Mevlut Kandili Yada Kut-lu Doğum 

Mevlut Kandili Yada Kut-lu Doğum 

1.Miladi takvime göre 2017 yılı Kasım ayının 29’u Mevlüt kandili. Yani Hz. Muhammed’in doğumu vesilesiyle kut-lanan kandil. Diyanet işleri başkanlığı, Türkiye’de eskiden Nisan aylarında yapılan ‘kut-lu doğum’ etkinliklerini bu ayın son haftasına alarak ikisini birleştirdi.
Hz. Muhammed’in doğumunun ‘kut-lu doğum’ adıyla meşhur edilip kut-lan-maya başlaması, 80’lerin sonuna doğru birileri tarafından bir Vatikan projesi olarak başlatılmış, Hz. İsa’nın vücudunun ‘kut-san-ması’na benzetilmek istenmişti. Daha sonra Diyanet tarafından ele alınıp devam ettirilen bu kut-la-ma, isim değiştirmeden sürdürülmeye devam etti.
‘Kut-lu’yu anlamak için ‘kut’ kelimesine bakıldığında kelimenin bizde önemli çağrışımları olduğu görülür. Kelime köken olarak Orta Asya’da yaşamış göçebe Şamanist kavimlerin inanış ve yaşayış tarzlarına dayalı, ‘hayat ve can veren’, ‘uğur ve bereket getiren’ Tanrı manasını içerir. Kut, kut-sal, kut-sa-ma, kut-sal-laştırma vs bu kültürel geçmişe dayanır.
Eski Türk devlet geleneğinde kut’un, devleti yönetme yetkisi verdiği hakanı, üstün güçlerle donattığına inanılmış. Hakanın ‘soyu ve kanı’ bu sebeple ‘kut-sal’ kabul edilmiş. Bu kabul denetlenemez, sorgulanamaz, sadece itaat edilesi ‘kut-sal devlet’ ve ‘devlet adamlığının’ kökenine de işaret ediyor. İslami düşüncedeki “Din esas Devlet onun für’u’ anlayışının, ‘Devlet esas Din onun Für’u’ şekline dönüşmesi de aynı tarihsel ve kültürel bağlantıyla alakalıdır.
Hz. Muhammed’in doğumunu ‘kut-lu doğum’ yaptığımızda ortaya çıkan şey, Hıristiyan teolojisine göre vücudu kut-san-mış, kendisine tanrının hulul ettiği Rab İsa’mı, Şamanist inanışa göre kanı ve soyu kut-lu kılınmış Muhammed midir?
2.Eski Yunan ve Roma’da, yarı insan yarı başka bir varlık olarak tasarlanıp şekillenmiş tanrılar vardı. Bilgi, gelecek, yağmur, bolluk, bereket, doğum, ölüm, savaş, barış, mevsimler vs bunların elindeydi. Bunlar büyüklü küçüklü, eşleri, oğulları ve kızlarıyla kendilerine ait mekanlarda yaşar, yaptıkları işe göre adlandırılır, bazen aralarında yetki çatışması çıkar insanlar bundan zarar görürdü. Gazaplarından ve intikamlarından korkulduğu için bunlara tapınılır, belirli günlerde özel giysiler giyilir, bunlara sunaklar sunulur, adaklar adanır, kurbanlar kesilirdi.
Yunan ve Roma tanrıları prensleri, kralları ve soyluları kut-sar-dı. Mülk sahibi soylular Yunan demokrasisinin ve Roma cumhuriyetinin asil yurttaşları olarak yöneticilik yapma yetkisine sahiptiler, çünkü bunlar, ‘kandan ve soydan’ asildiler. İnsandan sayılan ve geride kalan diğerleri yani köylüler, kadınlar, köleler, çocuklar ve tüccarlar, kutsanmış ve yarı tanrı olmuş yöneticilere şartsız itaat ederlerdi…
Hıristiyan teolojisi bundan etkilenmiş, Hz. İsa’yı insan ve peygamber olmaktan çıkartıp yarı tanrı yapmıştı. Tanrı, İsa’nın vücuduna hulul etmişti. İsa’nın babası vardı. Kut-sal ruh ondaydı. Bu üçlü iktidarı paylaşmış, hiyerarşik farkla üçlü tanrı olmuştu. Kim bu kut-sal ruhu taşıyan İsa’ya inanır, İsa adına temsilcisi Kilisede vaftiz olursa cennete gitmeyi hak ederdi. Vaftiz, İsa’nın kanını temsilen şarap, etini temsilen ekmekle temsillenirdi…
Hz. Muhammed’in doğup büyüdüğü Mekke’de, Kâbe içinde ve etrafında büyüklü küçüklü 500 adet put vardı. Bunlar Allah’ın oğulları, kızları, yardımcıları ve ortakları olarak tasnif edilmiş, Allah’ın yanında aziz sayılan, şefaatleri geçerli bilinen yüce ilahlardı. Bunları Allah kut-samıştı. Her birisi değişik işlerde yetkiliydi. İnsanlar, baş edemeyecekleri gaileleri için bunlara müracaat eder, yardımlarını umarlardı. Bunlar için de özel günler tertip edilir, sunaklar sunulur, kurbanlar kesilirdi….
3.Aradan yüzlerce yıl geçmiş, insanlık başka çağlara ve kendince çokça ve uzman bilgilere erişmişti ama putperestlik inancı ve kut-, kut-sal anlayışı, tanrı tarafından kut-sanmış, yarı tanrımsı, tanrısal vasıflara sahip kut-lu varlıklar kendisini hep yenilemiş, değişik isim ve kalıplarda hep yaşatmış, günümüze de taşınmıştı. İnsanlık bundan, böylesi bir dinden vaz geçemiyordu.
Putperestliğin ve putların var olmasının en temel sebebi, insanın kendisini aciz hissetmesi, başına gelecek ama kendisinin halledemeyeceği bir gaile ile karşılaştığında çözmek için kendisinden daha güçlü, kudretli ve yetkili tanrılara, yahut tanrıların kutsadığına inanılan varlıklara gitme gereği duymasıdır. Çünkü bunların derdine derman olacağına inanmış, inandırılmıştır.
İnsanlığın yaratılışından ve sorumlu tutuluşundan bu yana, hiç bir yerde, hiç bir kitapta, hiç bir devirde Allah, böyle bir şey söylemediği, duyurmadığı, işaret etmediği halde insanlar nedense tam tersini yapmaya devem ettiler. Bu gün de yapıyorlar. Yarın da yapacaklar.
 4.Şirk dini, tevhid dininin bozulmuş halidir. Allah’ın sözünü ve gönderdiklerini yeterli bulmayanlar, Allah’ın dininde eksiklik ve çelişki görenler, Allah’a ortaklar ve yardımcılar koştular, oğullar ve kızlar icat ettiler. Böylece dini tamamlamış oldular. Dolayısıyla Allah tarafından yetkili kılınmış varlıklar, nesneler ve mekanlar yarattılar. Allah’ın sözleri ve buyrukları yerine başka sözler ve buyruklar uydurdular. Allah’tan başka varlıklara, güçlere ve kurallara itibar ettiler. İnançlarını ve hayatlarını bu yönde değiştirdiler… Kur’an bu yöndeki işe şirk koşmak, bunu yapanlara da müşrik dedi.
Müşrikler, Allah’ı reddetmiyorlar ama bazı varlıkları, nesneleri, eşyaları Allah gibi güçlü ve kudretli kılıyorlar. Bazı sözleri Allah’ın sözü gibi kabul ediyorlar. Yüce kıldıkları varlıkları Allah vazifeli kıldı diye kabulleniyorlar. Bu varlıkların, nesnelerin ve eşyanın sözlerini ve işaretlerini Allah’ın sözleri ve işaretleri gibi kabul ediyorlar. Bunlara bu gücü ve yetkiyi ya Allah’ın verdiğine inanıyor, yahut bunları Allah adıyla, Allah’a iftira ederek kendileri kutsallaştırıp yüceltiyorlar.
Şirk koşanlar yücelttikleri varlıklarda aslında kendilerinde olmayan vasıfları ve nitelikleri varmış gibi göstererek aziz kılıyor, kut-su-yorlar. Sözlerini kutsuyorlar. Sonrada bunlara yakarıyor, dertlerine ve baş edemeyecekleri gailelerine bunlardan çare umuyorlar. Sıkıntıya düştüklerinde onlara sığınıyor, sözlerini tutuyor, huzur arıyorlar… Kur’an, bu hale, bu ilişkiye, Allah’tan başkasına tapınma, kulluk diyor.
Sahte tanrılar, kut-sa-na-rak tanrılaştırılan varlıklar, nesneler yahut şeyler, bazen Peygamberler, melekler, şeytan, azizler, din adamları, seyyidler, şeyhler, dedeler, prensler, krallar, devlet adamları, etkili yetkili meclis üyeleri, kurucu atalar, kurucu ilkeler vs oluyor… Bazen devacı doktor, yaşam koçu, geleceği bilen illizyonist, yıldıznameci, sihirbaz, muskacı, bankacı, broker vs oluyor… Bazen de tanrısal ruhla donatılmış totem, put, dağ, kaya, ova, tower, saray, site, konak vs oluyor.
Kur’an, insanların sahip oldukları çoklu servetleri ve arkalarına aldıkları kelle sayısı fazlalığıyla övünenlerin, ‘çoklukla’ övündüklerini, bu çoklu güçleri sayesinde çeteleşerek zorbalığa baş vurup statü ve üstünlük elde ettiklerini, bu sayede her zorluğu yeneceklerini söyleyenlerin aslında ‘istiğna’ ettiklerini söylüyor. Bunlar, bu sebeplerle Allah’a ihtiyaç duymuyorlar. Bu tipler insanları aldatanların başında geliyor çünkü bunlar kendilerini İlah ve Rab olarak gösteriyorlar.
Bütün bunları, bu türden iddiaları, sözleri, işleri ve şekilleri doğru sayanlar, bunlara bu sebeple itibar edip yapılması istenenleri yapanlar, dolayısıyla bunlara kulluk etmiş, şirk koşan müşriklere katılmış  olurlar…
Bu köhne inanışları, hurafe yığınlarını, batıl ve şirk unsurlarıyla dolu hezeyanları ve iftiraları yıkan, ortadan kaldıran ve yerine tertemiz, saf hanif tevhid dinini getiren, doğrusunu öğretenler peygamberlerdir. İnsanlık bu işlerin doğrusunu ve yanlışını onlardan duydu ve öğrendi. Buna rağmen nasıl oluyorsa oluyor, Peygamberlerin söylediklerinin ve yaptıklarının tam tersine, üstelik kendileri sıklıkla uyarıp ikaz etmelerine de rağmen, Peygamberlerin kendileri dahi putlaştırılan varlıklara dönüştürülmekten kurtulamıyorlar!
4.Hz. Muhammed’i doğumu vesilesiyle anmak, moda deyimle anlamaya çalışmak şayet onun vücudunda, uzuvlarında, kullandığı eşyalarında, kanında ve soyunda, yaşadığı mekanlarda bir kutsiyet icat etmeye, onu kut-sa-maya, kut-sal-laş-tırmaya dolayısıyla ona tapınmaya vesile olacaksa, biline ki bu Kur’an’a da, bizzat kendisinin uyarılarına da uymayan bir anmak ve anlamak olur. Zira bu tür bir anma yahut anlama putperestlerin ve Hıristiyanların anmasıdır.
Buna karşılık Hz. Muhammed’i anmak veya anlamak, sapıkların ve gazaba uğrayanların yolunu terk etmeye, dosdoğru hanif tevhid dinine yönelmeye, onda bizim için gösterilen güzel örneklikleri ahlak edinip yaşatmaya sebep olacaksa, bu belirli zamanlarda değil her zaman anmaya değer bir iş edinilmelidir.
Bilinmeli ki Hz. Muhammed, şahadet kelimesinde şahitlik etmeye söz verdiğimiz gibi ancak Allah’ın bir elçisi ve seçilmiş bir kuludur. O kendiliğinden bir şey yapamaz. Allah’ın dileğinden ve takdirinden öte bir şeye gücü yetmez. Çünkü o bir ilah ve bir rab değildir.
5.Hz. Muhammedi anmak yahut anlamak, onun, Allah’ın sözlerini yalanlayan kafirlere ve müşriklere karşı çıkışını, putperestlere, müşriklere, azanlara ve haramı yayanlara, haksız kazanç sağlayanlara, ölçüsüzce kazanıp biriktiren ve sorumsuzca harcayanlara, zayıfların ve güçsüzlerin sırtından geçinenlere, çete kurup maddi ve sayısal çoklukla zorbalık edenlere, yalancı şahitlik edip zulme destek olanlara, ahalinin malına, namusuna ve canına tecavüz edenlere, ana babasına ve komşusuna kötü davrananlara, kurdukları iktidarları sayesinde insanları siyah beyaz, kadın erkek, güçlü zayıf diye ayırt ederek statü belirleyip baskı kuranlara, kibirlenenlere, kin tutanlara…
Onun gibi karşı olmaksa, böylelerine karşı onun gibi yılmadan mücadele etmekse, onu anmak farzdır, vaciptir, sünnettir.
Hz. Muhammed’i anmak ve anlamak, onun gibi Kur’an’ın söylediklerini ahlak edinmek, ahlak edindiklerinin peşine düşmek, peşine düştüklerinin davasını gütmekse ve bu sebeple sahte ilahlara ve değerlere tapınanların aşağılamasına, alay etmesine, dövmesine, sövmesine, açlık ve yoklukla terbiye etmesine, öldürme tehdidine, yurdundan kovup çıkartmasına…
Onun gbi aldırmamaksa, onunla aynı ahlakı edindireceği için onu anmak farzdır, vaciptir, sünnettir. Kur’an’ı ahlak edinmektir.
Hz. Muhammed’i ananlar ve anlamaya çalışanlar bilmeli ki o, kimsenin sırtından geçinmedi. Kimseye yük olmadı. Kimseyi mihnet altına sokmadı. Kimsenin mihneti altına girmedi. Kimsenin ne olduğuna, nerede durduğuna, ne yaptığına bakmadı. Herkese aynı şeyi hatırlattı. Herkese kendinizi kurtarın dedi. Ve sadece Allah’a güvendi, dayandı ve işine baktı. Sabretti ve kendi yoluna gitti.
Hz. Muhammed’i anmak ve anlamak, bu ahlaktaki Hz. Muhammed’i anmaksa, onun gibi olmak için onu tanımaya, ahlakını ahlak edinmeye çabalamaksa, bu anış ve anlayış her inanmış kişiye farzdır, vaciptir, sünnettir…
Fakat, Hz. Muhammed’i anmak, onu, şahsını, vücudunu, uzuvlarını kutsamaya yol açacaksa, onda olmayan vasıflarla onu yüceltmeye, onu hayatın dışına çıkartmaya, örnek alınmayacak özelliklere sokarak melekut alemine yollamaksa, yahut onu sıradanlaştırmak, tarihselleştirmek, şartlar değiştiği için günümüzde bize örnek olamaz demekse,
Bu anışlar ve anlayışlar Müminlik ve Müslümanlık değildir. Haramdır, putperestliktir, kitap ehli olmaktır. Çünkü tevhidin ilk şartı Muhammed’ün Resûlullah kısmını parçalamak, hevasını ilah edinmektir.
Çünkü bu tür anışlar onu peygamber olarak tasdik etmek değildir, şahadet kelimesini getirse de yalan söylemektir. Çünkü, onu anmak, anarken anladığını sanıp ona tapınmaya veya sıradanlaştırmaya sebep olacağı için haramdır, vebaldir, putperestliktir, zulümdür.
6.Allah Kur’an’da, ‘salihleri anın’ buyurdu. Elbet bunda bir hikmet vardır. O sebeple olsa gerek Kur’an’ın üçte ikisi kıssadır. Kıssalar geçmişte yaşanmış gerçek hayat hikayeleridir. Allah’ı doğrulayanlar ve yalanlayanların tarih çizgisindeki maceralarıdır. İbret sahnelerdir.
İnsanlar, genelde aciz ve zayıftırlar. Doğru ve eğriyi ayırmak için sözlerden çok örneklere ihtiyaç duyarlar. Duyduklarını doğrulatmak, müşahhaslaşmış modeller olarak görmek, dokunmak ve bunlardan destek ve güç almak isterler.
Hangi çağda olursa olsun, hangi toplumsal biçimde ve şartta yaşıyor olursa olsunlar her insan, kendi döneminde yalnız olmadığını, yanlış yapmadığını, diğerlerine kıyasla bir hayal peşinde koşmadığını, ancak salih örneklerle anlar ve kavrar. Benzeyeceği, takip edeceği salih örneklere bakarak güç alır ve rahatlar.
Anılması gereken salihler, en başta peygamberler olmak üzere erkek ve kadın cinsi salihler, yaşadıkları çağda hakkın ve hakikatin, dosdoğru dinin, tevhid inancının her şart ve çağda nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiği konusunda örneklik edenlerdir. Şahitlerdir. Bu tarafıyla rahmet edenlerdir. Rehber olanlardır.
Anılması gereken, salihlerin sahih inançları, salih tavırları, salih ahlaklarıdır. Onların mirası bunlardır. Anlamak bu örneklere benzemektir. Onlar gibi olmaktır.
Buna rağmen salihler, başkalarını zorla düzeltecek, elleriyle kurtaracak bir kudrete ve yetkiye sahip değildirler. Kut-san-mış varlıklar değildirler. Onlarda bu konuda bir üstünlük yoktur. Çünkü onlar ancak hakkı duyurur, duyurduklarını ahlak edinir, kurtuluşun yolunu gösterirler. Çünkü onlara bakarak kurtulan, sadece kendisi için kurtulmuştur. Çünkü Allah’tan başka kurtarıcı, esirgeyici ve affedici yoktur…
Salat ve selam bütün peygamberlere ve elbette onların dini din, ahlakını ahlak, yolunu yol edinen, davasını dava edinen bütün salihleredir. Kim kendini kurtarmak istiyorsa salihleri ansın, salihlere baksın, kendini salihlere bakarak düzeltsin. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak budur.
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir