Sızlanmalar Ne Çok Arttı

Sızlanmalar Ne Çok Arttı

1: Ne olduysa oldu son zamanlarda Türkiye dindarları arasından kimilerince ‘özeleştiri’ kimilerince nerede yanlış yaptık tarzı ‘günah çıkartma ‘seansları başladı!

Toplumsal vaziyetten, siyasal ve iktisadi gidişattan doğan, geleceği belirleyecek eğitim ve sosyal hayattan bir rahatsızlık var o belli de, bu işin aslı ne, biz ona bakalım. Yahut buraya nasıl geldik onu bir sorgulayalım.

İlk tespit; toplumlar durduk yerde buraya gelmez, sonuç, belirli biçimle biçimlenmiş bir iradenin ve sürecin mahsülüdür.

İkincisi; bu dünya hayatına ve varlık tanımına dair esaslı bir telakkinin, buna uygun amaç, araç ve hedefin baştan arızalı olduğudur.

Üçüncüsü; Kur’an’ın uyarısına rağmen kitap ehlinin başından geçenlerden ibret almamak, onların akıbetleriyle yüzleşmektir.

2: Özetle; bu dünyada niye varız, varlığımızı ne ile anlamlandırıyoruz, referansımız neye dayanıyor, eksiklik duyacağımız ve peşinde olacağımız şeyler nedir, bunlara nasıl ulaşmalıyız, ulaşınca onlarla ne yapacağız vs gibi çok temel soru ve cevaplarla ilgilidir bu işler.

Sorular ve cevapları insanlardan Müslüman olmayı değil, Müslümanca düşünmeyi ve her şeye Müslümanca bakmayı gerektirir. Çünkü:

Müslüman olmak kadar Budist, Şintoist, deist, sosyalist, liberal, faşist veya muhafazakar olmak doğaldır, çevre kültürü ve sosyal yaşam biçimiyle yakından alakalıdır dolayısıyla kolaydır. İlla şuurlu bir dünya görüşüne, sağlam bir mantaliteye uygun başlangıç yapılmaz hatta, sürdürülmez. Şu halde önemli olan bir şey olmak değil, niye, ne olmanın ve olduktan sonra da muhafaza etmenin gerekliliğidir dolayısıyla.

Hz. Yusuf’un Peygamber olmasına, başından geçen onca şeyle imtihan olmasına ve hepsini de başarmasına rağmen Allah’tan ‘canını Müslüman olarak almasını, kendisini salihler arasına katmasını’ istemesini, bu bağlamda düşünelim.

3: Bu ülkede olan biten hemen tüm dünyada benzeri olan bitendir; küreselleşmiş bir dünyada, onun yayıp etkin kıldığı bir kültürde, bu kültürün düzenlediği sosyal hayatın içinde yaşıyor, tayin ettiği amaç ve hedefin peşinde koşuyoruz. Müslümanlarda diğerleri gibi bozuldular; küresel kültürün kurup etkinleştirdiği zihinle düşünüyor, sosyal ilişkileri buna uygun olarak düzenliyoruz. Dolayısıyla biz de kendi tarihimizi, dünya görüşümüzü, tarihsel tecrübemizi, ilim üretme usulümüzü, sünnete uygun toplumsal yaşam tarzımızı, devletlerden bağımsız cemaatler ve mezhepler halinde hayatı düzenleme esaslarımızı terk ettik. Terk ettiklerimizin yerine:

Askeri olarak mağlup olduğumuz Batı merkezli dünya görüşünü, kurumsal ve yasal yapıları ithal ederek yarışı onların kulvarında, onlarda olanı taklit ederek, onlar gibi güçlü ve kuvvetli olarak yaşamaya karar verdik. Hatta hesaplaşmayı böyle yapacağımızı düşündük.

Müslümanlar bakımından bu evveliyatla dini telakkinin, dünya görüşünün, sünnetin ve usulün terk edilmesiydi. Bunu yaptığımız içindir ki:

İslamı modern akılla, bilgiyle yeniden anlamak, dünya görüşünü postmodern olanı dahil seküler kültür lehine yeniledik. Farkında olmadığımız şeyse, içinde yaşadığımız kültürün zihnimizi ve sosyal ilişkilerimizi kendisine benzeteceğiydi. Farkında olalım yahut olmayalım kamusal hayatta ve günlük yaşamda hepimizi etkileyen kültür buydu.

4: En temel değişim, tipik Protestan Hıristiyanlara benzemekle sonuçlanan ‘şeriatsız/fıkıhsız/hukuksuz’ dolayısıyla sünnetsiz bir İslam anlayışını icatta görüldü.

Bunun doğal mahsulü dini bir ‘itikad, ahlak, sevgi, ibadet, dua’ şeklinde kavranan teolojik kalıba sokarak kamusal hayattan dışlamak, onun yerine vicdana, bireyselliğe, özgürleşmeye ve tüketerek haz almaya motive edici moral değere dönüştürmekti.

Din, bu telakkiyle kemale erdiğinde dünya hayatında varoluş sebebi ‘çokluk, servet, iktidar, refah ve konfor’ içinde yaşamaya, ne şekilde olursa olsun bunlara ulaşmaya, bunları elde etme idealini kutsamaya dönüştü.

Dolayısıyla itikadi anlayışta ahiret, hesap günü bağlantısı koptu; peşine düşülen ve eksiklik sayılan şeylerin nasıl elde edileceği, edilince bunlarla ne yapılacağı sorusu ve cevabı yok oldu..

5: Şu halde ‘başa gelen çekilir’, ‘ellerimizle yaptıklarımız başımıza gelir.’  Nerede yanlış yaptık gibi esaslı bir soru sorup son 200 yılı tahlil etmezsek, sızlanmanın, ağıt yakıp durmanın bir faydası olmayacak. Kaldı ki şayet bu serzenişler başka biçimiyle gönül rahatlatma sebebine dönüşebilir. Her şeye rağmen tevbe kapısının hep açık olduğunu unutmayalım.

Tevbe, ciddi bir hesaplaşmadır. Mesele, kamusal düzeyde hatalarsa tevbe aldatılanlar, hakkı çiğnenenler, günü ve geleceği karartılanlar önünde yapılır. Bu ahirette mahçup olmaktan evladır..

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir