“Kut-lu” Doğum Üzerine

“Kut-lu” Doğum Üzerine

1.Diyanet işleri başkanlığı bu yıl kutlu doğum etkinliklerini Mevlut Kandiliyle aynı güne denk getireceğini dolayısıyla bu yılın Kasım ayının 29’unda kutlama yapılacağını ilan etti.
Herkesçe malum bir çevrenin Vatikan Kilisesinin inancı ve tanrılaştırılan Hz. İsa’nın doğumunu kutlamasıyla bağlantılı olarak 80’lerin sonuna doğru başlattığı, sonradan diyanet işlerinin bu işe el atıp aynı adla bu işi devam ettirdiği kutlu doğum haftası, bilindiği üzere Hz. Muhammed’in doğumunu kutlamak için her yıl yurt çapında sürdürülen bir etkinliğe dönüştü.
2.Kut kelimesi, kökeni Orta Asya’daki göçebe Şamanist kavimlerin inancına ve hayat tarzına dayalı, ‘yaşam gücü’, ‘hayat, uğur, canlılık ve bereket’ veren Tanrı anlamıyla bağlantılı bir kelime. Kut, kut-sal, kut-sa-ma, kut-san-ma bu anlam dünyasına ait kelimeler. Türk devlet geleneğinde ülkeyi yönetme yetkisinin Tanrı/Kut tarafından hükümdarlara verildiği, hükümdarın ilahi kaynaktan gelen kut-san-mış yetkiyle üstün güçlere sahip olduğu, bu sebeple hükümdarların ‘soyu ve kanının’ kut-sal olduğu inancını da ifade eder. İtaat, dokunulmazlık, saygı bu sebeple hak edilmiş olmaktadır.
Günümüz Türk-İslam kültüründe hala yaşatılan yargılanamaz, sorgulanamaz kut-sal devlet ve kut-lu devlet adamlığı anlayışı bu tarihsel köklere dayanan bir kabule işaret eder. Peygamberin doğumunu kut-la-manın, onun peygamberliğini değil cismaniyetini yahut kanı ve soyunu kut-sa-yıp kut-sal-laştırma da bu zihinsel kodlara, kültürel bağlara dayalıdır.
‘Kut, kut-lama, kut-sal, kut-sama’, tanrıyı, tanrısal bir bağı ve yetkiyi çağrıştırdığı için kut-sal-laştırılan şey her kim veya her neyse, kut-lu kılınmış, sorgusuz itaati, engin sevgiyi, samimi saygıyı ve kut dolayımından tanrısal bağlılığı hak etmiş olmaktadır. Çünkü kut, o şeye ve kime, bu gücü ve yetkiyi verip kut-samıştır. Dolayısıyla eleştirilemez, karşı çıkılamaz, sorgulanamaz bir varlık veya şey ortaya çıkar ki ‘kula kulluk’ dediğimiz bir vaka böylece oluşur.
Hz. Muhammed’in doğumu, ‘kut-lu doğum’ adıyla ‘kut-sa-nır, kut-sal-laştırılırsa’, milletin hafızasında ve kültüründe yer tutmuş zihinsel kodların yönlendirdiği tavırlarla, hem Şamanist putperestliği, hem de Hıristiyan inancı ve kültüründe Hz. İsa’dan mülhem kut-sal-laştırılmış ‘vücut-doğum-yaş günü-evlilik-ölüm’ gibi kutlamaları ihya eden bir ‘kut-sama-yı’ beraberinde getirir.
3.İslam inancında ve kültüründe kut, kut-sama, kut-sal-llık diye bir kavram ve bu kavramın çağrıştırdığı bir davranış biçimi yoktur. Dolayısıyla ne Kâbe, ne Kur’an, ne Kudüs, ne Hz. Muhammed ve diğer peygamberler, ne Hz. Musa’ya vahyin kitap halinde verildiği Tur Dağı, ne emin belde, ne Mabetler, ne melekler vs kut-san-mış, kut-sal varlıklar değildirler.
Kur’an’da anılan bu varlıklar ve eşya, Allah tarafından kut-san-mış değildirler. Dolayısıyla bunların her birinde gizli ve özel güçler yoktur, bunlar kendi başlarına günah ve sevap kazandıran, korkudan emin kılıp feraha ulaştıran, dualara icabet edip karşılık veren, günahları affeden birer ilah değildirler. Allah’ın ortakları ve yardımcıları da değildirler. Bunların hiç biri, kendileri, kendiliğinden hiç bir güce, kudrete ve yetkiye sahip kılınmadılar, kut-san-madılar. Kut adına bir iş yapacakları ve yaptıkları da bildirilmedi.
Adı anılan bu varlıkların her birisi, sadece kendisiyle yapılacak işler (Hac için Kabe ziyareti, ibadet için mabet, vahyi duyurmak için peygamber, Allah’ın sözlerini okumak için kitap vs) dolayısıyla, Allah’ın bildirmesiyle, kendileri vazifelendirildikleri işler için birer işaret kılınmış varlıklardır. Temiz tutulmaları, hürmet edilmeleri sadece kendilerinin Allah’ın varlığına, kudretine işaret olmalarından, yapılacak işleri ve yönelinecek varlığı ve gücü hatırlatıcı vazifelerinden dolayıdır.
İslam inancı ve kültüründe ‘Kuddüs, Mukaddes-Takdis-Haram-Mahrem’ gibi kelimeler ‘tesbih ve tenzih’ ekleriyle beraber kullanılan, yasak ve serbesti için sınırları belirten kelimelerdir. Yüceltilecek, eksiklerden ve acizlikten uzak tutulacak, tek sözü dinlenecek ve tek saygıyla karşılanacak ‘yegane varlık’ manasına, sadece Allah için kullanılan, Sadece Allah’ın bildirdiği hadleri gösteren kelimelerdir. Çünkü yaratan yaşatan Allah’tır, hayat ve rızık veren, haramı helali belirleyen, öldürüp yeniden diriltecek ve hesaba çekecek olan da sadece odur.
Duaları işiten, sıkıntıları gideren, feraha ulaştıran, korkudan emin kılan, günahları affeden, tek doğru yolu gösteren de, sadece Allah’tır. Bir tek Allah’tır. Allah’ın yarattığı varlık aleminde her ne varsa hepsi ona, ortaksızlığına, gücüne ve kudretine işaret eder, hepsi sadece Allah’ı hatırlatır.
4.Müslümanlar, bu inanca sahip insanlar oldukları için hayatlarında hiç bir varlığı, insanı, eşyayı, nesneyi kutsal saymazlar. Onları yüceltmez, onlara sığınmaz, onlara tapınmazlar. Onlara yakarmaz, onlardan beklemez, onları aracı kılmazlar.
Hz. Muhammed hariç hiç bir Peygamberin mezarı bilinmez. Peygamberlerin ne zaman doğdukları, ne zaman öldükleri , nerede yaşadıkları tarihsel olarak nice sonra kayıtlara geçmiştir ama bu tarihler ve mekanlar önemsenmemiştir. Kutlanması için özelleştirilmemiş, hatırlanmaları için cismaniyetleri vesile yapılmamıştır. Peygamberlerin eşleri ve çocukları dahi kendi zamanlarında kutsallaştırılmamış, ayrıcalıklı muamele görmemiştir. Herkes neyse, peygamber sülalesi de o olmuştur.
Müslümanlar, Allah’ın elçileri olmaları, hakkı hatırlatmaları ve getirdikleri dini açıklayıp örneklik ederek göstermeleri sebebiyle Peygamberlerine itaat etmişlerdir. Peygamberlerinden dosdoğru yolu öğrendikleri için onu rehber edinmişlerdir. Bildiler ve inandılar ki Peygamberler vazifelerini yaptılar. Peygamberlere destek olmak, salat ve selam getirmek, Peygamberi değil, peygamberlerin getirdiği ve gösterdiği hak dine uyarak kendilerini kurtarmaları içindi.
Peygamberler Allah’ın elçileri oldukları için Allah ve melekleri tarafından desteklenmiş, mümin olanlarda bu sebeple onun getirdiği dini ve davayı desteklemişlerdir. Peygamberlere salat ve saygı bunun içindir. Hiç bir peygamber kendisine tapınmayı, kutsanmayı, insanüstü tutulmayı istememiştir. Çünkü kendileri de getirdikleri kitaplarla sorumlu tutulduklarını beyan etmişlerdir.
5.İnsanlığın ikinci en eski dini şirk dinidir. Şirk, saf tevhid dininin bozulmuş halidir. Allah’ın gönderdiklerini beğenmeyip kendi heva ve heveslerine uyarak başka şeylere de itibar eden, kendilerince inanıp yaşamak isteyenlerin dinidir şirk. Bunlara müşrik deniyor. Yani Allah’ı yeterli bulmayan, tevhid dininde eksiklik ve çelişki görenler, eksikliği kendileri tamamlayanlardır bunlar. Tarih boyunca gerekçeleri ise hep aynı olmuştur: Çağ, değişim, mevcut sosyo politik şartlar, siyasi durum, statü, kozmik kültür, dil, vs.
Müşrikler, Allah’a inandıkları halde Allah’ın yardımcıları, ortakları, oğulları ve kızları olduğu inancıyla var oldu, uydurdukları bu varlıkları yüce ve aracı olarak kabul ettiler, kendilerini böyle savundular. Tarihsel dönemi ve şartları gereği, şekli ve cinsi ne olursa olsun her daim Allah’a ortak ve yardımcılar, Allah ile aralarında kut-sal aracılar bulundurdular.
Allah’ın ortakları veya yardımcıları olarak yüceltilen, özel vasıf ve yetkilerle donatılanlar, gizli güçleri olan kutsanmış varlıklardı. Sıra dışı özellikleri olanlardı. Sıradan insan, aciz ve zayıf insan, başı, kendi çözemeyeceği kadar büyük bir derde düştüğünde kendi derdine derman olamayan insan, Allah’a sığınmak ve ondan istemek yerine, sığınacağı, yardım dileyeceği, kendinden daha değerli kıldığı bu  yüce varlıklara iltica etti. Bunların yanında özel davranışlar sergiledi, özel giysiler giydi, özel vakitler tayin etti. Onlara sunaklar sundu, kurbanlar kesti.
Müşriklerin tarih boyunca ve günümüzde yücelttikleri varlıklardan canlı türler olarak genelde Peygamberler, Azizler, Azizeler, Melekler, Şeytan, Ruhlar, Kurucu Atalar, Şeyhler, Dedeler, Dervişler, Seyyidler, Sultanlar, Komutanlar, Liderler, Varlıklılar, Lordlar, Kontlar, Prensler, Ruhbanlar, Sanatçılar, Sporcular, vs oldu. Cansız türler olaraksa genelde Mekanlar, Putlar, Totemler, Vadiler, Dağlar, Kayalar, Ürünler, Markalar, Towerlar, Saraylar, Bankalar, anıt mezarlar vs seçildi.
Bazen de bazıları kendilerini, böyle vasıf ve yetkilerle donanmış özellikli varlıklar olarak sundular, insanların zayıf duygularından ve aciz hallerinden istifade etmenin, insanları kendilerine kulluk ettirmenin yollarını buldular. Aciz ve çaresizleri, bilgisiz ve zayıfları istismar ettiler. Doğal olarak bunlarda da geleceği bilen tanrısal güç, yetki ve gizemli olarak vehmedildi. Bunlar da kutsal sayıldı, kutsandılar, kutsal muamele gördüler. Bunlara örnek olarak Sihirbazları, İlliyonistleri, yıldıznamecileri, Muskacıları, Doktorları, Yaşam Koçlarını, Ruhbanları, vs anabiliriz.
Bu üçlü tasnifle örneklediğimiz varlıklar ve nesneler kutsallaştırılan şeylerdir. Kutsallaştırma ya tanrı tarafından kutsanmış yada insanların kendilerinin kutsadığı şeyler olarak kabul edildiler. Dikkat edilirse başı değişik şekillerde sıkışanların derdine derman bulmak istediği için baş vurduğu şahıslar, yerler ve şeylerdir bunlar.
6.Hanif Tevhid dini, bütün bunları reddeden, bütün bu şirk unsurlarından arındırılmış saf ve temiz bir dindir. Bu sebeple Allah, kullarına hep hatırlattı. Başından beri hatırlattı. İşaretlerle, ayetlerle, mucizelerle hatırlattı. Azgınlaşan toplumların bazılarını açlıkla, bazılarını korkuyla muhatap ederek, bazılarını helak ederek hatırlattı. Diğerlerine misal olsunlar diye helak edilmiş toplumların bazılarının yaşadıkları mekanları geride bırakarak, yaşatarak, bakıp görsünler diyerek hatırlattı. Peygamberler göndererek, kitaplar indirerek hatırlattı. Hem hatırlattı hem de uyardı. Ve bu yaptıklarınızdan razı değilim dedi. En büyük günah bu dedi.
Kur’an’da Allah, kendisini hatırlatırken özetle vurgusu keskin en kısa sure olan İhlas’da şöyle tanıttı:  “De ki, Allah bir tektir. Her şey ve herkes ona muhtaç, o ise hiç bir şeye ve hiç bir kimseye muhtaç olmayandır. Kimsenin ana babası olmadığı gibi, kimse de onun ana babası değildir. Yaratılmışlardan hiç bir şey onun dengi ve benzeri olmadı, olacak da değildir. O böyle bir tektir.”
Yaratılmış hiç bir şey Allah’ın bir parçası değildir. Allah hiç bir varlığa, soyut ve somut eşyaya, nesneye kutsiyet vermedi. Her şey yaratılmış, vazifelendirilmiş, bir ömürle yaşam sahibi kılınmıştır. Yaratılan her şey yok olacak, insanlar ve cinler hesap için yeniden diriltileceklerdir. Peygamberler de hesap vereceklerdir. Sadece Allah baki kalacaktır çünkü o hem ezel ve hem de ebeddir.
7.Bu anlatılanlardan sonra ülkemizde kutlu doğum haftası etkinleri olarak yapılıp edilenler arasında Peygamberin şahsını, vücudunu, doğumunu kut-sayan-ları nereye koyacağız? Onu efsaneleştiren, insanüstü bir varlığa dönüştürüp kutsallaştıranlara yahut, Peygamber kendi zamanının ve şartlarının peygamberiydi, çağlar, toplumlar ve şartlar değişti, şimdi bize örnek olamaz deyip onu sıradanlaştıranlara ne diyeceğiz?
Şayet, Yunan ve Roma paganizminin yarı insan yarı başka varlık yapıp tapındıkları büyüklü küçüklü, babalı oğullu ve kızlı putperestliği gibi, Yunan ve Romalıların kutsadıkları ve yarı tanrı yapıp itaat ettikleri yöneticilerini ve soylu efendilerini kutsallaştırdıkları gibi, bunlardan görüp öğrendiği için aynı şeyleri Hıristiyan teolojisine aktarıp Hz. İsa’yı putlaştıran Hıristiyanlar gibi, kitap ehli gibi, evet bunlar gibi yaparsak, yapıyorsak, ne yapmış oluruz? Müslümanlığın ilk şartı olan şahadet kelimesinde taahhüt ettiğimiz Muhammed’ün Resulullah’ı nereye koyacağız?
Kur’an’ın daha ilk suresi olan Fatiha’da Allah kullarını uyardı. Bahsedilenlerin yolu ve dini sapkınlık dedi, onlar gazaba uğrayanlar dedi. Bu uyarıyı Müslüman olduğu için kıldığı her namazda okuyup tekrar edenler aynı şeyi, Hz. Muhammed için yaparlarsa, bunun bir izahı, geçerli bir mazereti olur mu?
Hz. Muhammed’in şahsında, doğumunda, vücudunda, uzuvlarında, şekil ve şemailinde, kullandıkları eşyada, yaşadığı mekanlarda, kanında ve soyunda bir kutsallık görüyor ve kutsuyorsak, onda var olmayan vasıflarla onu donatıp yüceltiyorsak, biline ki bu onu putlaştırmaktır. Yunanlıya, Romalıya, Hıristiyanlara ve kitap ehline benzemektir.
8.Oysa Hz. Peygamberin kendisi bu tip putlaştırma tehlikesine karşı arkadaşlarını defalarca uyardı. ‘Güneşte kurutulmuş çiğ et yiyen bir Arap’ın çocuğu olmayı, nafakası için çarşı pazar dolaşan bir aile reisi olmayı, arkadaşlarıyla oturduğu muhabbet meclislerinde hizmet edip şakalaşmayı’ vs sürekli normalleştiren ve bu hallerini insanların ‘gözünün içine sokan’ Hz. Muhammed, hayatı boyunca ne el etek öptürdü, ne insanların önünde secde etmesine müsade etti, ne birilerinin günahını bağışladı, ne de başkalarının sırtından geçindi. Kızına “baban peygamber diye güvenme” diyen Hz. Muhammed bu.
Aynı Hz. Muhammed, Allah’tan başkasının sözünün üstün tutulduğu küfre, şirke, hurafeye ve putperestliğe; insanları Allah’tan başkasına meylettiren din adamlığına, ruhbanlığa, sihirbazlığa, göz boyamacılığa; zayıfın sırtından geçinmeyi bir hak sayan uyanık haksızlara; güçlülerin bir araya gelip çete kurarak yaptıkları zalimliklere; ölçüsüzce kazanan, harisçe biriktiren, sorumsuzca harcayan ticaret erbabına, faizcilere; serveti, ordusu ve siyasi gücüyle insanları kendine mahkum edip itaate zorlayan yönetici zorbalıklara; siyah beyaz, köle efendi, güçlü zayıf, kadın erkek ayırımıyla statü belirleyip kendi menfaatlerini sürdüren azgınlara vs, hep isyan etti. Bu gibilerin hep karşısında oldu.
Bu sebeple insanları Allah’a çağırdı. Başkalarının değil sadece Allah’ın sözüne kulak verin dedi. Ondan başkasına itaat etmeyin, sadece ona kulluk edin dedi. Benim ellimde bir şey yok, ben de bir özellik yok, ben sadece onun bir elçisiyim, uyarıcıyım, bu konuda ben de sizler gibi Allah’a ve onun yardımına muhtacım dedi.
Allah’ın sözünü yalanlayarak küfretmeyin, başka sözlere kulak vererek şirk koşmayın, ne olursa olsun kendinizi aldatmayın, dedi. Dürüst olun, haksızlık etmeyin, haddinizi aşmayın, yalan söylemeyin, çokluğuyla övündüğünüz malınız ve sayısal gücünüze güvenmeyin, bunlar sizi aldatmasın, her şekilde hesaba çekileceksiniz, dedi.
Bu Hz. Muhammed ki ne dediyse dediklerini önce kendisi yaptı. Dediklerinin arkasında durdu, peşinden gitti. Onun ahlakı Kur’an’dı diyen bunları kast etti. Zaten Peygamberin başına ne geldiyse başka değil, bunlardan dolayı, bu ahlakından dolayı geldi. Çektiği eziyetler, karşılaştığı alaylar, aldığı ölüm tehditleri, açlığa ve yokluğa mahkum edilmesi, yurdundan sürgün edilmesi, başka sebeple değil, hep bu sebepleydi. Fakat o bunların hiç birisini umursamadı dahi.
Hz. Muhammed anmak şayet böylesi bir peygamberi anmak, onun sahici öğretmenliğini, ahlakını hatırlamak ve onda olan güzel şeyleri örnek alıp kendimizi düzelterek ona benzemek içinse, bu sebeple o hatırlanıyorsa, ne ala ne hoş. Ben Müslümanım diyen her kişiye yakışan da bu. Yok onun bu tarafını özellikle gizleyip örterek, gözlerden uzak tutarak onu insanüstü bir varlığa dönüştürüp tapınılacak hale getiriliyorsa, yahut sıradanlaştırılıp değersizleştiriliyorsa, bilelim ki bu anış Hıristiyanların Hz. İsa’ya, müşriklerin putlaştırdıklarına yaptıklarıdır.
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir