Modern Düşüncenin Kodları

Modern Düşüncenin Kodları

İnsanlık tarihi birkaç yüzyıldır modern bir dönemi, modern paradigmanın inşa ettiği bir toplumsal modeli yaşıyor. Hemen tüm dünya benzer düşünceye ve pratik yaşam biçimine kapılmış durumda. Bundan farklı bir düşünüş, pratik ve hayat modeli neredeyse yok gibi. Ortalarda da dolaşmıyor. Modernizm olarak nitelenen bu dönemi belirleyen temel ilke, esasında bir düşünüş ve algılama biçimi olarak da kendine has bir durumdur.
Şimdi insanlık bu düşünüş biçimiyle varlığı anlamlandırıyor, varlıkla kurulan ilişkileri de bu referanslar ve değerlerle kuruyor. Bu bakımdan modernizm, her şeyden önce bir dünya görüşü, bir zihniyet, bir akıl yapısı ve bir dindir. Dindir çünkü kendine has ilkeleri, kavramsal sistematiği, varlığa ve onla kurulacak ilişkiye dair açıklama şekli, kurumsal yapısı, kendine has bir yaşam tarzı, pratik tecrübesi ve gelecek tasavvuruna sahiptir. Bu nedenle kendine has bir devlet modeli vardır. Dahası, kamusal hayat tarzı dediğimiz siyasi-ekonomik-mesleki-sosyal-kültürel-sanatsal-eğlence gibi toplumsal her alanı belirleyen, dünyevi hayatı kendisine göre düzenleyen iradeye  ve değerlere sahip bir ideolojidir.
Modernizmi doğru anlamanın yollarından biri, içinden çıktığı kendi sosyal şartları ve dönemini, o döneme ait düşünüş biçimini ve yaşam tarzını düzenleyici etkinliğe sahip Hıristiyan teolojisini ve kültürünü iyi anlamaktır. Çünkü modernizmin gelenek olarak biçimlendirip aşağıladığı ve dışladığı bu döneme ve Hıristiyanlığa olan tepkiselliği ön plandadır. Kendisini sürekli değişim, yenilik ve gelişme olarak nitelemesi de bu nedenledir.
Modernizm, kabaca Hıristiyanlık-din ne diyorsa onun zıddını söyleyen, kendine rakip olarak gördüğü dini paradigmanın tersini üreten bir özelliğe sahip. Bu nedenle kıyas yaparken, modern varoluşun rakibi Hıristiyanlığı da hatırlamakta fayda vardır. Modern aklediş, bu tarihi tecrübede her ne kadar din olarak Hıristiyanlığı hedef almışsa da, kolonileşme dönemiyle tüm dünyaya yayılırken diğer tüm dinleri de benzer kategoriye dahil etmiş, bütün dinleri Hıristiyanlık gibi algılatmıştır. Siyasi, teknolojik ve askeri gücün arkasında yaptığı etkin propagandayla bunu başarmıştır. Gittiği her bölgedeki toplumsal hayatı yönlendiren ve planlayan aydın gurubunu, siyasi-ekonomik elitleri ve kentli sınıfı değiştirmeyi becermiştir. Dolayısıyla Müslümanlar ve temsil ettiği İslam dini de dahil diğer bütün dinler, Hıristiyan toplumun ve inancının akıbetine uğrama riskine girmiştir.
Bu kısa girişten sonra modern düşüncenin önemli kodlarını, Müslümanları da ilgilendiren tarafıyla izaha çalışalım:
1- Bilginin kaynağı akıldır. Hakikati tayin etmede, ölçü koyup değer yargısı üretmede otorite olmak akla aittir. Bu akıl, tanrıdan-dinden-vahiyden-kitaptan-kiliseden bağımsızdır. Bu yapısıyla kendi başına bir varlık ve bir değer olarak akıl, rasyonel özelliğe sahiptir. Hümanizm de kabaca bunu ifade eder.
2- Bilginin nesnesi, doğa-tabiat, insanın psiko-sosyal yapısı, gözlem, test edilebilir deney, önsezidir. Analitik yöntem ve sebep sonuç ilişkisi burada önemlidir. Bu durum, İncil’e, İncilin sahifelerine ve ayetlerine, kiliseye, ruhbana veya verili gaybi bilgi nesnelerine karşılıktır. Tabiat artık, Allah’ın varlığını ve gücünü gösteren bir ayet, bir işaret değil, keşfedilmesi ve hükmedilmesi gereken bir bilgi nesnesidir. Tabiatla insan ilişkisi de bundan sonra değişmiştir. Bu bağlamda dünyevi hayat dediğimiz maddi âleme ait hakikatin bilgisi, kitaptan, kitabın sahifelerinden ve bilgi üretiminde otorite olan ruhbandan ve kiliseden öğrenilmeyecektir.
3- Düalisttir, ikili düşünüş temellidir. Bu sayede varlık âlemini yeni bir tanımlamayla ikiye ayırır. Dünya-ahiret, madde-mana, ruh-beden, fizik-metafizik, içkin-aşkın ayırımı bu nedenle esastır. Fizik âlemi temsil eden dünya hayatı, beden algısı, insan merkezli, insanın üstünlüğünü ve taleplerini karşılayacağı maddi gerçekliktir. Ahiret âlemini temsil eden ruhani, manevi, metafizik, aşkın tasavvur ise vicdan merkezlidir. Din, maddi âlemle bağlantısı kopartılarak moral değerlere, insani erdeme, ahlaka, insan sevgisine ve sadece ibadete bu sebeple dönüştürülmüştür.
4-Sekülerdir. Varlık alanını teşkil eden maddi-fiziki-bedeni-içkin âlem tarafında veya bunları ihata eden dünya hayatında, artık dine, dini otoriteye, dini bilgiye, ölçüye ve değerlere gerek yoktur. Bu alanı seküler adam yani akılla bu âlemin hakikatini bilen, rasyonel gerçeklikle dünya hayatını tanzim etme yetkisine sahip olan adama aittir. Seküler adam, dinsiz, dine karşı olan bir adam değildir. O da Hıristiyan’dır. Ama o dine, dini bilgiyi temsil eden kutsal ruhban adamın dışında bir sınıfa, sıradan dünyaya ait olan bir adamdır. Bu nedenle seküler adam dinini dünya hayatına, bu hayattaki toplumsal tüm alanlara ve ilişkilere karıştırmaz, dini bilgi, referans ve değerlerle dünyaya bakmaz. Onu bu âlemin dışında tutar. Tarihsel süreçte bu ayrışma iki biçimde gelişti;
a-Laiklik uygulaması. Bir dönem İtalya, Almanya, Fransa ve henüz sürecin geliştiği Türkiye gibi ülkelerde görüldüğü üzere sadece devlet, temel kurumlarıyla birlikte dinden bağımsızdır. Dini, dini bilgiyi, otoriteyi ve değerleri devlet yapısına ve işleyişine karıştırmaz. Bu uygulamada devlet dine karşıdır.
b- Sekülerizm uygulaması. Anglosakson ülkeleri, İngiltere ve etkili olduğu diğer ülkeler ve Amerika tecrübesidir. Burada laiklik uygulaması daha ileri bir aşamaya geçmiş, din, sadece devletten değil toplumsal-kamusal hayattan da çıkartılmıştır. Siyaset, ekonomi, ticari ve mesleki faaliyetler, eğitim, örgütlenme, sanat, eğlence, spor, müzik vs kamusal-toplumsal tüm alanda, bu alanın kendi içindeki tüm ilişkilerde, dine referans yoktur. Dini değerler, ölçüler bu alanların hiç birinde geçerli değildir. Din artık tamamen bireyselleşmiş, özelleşmiş ve kişiye has kılınmıştır. Buna rağmen dinin kendine ait ve devlet dışında ayrı örgütlenmesi ve faaliyetleri vardır. Bu uygulamada din, devletin yanında, kendi alanında kalmak kaydıyla devletin yedeğinde araçsallaştırılmıştır.
5- Parçalayıcıdır. Modern akıl ve düşünüş biçiminde hakikatin bilgisi, hayat ve insan parçalanmıştır. Hayat parçalı yaşanır, zihinler de parçalı düşünür. Her parçanın kendine has dinamikleri, yönlendirici vaizi vardır ve diğerlerinden bağımsız işleyişe sahiptir. Bu bağlamda devlet, politik alan, ekonomik ve ticari alan, mesleki faaliyetler, sanat, eğitim, kültürel ve sosyal faaliyetler, eğlence ve spor gibi temel alanlar birbirinden bu nedenle ayrışmıştır. Her alan kendi içinde, kendi dinamikleri, ilkeleri, değerleriyle ve otoritesiyle kendi zamanı ve mekânında ayrı ayrı yaşanır. Hiçbir alan diğer alana karışmaz. Hiçbir alanın otoritesi, ilkeleri ve değerleri, diğer alanı da etkilemez.
Söz gelimi ekonomik kurallar ve değerler, ekonomik faaliyetler alanında geçerlidir. Sanat işleri sanatın kurallarına göre yapılır. Politika işleri, politikanın değerlerine göre yapılır. Mesleki faaliyetler, mesleki ilkelere göre yürütülür. Kültürel ve sosyal faaliyetler gibi eğlence işleri de kendi değerlerine göre ayrı ayrı yapılır. Bunların, bu parçaların her birinin dinamiği, işleyişi ve kuralları, zamanı ve mekânı, otoritesi ayrı ayrıdır, kendine göredir.
Bu bağlamda hiçbir alanın ilkeleri ve değerleri, zaman ve mekân anlamında da diğer alanlara karışmaz. Ticari alanda ekonomik ilkelere ve kurallara göre faaliyet yapılır ama aynı kurallarla sanat yapılmaz, orada oyunun kuralları ticaridir. Zamansal ve mekânsal ayrışma da vardır. Eğlence işleri ve alanının değerleri ile eğlence yapılır ama bu değerlerle siyaset yapılmaz, burada da oyunun kuralları birbirine karıştırılmaz. İbadet işlerinde, ibadet zaman ve mekânında ibadet yapılır ama ibadetin referanslarıyla politika veya spor yapılmaz. Yani bu işler birbirine karıştırılmaz.
Parçalanmış bu hayatta insan da parçalanır, her parçanın kendine has değerleriyle yaşamak, her parçanın ayrı vaizine kulak vermek ve kurallarına itibar etmek zorundadır. Aksi halde ve otomatik olarak sistem onu dışlar, hayatın dışına çıkartılır, yalnız, yoksul, çaresiz ve mahrum bırakılır. Bu nedenle, bu sistemde ve yaşam pratiğinde hayatın bütününe dair bir tanzim iradesi, bütün alanları tek bir ilke ve değerle düzenlemeye dair bir otorite ve referans kabul edilmez. Böyle bir iddiada bulunan din, ilke, otorite veya ideoloji totaliter, tekçi, baskıcı ve dayatmacı olarak suçlanır ve reddedilir. Zihinler, düşünüş biçimleri, toplum ve pratik yaşam dolayısıyla sistem de buna müsaade etmez.
Konuyu anlaşılır kılmak adına çarpıcı bir örnek verilebilir. Bir Müslüman, sivil örgütlenme modellerinden biriyle insani, sosyal, kültürel, siyasi, eğitim ve dayanışma faaliyetlerinde bulunsa, orada, kendisi gibilerle belirli zamanlarda ve sınırlı şartlarda bu faaliyetlere katılabilir, dayanışma üretebilir, hak arayışına girebilir. Burada dini referanslarını geçerli tutabilir, ibadet niyetiyle dini amaçlarını gerçekleştirebilir. Fakat kendini ve tüm zamanını orada, onlarla ve sırf o işlerle sürdüremez. Onun da diğer işlere, alanlara ve başka birileriyle yürüteceği ortak dayanışmaya zaman ayırması, mekânsal değişime gitmesi gereklidir. Bu diğer alanlarda bu defa da başka değerlere tabi olmak, başka işlerin o işlerin otoritesine göre yapmak, başka ilişkiler kurmak zorundadır. Özetle her biri ayrı ayrı olan alanlarda ayrı değerlere göre davranmak ve belirlenmiş diğer işlere katılarak devam etmek zorundadır. Her bir işini ayrı otorite ve değerlere göre yapması, birini diğerine karıştırmaması hayatın parçalı yaşanması üzerine yapılan kurgudan dolayıdır. Sistem budur.
Derneğinde, vakfında veya partisinde o işlere has değerlerle bir tür davranış sergileyen aktif birisi, seküler hayatın diğer alanlarından ticari, mesleki, sanat, spor, eğlence gibi faaliyetleri için başka zamana, mekâna ve ilişkilere geçmek ve girmek zorunda kaldığında, bu alanlarda başka başka rolleri oynayan bir adam, her bir işinde başka otorite ve değerlere tabi olmak zorunda kalan bir adamdır. Parçalı hayatta, alanda, zamanda, mekânda ve işlerde yaşamak böyle bir şey, parçalı değerlere göre farklı roller oynamak ve insan olarak da parçalara bölünmek böyle bir sonuçtur.
Bu adam, bu sistemde, bu hayatın içinde dini bütün bir Müslüman olarak yaşayamaz! Hayatın tüm alanlarında İslami değerlere tabi olamaz! Ekonomik-ticari-mesleki alanda bir kapitalist, sosyal alanda bir laik, eğitim alanında bir modernist, siyasi alanda bir demokrat, eğlence alanında bir sivil, ibadet alanında bir Müslüman, özgürlükler alanında bir liberal vs olarak parçalanmak zorundadır da ondan. Bu hayat böyle bir hayattır, sistem böyle bir sistemdir. Bu bakımdan hayatının tümünü, tüm alanlarını tek bir dine göre tanzim edemez, o dini buyruklara göre bütünsel olarak yaşayamaz. Buna ne mekân, ne zaman ne de bu hayat tarzı müsaade etmez. Eşyanın doğasına terstir bu. Dolayısıyla hem kendisini ve hem de hayatını parçalamak, her parçada başka başka değerlere itibar etmek zorunda kalacaktır!
Bu nedenle ve bu verili şartlarda bir Müslüman asla namaz vakitlerine göre bir hayat tanzim edemeyecek, namazında okuduklarıyla hayatı bütünsel olarak birleştiremeyecektir. Dolayısıyla cemaat yapısı içinde iman kardeşliği kuramayacak, aklını ve dinin koruyamayacak, neslini muhafaza edemeyecek, bütünsel çapta başka bir varoluş ve hayat tarzı inşa edemeyecektir! Bedensel kölelikten önce zihinsel kölelik budur.
O halde bir Müslüman’ın evvelemirde başka bir düşünüş biçimine, oradan da vahiy referanslı akıl, tasavvur, ilişki biçimi ve pratik yaşam tarzına ve bütünsel bir inşaya geçmesi gereklidir. Bunun için de modern zaman dışında başka bir tarihsel zamanı bulması ve ihya etmesi gerekmektedir. Asrı saadet zamanı gibi. Aksi halde esasa yönelmek ve çözüm üretmek yerine detaylarda boğulacak, bu zamanın “gıldır gıcık” konuları içinde nefes alamaz hale gelecek ve iflas eden sinir sistemiyle yanlış mecralarda ömür tüketecektir!
6- Dünyevi hayat esas, ahiret hayatı önemsizdir. Hıristiyan teolojisine göre ruh temiz olduğu için ahreti, bedense kirli olduğu için günahı temsil eder. İlk günah sebebiyle sürgün hayatı yaşadığı ve günah üreten bu dünya hayatında geçici olarak yaşayacağı zamanda ruhun arınması için beden çile çekmelidir. Hz. İsa’nın bedenine hulul eden Allah, insanlığın atası Adem’in günahının bedelini ödemiştir. Ondan sonra İsa’yı temsil eden kilise, doğan her çocuğu vaftiz ederek, ilerleyen yaşta da işlenen günahları affederek bu işe devam etmektedir.
Hıristiyan teolojisinde beden-dünya, kirliliği ve günahı temsil ettiği için önemsiz, ruh, temizliği ve cenneti temsil ettiği için önemlidir. Dünya hayatında çileci ve münzevi bir hayat bunun için gerekliydi. Modern düşünüş biçimindeyse bunun tam tersine bir anlayış gelişti. Burada ruhu-ahireti değil, bu dünyayı ve bedeni önemli hale getirdi. Bu nedenle cennet bu dünyada kurulmalıdır. Haz, tüketim, nihilizm, hedonizm, feminizm, cinsellik, eşitlik, bireysellik, özgürlük, adalet, insan kardeşliği, iyilik, erdem, fazilet, etik, ortak akıl bu nedenle ve bu gerekçeden dolayı önemli değerlerdir. Bu otoritenin vaazı ve kutsalları budur.
7- Varlıkla kurulacak ilişkiyi insan kendisi belirler. İnsan bu yetkiyle varlık âlemini yeniden kategorize etmiş, kendisini bu hiyerarşinin merkezine yerleştirmiştir. Bu nedenle insan önemlidir, asıldır. Akıl sayesinde diğer varlıklardan üstün olan insan, bilgi üretme ve hakikati tayin etmede imtiyaz sahibi olduğu için hem otoritedir hem de değer üretecek kapasitededir. Onun için verili dini değerlerin, ahlakın, kuralların, amacın ve hedefin kendi hayatını düzenlemesine itiraz eder.
8- Bilimler, bilgi üretim sistemi, bilginin amacı ve hedefi nedeniyle ikiye ayrılmıştır.
a-Maddi aleme, Fizik alana ait fen bilimleri, insani bilimler ve sosyal bilimler olarak, dünya hayatına, insana-vücuda ve toplumsallığa dair hakikati tespit eden bilimlerdir.
b-Manevi aleme, metafizik alana ait teolojik bilimler, ilahiyat ve tanrı bilimleri olarak ruhaniyata ve ahiret hayatına aittir… Bunlar birbirlerinin alanına karışmaz, yekdiğeri kendi alanına dair bilgi üretir ve kendi alanından sorumludur.
Süreç içinde, modern düşünüş ve akledişin etkisiyle bilimsel bilgi ve disiplinler “tanrı buyruğu” gibi tartışılmaz bir payeye erişti. Dogma oldu. Bu bilgi, bilimsel olarak doğrulanması mümkün olmayan gaybi-vahyi bilgileri, uyarıları ve mucizeleri reddetti. Bu durumun etkisinde kalan teolog-ilahiyatçı-ruhban, dini ve dini bilgileri bilimsel ilke, yöntem ve teorilerle izah ve ispat etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla ilahiyatçı da rasyonel akılla kutsalı, vahyi, metinleri yeniden okumaya, anlamaya ve yorumlamaya başladı. Bu sayede dini metinler de bilimin nesnesi olmaktan kurtulamadı.
Tarihsellik, rölativizm, hermenotik, semantik, sembolizm, metaforik, metin çözümleme, kavramsal okuma, konulu tefsir biçimleri bu sayede etkinleşti. Bu tekniklerle ve parçacı okuma biçiminde, bunlar, bütüne yönlendirici işaretler olmaktan, bütünü açıklayıcı yardımcı fonksiyondan çıktı da, her bir parçacı anlayış ve teknik okumadan çıkan anlam, kendi başına doğruları ve bütünü ifade eden anlam arayışına dönüştü. Dini aklediş, farkında olmadan aklı otorite yaparak parçalı okumaya, parçalı düşünmeye ve bunu da bütün olarak anlamaya böylece başladı. Burada akıllı olmak, akletmek, fehmetmek, fıkhetmek veya vahyin inşa ettiği akla sahip olmak başka bir şey, aklı otorite yapmak bambaşka bir şeydir.
9- Modern düşünme biçimi, modern aklediş doğal olarak dini düşünme biçimine ve dini akledişe karşılıktır. Bu nedenle sabitesi, değişmez muhkemleri yoktur. Her alanda ve her daim ilerlemeci, değişimci ve yenilikçidir. Bunun için bu düşünüşte ve hayatta değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir. Bu nedenle tüketicidir. Sadece mal ve hizmet tüketicisi değil, kutsalı ve değerleri de tüketicidir. Bu düşünüşün tüketmeyeceği hiçbir şey yoktur. Her daim yenilik peşinde, değişim peşinde olmak bunun sonucudur. Aynı suda iki kez yıkanamaz mantalitesi de bunu meşrulaştırır.
Dini metinleri okurken bu kodlarla düşünen ve hareket eden, parçalı okumayı bütünün ve doğrunun anlamı budur diyen ve dolayısıyla kendisinin her şeyi anlayacağını ve yeni keşifler yapacağını düşünen insan, özne olarak vahyi-metni değil kendisini görmektedir. Bu bakımdan verili hakikati, kutsalı, sabitleri, ölçüyü ve değerleri değil, bütünü değil, kendisinin yeniden keşfettiği parçalanmış doğrulara itibar etmektedir. Bu düşünüş biçiminde vahiy okuması, işitip itaat etme, gönülden teslimiyet dolayısıyla beşeri ve toplumsal dönüşüm aşaması, toplumsal alanların bütünsel ve tek bir referansla yeniden tanzimi ve insanlığa şahitlik etme gibi bir vizyon yoktur.
Bu bakımdan dini referans, ölçü ve değerler, vicdani tercihin ve özelleştirilmiş alanın içinde geçerli kılınmış ama buna karşılık herkesi ilgilendiren toplumsal alanda modern akla referans, ölçü ve değerlerle düzenlenmiş hayatta geçersiz kılınmıştır. Söz gelimi varoluş gerekçesi ve amaç, kimlik, aidiyet, itaat, sadakat, kulluk, insan guruplarının ne için birada olması gerektiği gibi önemli ilkeler ve bütünsellik, dini ilkeler yerine modern ilkelerle yeniden tanımlanıyor. Bütünlük başka şekilde ve kendi içinde yeniden parçalarına ayrıştırılıyor ve oradan yeni bir bütünleşmeye gidiliyor. Vazgeçilmez haklara sahip insan tanımı yanında, etnisite, dil, vatan, kimlik, aidiyet, sadakat gibi modern ölçülerle yeni parçalara ayrıştırılan insanın, bu parçaların bireysel ve demokratik özgürlükler çerçevesinde yeniden bütünleşerek barış içinde birlikte yaşaması bu nedenle isteniyor.
10- Nihayet modern akledişin temelinde ve özünde, Yunan filozofisi, Roma hukuku ve paganist medeniyetleri kadar muharref Hıristiyanlık teolojisi ve kültürü yatmaktadır. Hıristiyan teolojisinde, itikadi kabullerden sonra dünyevi hayat, tercihlik bir hayattır. Bu nedenle beşeri çapta ahlak, erdem, fazilet ve ibadet, iyilik hareketleri ve insan kardeşliği gibi anlayışlar ve pratik, bu tarz bir dindara cennete gitmesi için yeterlidir. Yöneticilik, emretme yetkisi ve hukuk, siyaset, iktisat, mesleki faaliyetler, kültür, örgütlenme modeli, eğlence, sanat ve spor gibi hayatın ve toplumsallığın içindeki diğer işler ve alanlar ile buralarda kurulan ilişkilerde, dini-itikadi bir bağlantı, referans ve zorunluluk yoktur. Bu nedenle bu alanlar ve ilişkiler, seküler bilgi ve adam tarafından itikadi kabullerden ve dinden bağımsız olarak tanzim edilip düzenlenebilir. Bu alanın dine dayanması ihtiyacı da gerekmiyor. O nedenle bu maddi ve toplumsal âleme Hıristiyanlık dini karışmaz, karışmayı da düşünmez.
Buradan İslam dini ve inancına dair kısa bir geçiş yapılabilir. İslam dininde itikadi kabul sonrası gerek beşeri çapta ve gerekse dünyevi hayatta, fizik dünyada ve toplumsallıkta tercihlik yoktur. Hayat burada parçalı da düşünülmez ve kurulmaz. Rabbim Allah’dır diyen bir kul, namazında ve ibadetlerinde nasıl Allah’a aitse, dirimi ve ölümü arasındaki geçen hayatın bütününde de Allah’a aittir. Onun her yapıp ettiği de dolayısıyla ibadet hükmündedir. İkisi alem arasında bir ayırım yapmadığı gibi ferdi yaşantısında ve topluma katışımında da ayrım yapamaz. Hayatı parçalamadığı gibi insanı da parçalayamaz. Hem kendisi hem de hayatın bütünü, tek bir referansa, otoriteye ve değere göre yaşanır ve düzenlenir.
Bu bağlamda bir Müslüman asla Yahudileşmez veya bu dine temayül göstermez. Çünkü Yahudilik, Hıristiyanlıktan önce gelmiş ve daha önce bozulmuş bir dindir. Bu dinin en önemli özelliği özelleştirilmiş olması ve bir ırka ait kılınmasıdır. İlaveten köle zihniyetini aşamamış, katliamcı ve intikamcı bir nesle ait bir din kılınmıştır. Bu nedenle de değişik zamanlarda lanetlenmişler, insanlık tarafından birçok kez zillete uğratılmışlardır. Yahudilerin bu anlayışları ve tutumlarında bir değişlik de görülmüyor. Tarihi akıbetleri onlar için hala mukadderdir demek, bu şartlarda kehanet değildir. O sebeple bir Müslüman, ne kadar zavallı olursa olsun böyle bir temayül gösteremez.
Buna rağmen bir Müslüman Hıristiyan teolojisini benimseyebilir, onların durumuna düşebilir. Modernizmin Hıristiyan kültürü içinden çıkmış bir ideoloji olduğu unutulmamalıdır. Benzer yaşam pratiği sergilendiğinde, modern bir düşünüş biçiminin etkisi göz ardı edilmemelidir. O nedenle tıpkı Hıristiyanlar gibi de kendi inancını muharref kılabilir. İtikadi kabullerini, dünya hayatında tercihlik bir yaşam tarzına, parçalanmış bir ibadet anlayışına dönüştürebilir. İtikatla siyaseti, imanla ticareti, inançla eğlenceyi, sanatı, örgütlenmeyi vs ayrıştırabilir ki İslam dininde bunun adı şirk koşmaktır. Hayatı parçalamak, insanı parçalamak, her parçaya bir rab-otorite tayin etmek ve buna razı gelmek budur. Paganizm de budur.
Nitekim modern dönemler boyunca da gözüken pratik buna uygun resim vermektedir. Bu sebeple ve yukarıda açıklanan çerçevede, bu gün modern bir düşünüş biçimi ve yaşam tarzı asla Müslüman’ca bir düşünüş biçimine dayanmıyor. Bu topraklarda Tanzimat fermanı sonrası söylenen güzel bir sözü bu gün yinelemek meramı daha iyi açıklayabilir; ferman sonrası Müslüman ahalinin tepkisi “gavura gavur denmeyecek” miş şeklindedir. Modern kodlarla düşünmek “gavur” gibi düşünmekse, varlığa ve dünyaya böyle bakmak, ilişkileri onlar gibi kurmak “gavurluksa”, dikkatli oluna!
Hüseyin Alan

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir