tutum olacağından bahis dışıdır….

Mevcut kapitalist toplumsal siyasal ve kültürel hayat gerçekliği içinde ilahi kaynaklı, sünnet temelli ahlaklı bir Müslüman olmanın ve kalmanın zorluğu reel gerçeklik olarak kendiliğinden ortaya çıktığında bu hususta ne yapılması gerekeceği hususu, her şeye öncelik kazanır.

Her hal ve şartta, her toplumsal biçim ve siyasi düzende Müslüman olmak ve kalmak elbette mümkündür, bu hususta şüphemiz ve ümitsizliğimiz olamaz.

Çağımızın her kesime yansıyan şaşkınlığı ve yönlendirilmişliği elbette Müslümanlara da sirayet etmiştir. Diğerlerinin dönüp bakacakları referansları ve modelleri kalmadığına göre Müslümanların bu hususta kendi hallerine ve geleceklerine dair yol ve yön gösteren referansları ve modelleri orda durmaktadır.

Şu halde mesele, çağımızın hastalığı olarak tezahür eden, Müslümanların tarihlerinden ve referanslarından sapmaların nerelerde olduğunun tespitini önemsemek, bunun ve sonrasının sıhhati için tefekküre tezekküre tefakkuha ve istişareye başvurmanın gereğini kavrama meselesidir.

Önceliğin İslami akla, İslami düşünceye başvurmak olduğunda şüphe yoktur. İslami bilgiyi üretecek usule dönmenin zorunluluğu kendiliğinden belirdiğinde, mevcudun içinde Müslümanca sosyal bir hayatı düzenlemenin de, modern bilgi kirliliğinden ve onun ürettiği toplumsal gerçekliği temsil eden ahlaksızlıktan sıyrılmanın da yolu açılmış olur.  

Bu bağlamda söylenmeli ki, sıklıkla söz konusu edilip dini yeniden keşfe ve modernleşmeye yol açan kusurlu geçmişle çatışarak rahatlamak, akıl karı değildir. Tarihimizi doğru okumayı becerebilmeli, sahih referanslarımıza gereken değeri verip oradan hareketle günümüzü ve geleceğimizi İslamileştirmenin yolunu bulmalıyız.

Aksi hal, toplum referanslı din icadıyla ortaya çıkan ‘Müslümanların’ neden ahlaksızlaştığını anlamamakla sonuçlanacak aptallığı besleyecektir. Kitap-şeriat-peygamber kaynaklı ahlak ile toplum-doğa-insan kaynaklı ahlakın aynı şey olmadığını bilmeliyiz.

Kendisi, ailesi, komşusu, ticareti, sanatı, kazancı, harcamasından; siyaseti hukuku iktisadı düzenleyen kurallardan ve dayanağından, insanın doğa ve toplumla kurduğu münasebetlerden bağımsız bir ahlak düşünülemeyeceğine göre, İslam ahlakı, dendiğinde ilkin ve her daim haram helal ölçüsüne titizlikle riayet gerektiği söz konusu olacaktır.

İslam ahlakına bağlı kalınarak Müslüman kimlik kişilik gerçekleştirileceğine ve muhafaza edileceğine göre, İslam milletinin/toplumunun diğer toplumsal yapılardan farkı da, insanlar arasında yapılması gereken hakkın şahitliği de yaşanarak tezahür edecektir..

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir