Ne Kazandı Ne Kaybetti?

Ne Kazandı Ne Kaybetti?

1. Vakayı şahsileştirmeden, grupsal taraftarlıktan, pragmatik menfaatlere dayalı tercihlerden bağımsız olarak ele alıp izah edebilirsek, meseleyi doğru ortaya koymuş, meramımızı doğru olarak izah etmiş olabiliriz. Bunun için iki bilgi kaynağına müracaat edelim. Bu bilgilerin ikisi de insandan kendisine göre tavır almasını, insanın kendi söyledikleri doğrultuda eyleme geçmesini söyler. Dolayısıyla burada bir çatışma vardır.
2. Hümaniter bilgi; varlığı, insanı, dünyayı, tarihi, toplumu ve hayatı, gözlem ve deneye dayalı elde edilen verilerle aklı hakem kılarak değerlendirip sonuçlandırır. Bu tür bir bilgidir. Bu bilginin en temel niteliği dinden, vahyiden, ilahi buyruklardan bağımsız olarak elde edilmesidir. Dolayısıyla menfaat ve haz dışında bir ahlaki sınırlamayı reddeder. Bunun bilimsel adı olgusal bilgi gerçekliğidir. Kendi politikası vardır. Bu bilgi bir başka akıl yapısını gerekli kılar, varlık alemini bir başka biçimde okuyup bir başka bakış açısıyla tanımlamayı, değerlendirmeyi ve bir başka tarzda yaşamayı ifade eder. Bu sebeple bireysel ve toplumsal hayatı haz alarak, menfaatler doğrultusunda özgürce yaşamayı temin eder.
Bu bakış açısı bu gün hemen bütün dünyada egemendir. Bir başka dünya, bir başka tarih, bir başka sistem ve toplumsal hayat biçimi kuramayan ve elbette hümaniter bilginin kurduğu bu dünyada yaşadığını fark edemeyen Müslümanlar üzerinde de egemendir.
3. Birde var ki kendisi kadim olan, başlangıçtan beri var olan, ilahi bildirime dayalı, değer temelli bir bilgi türüdür. Hakikati açıklar. Doğru yanlışı bildirir, ölçü verir. Bütün eylemlerin akıbetini söyler. Bu bilgi dünya hayatını, varlıklar arasındaki ilişkileri, iktisadi, siyasi, hukuki ve sosyal hayatın nasıl düzenlenmesi gerektiğini öğretir, insanlar arasındaki münasebetlerin nasıl kurulması gerektiğini bildirir. Bu bilgide değer esastır. Her şeyi değerle anlamlandırır. Ahlaki sınırlar koyar. Bu sebeple insana nasıl düşünmesi gerektiğini, nasıl yapması ve davranması gerektiğini, bilgiyi ne amaçla ve nasıl üretmesi gerektiğini de öğretir. İnandığını söyleyenlerin yalanlamayıp tasdik ettikleri, eylemlerini ve etkinliklerini buna göre düzelttikleri bilgidir bu. Doğru ve yanlış bu bilgiye dayanarak bilinir.
4. Türkiye’de yapılan anayasal kimi maddelerin değişimi sebebiyle yapılan referandum özü itibarıyla, var olan bir sistem içinde sistem düzenlemesine yönelik bir oylama niteliğinde gelip geçti. Kurulu bir sistem vardı, bu sistemde aksamalar olduğu söylendi, sistemin aksayan yanlarını düzeltmek için halkın hakemliğine gidildi. Bu durumda oylama, mevcut sistemin kendisini onaylatma oylaması olarak da anlaşılabilir. Yoksa mevcut sistem mi başka bir sistem mi gibi bir tercih oylaması değildir. Bilmeyenlerin ya da tümüyle cahil olanların bu oylamayla neyi desteklediği bir kenara, bilenlerin ve ben Müslümanlardanım diyenlerin pek iyi bildiği bir şey var ki, demokrasilerde bütün oylamalar, demokrasilerin ilkel ya da gelişmiş olmasından bağımsız olarak, demokratik sistemi kimin yöneteceği ile ilgilidir. Yoksa demokrasilerde başka bir sisteme geçiş için oylama yapılmaz. Demokrasi buna müsait değildir. Yapıldığı da görülmemiştir.
5. Şu halde ilk açıklanması gereken şey bu sistemin neliğidir. hangi bilgiye göre değerlendirildiğidir. Biz bu dünyayı kuran hümaniter bilgiye göre izah edelim: Çok özetle siyaseten; kurumsal yapı olarak kendi güvenliğini tesis etmiş, yöneten ve yönetilen statüsüyle muktedirleri belirlenmiş, muhaliflerini bastırıp cezalandıran bir sistem… İktisadi olarak; mali ve maddi sermayenin hükümran olduğu, sistematik olarak yoksullaştırdığı çoğunluğu zenginleştirdiği azınlığa mahkum eden kapitalist bir soygun düzeni… Toplumsal yapı olarak; fesadın yaygınlaştırıldığı sosyal hayat tarzı, cehaletin öğretildiği bir eğitim sistemi… İdeolojik olarak; liberal, sosyalist ve milliyetçi anlayışların karması bir ikna metodu… Hukuki sistem olarak; bütün dinlerin eşit olduğu laik bir sistem. Kitap ehlini andırır inançlardan, erdem, ahlak ve ibadetlerden müteşekkil bir dini anlayış.
Bu durumda neyin kazanıp neyin kaybettiğini konuşmanın fazla bir anlamı kalmıyor. Buna rağmen kazananı ve kaybedeni anlamanın en kestirme yolu, hümaniter akla dayalı ‘olgusal bilgi’ ile vahye dayalı ‘değer bilgisi’ arasındaki farktan çıkan sonucu anlamaktan geçer. Zira insanlar buna göre eyleme geçiyor, tavır alıyor, pozisyon belirliyor.
Malumu ilan olsa da söylemeli ki insan denen varlığı harekete geçiren, eylemlerini belirleyen veya düzenleyen en temel iki muharrikten birisi ‘değerdir’, diğeri de ‘olgudur.’ Sıradan veya sıradışı bir davranışın ya da beşeri olarak kurulan herhangi bir ilişkinin ‘değerli olup olmaması’ veya olgusal gerçeklik sebebiyle ‘menfaat temin edip etmemesi’ bu sebeple fark eder. Değer, insanların dışında Allah tarafından bildirildiğine, ebedi felaha böyle ulaşılacağı söylendiğine göre, değer temelli eylemleri tercih edenlerin Müslüman; kısa gün kârına razı gelip ebedi olanı reddedenlerin olgusal bilgiye, nesnel menfaat gerçekliğine itibar etmiş olanlar olarak sıradan insan olması icap eder. Çünkü pragmatik menfaatleri temin eden verilerden hareketle harekete geçenlerin değerleri değersizleştirdikleri görülür. Daha da kötüsü var, değere dayalı bilgiyle olgulara dayalı bilgileri buluşturmaya, aynileştirmeye ya da ikisi arasındaki çelişkileri görmezden gelmeye çalışan bilim ve ilahiyat dehaları bu işlerde her zamanki ruhbanlık vazifesini yerine getirmişlerdir.
6.Bu bağlamda Türkiye’de yapılan referandum dolayısıyla tarafların savunma ya da red gerekçelerine bakıldığında dahi netice tespit edilebilir. Hatırlanırsa iki tarafın da olgusal bilgiye ve nesnel gerçekliğe dayalı olarak söyleme müracaat edip eyleme geçtikleri söylenmelidir. Bütün taraflar öncelikle ‘oylamaya katılma çağrısı’ yaptılar; ısrarla ‘reyinizi ne yönde kullanmış olursanız olun ama muhakkak kullanmak için sandığa gidin’ talebinde bulundular. Buradan anlaşılan, bütün tarafların öncelikle sistemin her şekilde güven ihtiyacının karşılanmasını talep etmesi, sistemin meşruiyet talebine olumlu yönde destek verilmesinin sağlanmış olmasıdır. Dolayısıyla ve elbette evvela bu işten sistem kazançlı çıkmış, sonra da sistemde arızalar olduğunu söyleyip o arızaları düzeltmek isteyenler kendi konumlarını korudukları için kazanmıştır. Bundan gerisi teferruattır.
7.Şu halde söylenmesi gereken şey ‘olgusal bilgiye dayalı eylem kazandı, değere dayalı eylem kaybetti’ olmalıdır. Yahut menfaat temelli dünyevi münasebetler kazandı, iman temelli salih amel kaybetti. Elbette bu hüküm değere dayalı hareket ettiğini söyleyipte olgusal gerçeklik üzerinden tavır belirleyenler içindir. Çünkü bunların bu vesileyle İslam temelli bir sistem talepleri olmadığı açığa çıktı. Kendilerine ait bir tercihleri olmayanların, kendilerini böyle ifade etmeyenlerin, kendilerine has bir tavır ve pozisyon belirleyemelerin, öyle ya, çok doğal olarak laik, kapitalist, demokrat, milliyetçi ve modern yaşam tarzına razı oldukları söylenebilir.
Bu bir iftiradır, bizim kimliğimiz farklıdır, her şeyine değil de bize sağladığı menfaatlere evet dedik diyenlere söylenecek iki şey var: İlki, sizin bize ve başkalarına izahta zorlandığınız gibi bir kimliğiniz yok. Teslimiyetçi diğer kimliklerden bir kimliksiniz. Çünkü kimlik, içten kaynaklanan ama içeriyle uyumlu olmak kaydı şartıyla dışa yansıyan, özgün bir amele, eyleme, tavır ve pozisyona dönüşen bir pratiktir, bağımsız pozisyon alan bir ilişki biçimidir.  İkincisi, kimlik icbar edicidir. Sizi inancınız doğrultusunda davranmaya zorlar. İnancınızla amelinizi uyumlu hale getirir. Size has tavır ve pozisyon aldırır. Siyasi, iktisadi ya da sosyal etkinlikler de amelden olduğuna göre bu alanda da kendiniz olmaya zorlar. Sizin toplumsal planda açıkça bir tarafınız olmadığına göre, sis henüz siz olmadınız, başkalarının sizi tanımladığı bir yerde kalıp onlardan merhamet dilenerek size iyi muamele etmesini umuyorsunuz. Şu halde sizin neden yana olduğunuz belli değildir. Bu hal beyazlara benzemek için saçlarını ütüleyen siyahları çağrıştırıyor. Oysa MalcolmX tam tersine beyazlara benzemeye çalışanları ciddi eleştiriye tabi tutuyor, siyah iyidir diye yola çıkıyordu.
Her ne gerekçeyle olursa olsun bu olayda değer kaynaklı davranıp amel defterine salih bir tavır yazdıramayanlar, doğal olarak kendileri nezdinde geçerli çeşitli menfaatleri doğrultusunda hareket ettikleri için kısa gün kârına fit olup, kaybettiler. Bütün eylemlerinde Allah’ın bilgisi ve rızası olmasını yeterli görmeyenler başkalarının bilgisine ve rızasına sığınmayı yeğlemiş iseler kendilerini harekete geçiren şeyin değer değil olgu olduğunu tescillemiş oldular.
8.Bu vesileyle hatırlanmalı ki, açlık, korku ve gelecek endişesini Allah’a bağlayanlar ile Allah yerine başka yerlere bağlayanlar arasında ortaya çıkması gereken farklar herhalde böyle vesilelerle ortaya çıkacaktır. Yoksa Allah’ın bildiğini kulları nasıl öğrenecekler, kimin nerede durduğunu nereden bileceklerdi. Bu dünya hayatında kimin ne amaçla var olduğunu izah ederken, hayatını-ibadetlerini-ölümünü ve yeniden dirilişini nereye bağladığını nasıl bileceklerdi. Dolayısıyla kimin kimle ne maksatla ilişki kurduğunu nereden tanıyacaklardı… Bize göre bu eylemini fesadı yayma olarak sonuçlandıranlar, kendilerinin haram işlemesi için ölüm tehdidine maruz bırakıldıklarını söyleyebilirlerlerse Allah mazeretlerini kabul edecek. Çünkü O, öyle söyledi. Ya değilse!
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir