Adil ve Bağımsız Yargıya Dair

Adil ve Bağımsız Yargıya Dair

1. Cumhuriyet tipi devlet modelleri kurulduğunda, kendinden önceki devlet modellerinin “tekli iktidar” yapılarını temsil eden kral prens, sultan şehzade tipi yöneticileri tasfiye edilmiş, bunlara has iktidar tekellerini yeni dönemde “üçlü iktidar” olarak kurumlara paylaştırılmıştı.
Bu gün hemen herkese ezber tekrarı yaptırılan “yasama-yürütme-yargı” üçlü iktidar yapısı, bunların birbirinden bağımsızlığı, kuramsal  ‘yasama meclisi, hükümet/iktidar ve yargı mekanizması’ olarak ortaya konup kurumsallaşmıştı. Bu üçlü iktidar kurumları birbirinden bağımsız, birbirini dengeleyen ve denetleyen iktidar güçleri olacaktı.
2. Çoğunluk iktidarını kutsayan cumhuriyet devlet modellerinde söylenenin tersine aslında, iktidar hep tekli oldu. Yürütme, çoğunlukla iktidarı “tek-elinde” tuttu. Sürekli eskinin olumsuzluğuna yapılan göndermeyle bu gerçek başarıyla gizlendi.
Seçimlerde çoğunluğu alan partiler doğal olarak yasama meclislerinde de çoğunluğu sağladı. Hükümeti bu çoğunluğa dayanarak kurdu. Dolayısıyla yasama gücü iktidarını, yürütme gücü eline aldı. Yasama meclisinde zaten çoğunluğa sahip olduğu için istediği yasayı çıkartabildi. Böylece iki iktidar tek iktidara dönüştü.
Meclisten çıkan yasaları uygulamakla vazifeli olan adli sistem, zaten bürokratik bir mekanizmaydı. Dolayısıyla yargı, bütçe harcama tekeli elinde olan, atama ve özlük hakları nedeniyle göbekten bağlı olduğu yürütmenin emrine girdi. Böylece üçlü iktidarın son ayağı olan yargı da yürütmenin eline geçti. Böylece üçlü iktidar, tekli iktidara dönüştü.
Şu halde “adil” ve “bağımsız” bir yargıdan bahsetmek, yasama meclisi iktidarından bahsetmek kadar gerçeğe tekabül etmeyen, ezber tekrarı yapmaktan gayri bir temenniye ve tecrübeye dayanıyor.
3. Modern çağda bu meselede en doğrusunu Amerika cumhuriyet modelinin yaptığı söylenebilir. Tüccar toplum örgütlenmesi, seküler, ladini hukuk temelinde siyasi yapılanması akıldan çıkartılmadan söylenmeli ki; Amerika’da yasama, bütçe, yargı ve yürütme/başkanlık, gerçekten de birbirinden bağımsız, bütünüyle kendi iktidar alanlarında hükümran olan bir cumhuriyet modeli kuruldu. Amerika’da başkan, sınırlı insiyatif alanıyla payı kadar iktidara sahip, gerçekteyse temsilden öte kıymeti harbiyesi olmayan biridir.
4. Avrupa, Tarihi tecrübesi itibarıyla sahip olduğu sınıflı toplum yapısı, modern çağda yaşadığı iç savaşlardan edindiği acı tecrübeyle kazandığı uzlaşmacı kültürü ve demokratik standartlarını çoğalttığı siyasi tecrübesi nedeniyle, Amerikadan daha alt seviyede birbirinden bağımsız üçlü iktidar yapısını yaşamaktadır.
5. Afrika, Asya, Ortadoğu ve Slavlar demokrasiyi ithal ettikleri için biribirinden bağımsız üçlü iktidar yapısı tecrübesi kazanamadılar. Bu coğrafyada ortaya çıkmış devlet gelenekleri her zaman tekli ve otoriter iktidar yapısını muhafaza ettiler, iç ve dış şartlar zorladığındaysa makyajlarla işi geçiştirdiler. Dolayısıyla partiler ve diğerleri, tekli devlet iktidarını tekrar tekrar ürettiler.
Bu coğrafyada hukuk, adil yargılama ve bağımsız bir yargıdan bahsetmek sadece konu olarak bir şeyden bahsetmektir dolayısıyla hak aramak veya muhalefet etmek, hangisi olursa fark etmiyor iktidarın insiyatifine kalmış bir sertlikle karşılık bulmayı göze almaktır. Bu tür devlet yapısını değiştirmeyi düşünmekse sosyalist değilseniz şayet İslam şeri hukuk nizamını savunanların dünyaya gelip tarihe girmeleriyle mümkündür.
6. Üçlü iktidar yapısının teorideki son temsilcisi olan Rousseau, sınıfsal olarak asillerdendi. Soyluların cumhuriyet halk mahkemelerinde yargılanmasından, mallarının müsadere edilmesinden ve haksız yere öldürülmelerinden çok rahatsızdı. Doğrudan karşı çıkamadığı için yargıyı üçüncü iktidar gücü olarak savundu. Oysa o da biliyordu ki yargı, yasama meclisinin çıkarttığı kanunları uygulayan dolayısıyla yürütmeye bağlı kalan bürokratik bir mekanizmaydı. Dolayısıyla yargı bağımsızlığı ve adil yargılama diye bir şey söz konusu olamazdı.. Onun derdi, hiç olmazsa asilleri, asillerin üyesi olduğu mahkemeler yargılamalıydı.
7. Aradan uzunca bir süre geçtiği için artık unutulmaya yüz tutmuş İslam şeriatına dayalı Müslüman devletler geleneğinde, gerek kuramsal (Kur’an) ve gerekse uygulamada (sünnet), yasa yapma yetkisi ve yargılama gücü, Tanzimatla başlayıp cumhuriyetle neticelenen değişime kadar, sultanların tekelinde hiç olmadı.
Raşit dört halife sonrası uygulamada, sarayların ve sultanların sadece iktidar olma imkanlarının İslam dışı olduğu, sadece siyasi alanda iktidar sahibi oldukları için bu alanla sınırlı otoriteleri söz konusuydu. Zalimlikleri ve zulümleri devlet bürokrasi ve bütçe harcamalarıyla sınırlı kalmıştı. Buna karşılık yasa yapma yetkisi ve yargı gücü, devletin elinde hiç olmadı.
8. Yargı, hüküm verme merciidir. Ciddi ve kapsamlı sonuçları olan bir iştir. İnsanın “tanrılaştığı” tek vazifedir. Yasamanın neye dayandığı kadar kimin yargıladığı da önemlidir. Teoride kalabalıkları toplum kılan, birlikte ve beraber tutan, siyaseti, iktisadı, sosyal hayatı dahil hayatın tümünü alakadar eden bir temel unsurdur. Dolayısıyla;
Hangi teori ve tecrübeden adil ve bağımsız bir yargı çıkacağına karar vermek için elimizde dayanak noktası ve tecrübi katkı olmalıdır. Modern olanında adil ve bağımsız bir yargılamadan bahsetmenin dilek ve temenniden öteye geçmeyeceğini söylemeliyim. Yaşadığımız dünyanın hali ortadadır ve bu durumun en etkili sorumluları adalet mekanizmasıdır.
 
 
 
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir