Enflasyon Belası 

Enflasyon Belası 

Tarim, sanayi ve hizmet üretim etkinliği hammadde, aramal, emek, sermaye, girişimci, teknoloji vs üretim sürecini belirleyen temel unsurlar ve girdilerdir. Her hangi bir ürünün maliyetini dolayısıyla satış fiyatını belirler. Bir ülkenin para değerini, alım satım ve değişim ölçüsünü üretim gücü ve, kalitesi ve miktarı tayin eder.
Bir ülkede siyasi, hukuki bir istikrar varsa, toplumsal düzen stabil ise fiyatlarda bir değişim olmaz, paranın değerinde düşme ve yükselme de olmaz. Dolayısıla paranın alım gücü hep yukardadır…
Buna karşılık finans ekonomisi diye bir sektör var, üretim sürecindeki girdilerin fiyatlarını, paranın değerini, kazanç ve kayıp oranını, tasarrufu, beklentileri vs etkileyen unsurlardan oluşur. Bankalar üzerinden doviz ve faizle, borsalar üzerinden tahvil ve hisse senetleriyle işlem gören ayrı bir piyasadır.
Reel üretimde yapılan tüm üretimler, mali piyasada oluşan oranlara bağlıdır. İhtiyaçları içerden üretim yaparak yahut dışardan satın alarak karşılama tercihini belirler. İhracat temelli üretim ekonomisi dovize bu nedenle ihtiyaç duyar. Doviz kurları faiz oranlarını etkiler.
Fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi alım gücünün ve kazançların düşmesi anlamına gelir. Bu duruma enflasyon deniyor. Özü, yerli paranın değer kaybetmesidir. Temel unsur, üretim gücünün içerde düşmesi, dışarıya bağımlı hale gelinmesidir. Yeterli tedbirler alınmazsa ekonominin durgunlaşmasına, işsizliğe, yoksulluğa, varlıkların değerini yitirmesine ve giderek sistemin çökmesine yol açar…
Türkiye, 2018 Haziran ayında yapılan siyasi sistemin değişmesiyle birlikte ağustos ayında ekonomik kriz göstergeleriyle sarsıldı. Doviz fiyatları patladı, faiz oranları yükseldi. Üretim sürecindeki girdilerin maliyetleri yükseldi, mal ve hizmetler pahalandı. Kredi bulma ve borç erteleme imkanları daraldı. İşletmeler zora girdi. gelecekle ilgili fiyatlama yapılamaz oldu. Varlık fiyatları tepe taklak aşağıya düştü. İthalata bağımlı ihracatta düşme oldu…
Bu durum maliyet enflasyonuna yol açtı ki yapısal önlemler alınmazsa iflaslar başlayacak, işsizlik artacak, üretim düşecek dolayısıyla ulusal gelir azalacak, yoksulluklar baş gösterecek. Burdan çıkışın yolu parasal tedbirler almak değildir çünkü enflasyon talep enflasyonu değildir.

Ülkede Eylül ayı verilerine göre ÜFE %46), TÜFE %25’dir. İkisi arasındaki fark %21. Bu maliyet enflasyonuna işaret ediyor. Yani, üretimin maliyeti daha yüksektir, fakat alım gücü düştüğü için satış fiyatlarına yansımıyor. Üretim devam etmesi içinse tüketici fiyatlarının üretici fiyatlarına ulaşması gerekecektir. Bu olmazsa çok daha kötüsü arkadadır.
Üretici işletmelerin maliyeti (döviz kuru, artan faizle birlikte kredi erteleme, taze para bulma zorlaşınca, emek ücreti hariç bütün girdilerin maliyeti otomatik olarak yükseldi. Bu duruma göre satış fiyatlarının yükselmesini engellemek ve denetlemek için alınan zabıta tedbirleri, doğru tedbirlerin alınmadığına işaret ediyor.
Korunanlar ve tekelleşenler hariç (bunlar azınlıktır) batmamak için elindekini düşük fiyata satmaya zorlanan, tedarikçisine ve bankalara olan borcunu ödemek için direnen üretici ne yapar? İki adım sonrası ne olur? İşçi çıkartma, üretimi düşürme, kapatma. İflas, zincirleme iflas. Nitekim giderek artan konkordatolar bunu gösteriyor.
Zabıta eliyle etiket denetimi yapılması, üreticileri ve satıcıları spekülatör ve stokçu olarak algılatması, özellikle temel gıdada fiyat indirimi yaptırıp merdiven altı kalitesiz üretimi teşvik ettirip insan sağlığıyla oynaştırması, ithalatla üreticiyi tehdit edip üreticilikten soğutması vs, doğru değil. Hiç değil.
Alınması gereken tedbirler bunlar değil. Tedbirlerde bilinmeyen şeyler değil. Büyük iktisatçı olmaya falan gerek yok. Sadece tercihler yanlış. Gerçekçi olmak yahut politik popülizme sapmak arasında ülke için doğru olanı yapmak.
Politik riskleri göze alınmazsa geçici çözümlerle sorunlar sadece ertelenmiş olur fakat, kısa sürede o sorunlar katlanarak geri döner. Tıpkı 5 yıldır göstere göstere gelen finans krizine karşı alınması gerektiği halde popülist tutumlarla alınmayan tedbirlerin ağır faturasının günümüze büyük sorun olarak gelmesi gibi.
İnsanları üretimden soğutmak, üreticiyi üretici olmaktansa finansçı, borsacı, faizci ve ithalatçı olmaya zorlamak ülke için tehlikelidir. İnşaat sektörüyle kalkınma hamlesine girişip oy potansiyelini korumak mümkün oldu fakat kaynakların çoğunun geri dönüşü olmayan betona yatırılmasının bedeli, tüm halka yüksek maliyet olarak geri döndü. İthalatla üreticiyi tehdit ederek alınan yol sonuçta tarım sektörünü öldürdü. Hala ders çıkratılmadı mı?
Hz Ömer’in sözünü hatırlama zamanıdır: İnsanlar ihtiyaç duyduğunda elleriyle helvadan putlarını yapar ama acıkınca onları yerler! Politikacıların kulağına küpe olsun. Şahsi çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koymasın.
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir