Çağdaş Putperestlik

Çağdaş Putperestlik

Başlangıçta belirtelim ki çağımızda insanlar “put” denince kötü şöhrete sahip, imal edilmiş somut bir nesneden veya zihinsel ilkellikten bahsedildiğini düşünür. Nesnel bir varlık veya bir kavram olarak puttan bahsetmek pek şık gelmediği için putperestlik de dudak bükülen, eskilere ait bir tavır olarak anlaşılır. Bu nedenle bu gün insanlar put yerine tanımlanmış ve sınırlanmış bir varlık olarak “tanrı” kavramını kullanıyor. Böylece ilkellikten ve putperestlikten kurtulduğunu, medenileşerek uygarlaştığını düşünüyor. Acaba öyle midir?
Materyalist akıl ve Lineer tarih yorumuna göre tarih sıfırdan başlayıp sonsuza kadar mükemmelleşme sürecinde hareket halindedir. Diğer varlıklar gibi insan da tabiatın bir parçasıdır. Biyolojik yapısının evrimleşmesi sonucunda insan da gelişmektedir. Tarihsel dönemler ve zamanlar dolayısıyla sosyal hayat ilkellikten mükemmelliğe doğru evrilirken, insan toplulukları da kendi dönemlerinde çeşitli düşüncelerin etkisiyle üretim ve paylaşımda örgütlenebilmiş, kentler kurarak hukuki ve siyasi bir yapıya ulaşmıştır.
Tanrıyı dünya âleminden kovarak çok uzaklara, metafizik âleme yollayan Batılı zihniyet, gerçekte insanı, insan ilişkilerini, sosyal örgütlenmeyi ve devlet olmayı yeniden tanımlarken, bu işleri tanrıdan bağımsız kıldığı kendi aklıyla yapmak istiyordu. Söylediği her söz, yaptığı her tanım ve açıklama gerçekte kilisenin söylediklerine karşılıktı ama neticede aynı zihinsel kavrayışın “antisini” üretecekti.
Kilise ya da bozulmuş teolojisiyle Hıristiyanlık dünyanın, tabiattaki varlıklar dâhil insanın yaratılmış olduğunu, bir gün kıyametin kopacağını ve dünyanın sonunun geleceğini söylüyordu. Tarih döngüseldi ve mevsimlerin birbirini takip etmesi gibi devreler halinde dönüyordu. Sosyal hayatta zalimler egemen olup adaletsizliğin ve kötülüğün zirve yaptığı dönemlerde Tanrı krallığı denen adil bir dönem gelecek, kötülükler sona erecekti. Bu ya Tanrı oğlu İsa’nın gökten dönmesiyle binyıllık bir adalet ve iyilik dönemi (milenyum) olacak ya da hemen kopması beklenen kıyamet sonrası kurulacak öbür dünyada, tanrının dünyasında gerçekleşecekti.
Batı aklı oldum olası paganist, çoklu tanrı anlayışına dayalı bir kavrayışa sahiptir. Kutsal kitapların sözüne kuşkuyla bakar, doğruyu aklıyla bulacağına inanırdı. Grek felsefesi varlığı, yaratılışı ve tanrı yerine koyduğu tabiatı, tabiat içindeki insanı ve ilişkilerini tartışan bir bilim olarak bu nedenle var oldu. Roma dönemi, ardından gelen ortaçağın feodal dönemi, onun ardından gelen aydınlanma dönemi ve nihayet tüm dünyayı saran endüstriyel üretim ve teknolojik devrim çağı hep aynı zihniyet ve kavrayışı yeniden üreterek var oldu. Batılı akıl köklerinden hiç kopmadı bu nedenle.
Batı aklı deyip geçmemeli, bu gün tüm dünya batılı gibi düşünüyor. Batılı gibi kavrıyor. Tabiata, insan dâhil tabiattaki varlıklara, eşyaya batılı gibi bakıyor. İnsanın tabiatla, tabiattaki varlıklarla ve insanlar arası kurduğu ilişkileri batılı gibi “egemen” olmak için kuruyor. Doğru ve eğrinin ölçüsünü batılıdan alıyor. Adaletsizliğin, zulmün hüküm sürdüğü, maddi gücün egemenliğinin belirleyici olduğu, birilerinin efendi, ezici çoğunluğa sahip insanlarınsa baskı altında tutularak yok sayıldığı ve ezildiği bir dünya bu.
Öteden beri paganist-putperest kavrayışla çalışan batı aklı, çağımızı dinden, büyüden, mitolojiden kurtulmuş, üstün varlık olan insan aklı ve bilimin etkisiyle uygarlık seviyesine çıkılmış olduğunu söylüyor. Dolayısıyla çoğulculuğu, maddi zenginliği, sınıfsal yapıyı, görselliği ve görkemli yapıları üstünlük olarak dayatıyor. Gelişmişlik, ilerleme ve tarihsel olarak bu dönemi ilericilik, medeniyet olarak açıklıyor. Bu nedenle batılı zihinde zengin-fakir gibi sınıfsal farklılık, zenci-beyaz gibi statü farkları normal, putperestlik, puta tapıcılıksa özgürlük, haz ve demokrasi olarak kutsallaşıyor.
Put ve putperestlik deyince bu gününün insanının zihninde canlanan tasavvur ve pratik, tarihin derinliklerinde ve karanlık çağlarında kalmış ilkel insan ve onların yaşam tarzı olarak anlaşıldı bu sebeple. Şimdi bu gelişime bakabiliriz.
ANTİK DÖNEM PUTPERESTLİĞİ
Put denince ilk elde insanların kayadan, tahtadan, mermerden, tunçtan kendi elleriyle yonttukları bir takım resimler, heykeller, büstler gibi şekilli ama cansız nesneler anlaşılıyor. İnsanlar da çeşitli sebeplerle kutsallaştırdığı bu nesnelere tapınmaktadır. Büyü, mitoloji ve batıl dinlerin hâkim olduğu çağlarda, mitler bunu ifade ediyor. Ama akıl ve bilim çağında böyle bir şey yok!
Durduk yere bu putlar kendiliğinden kutsallaşacak, insanlar da putlara iş olsun diye tapınacak değil elbet. O halde bu ilişkiyi anlamaya çalışalım.
İnsanlar putlarda ya da putlaştırdığı varlıklarda var olduğunu “vehmettiği” bazı gizli güçler olduğunu düşünüyor. Buna da inanıyor. Bu “sanı” nedeniyle insanlar putlarda bazı işleri görecek, bazı belaları da defedecek “güçlere” sahip olduğunu kabul etmiş. Bu putlarda vehmedilen kudret, onların içlerinde mündemiç olduğuna “inanılan” ruhlardan, cinlilerden velhasıl ruhani güçlerden kaynaklanıyor. Bu güçler gaybı da bildiği için yol gösteriyor, yordam öğretiyor.
Bu putlar bazen de ay, güneş ve yıldızlar gibi tabiatüstü ve hayvanlar veya bazı özel insanlar gibi tabiat içi varlıklardan olabiliyor. İnsandan putlar genellikle kabile şefleri ve reislerinden, cemaat ruhbanları ve toplum liderlerinden, yaptığı işler nedeniyle takdir toplayan kahramanlardan ve devlet başkanlarından oluyor. Dikkat edilirse putlaştırılan insan varlıklarında da vehmedilen özel bir güç, özel bir bilgi ve kudret var. Onlara bu vasfı sağlayan gizemlilik de aynı şekilde kendilerinde mündemiç sanılan bir ruh veya bilgi üstünlüğü dolayısıyladır.
İtaat veya secde anlamında putperestlik, putlaştırılan varlıklara itibar edip önlerine varmak, onlara yakın durmak, kimi yerlerine elleyerek güç devşirmek, bazı ritüelleri yapmak ve diğer gerekli protokollere uymakla gerçekleşiyor. Bu ibadet ya da putlara yapılan kulluk, putların sahip oldukları sanılan güçleri nedeniyle onlardan yardım istemek veya onlardan gelebilecek gazaptan korunmak maksadıyla yapılıyor. Bunun için de sadakalar veriliyor, adaklar ve kurbanlar gibi sunaklar sunuluyor, dilekler ve temennilerde bulunuluyor, etraflarında tavaf ediliyor. Düne kadar durum buydu.
ÇAĞDAŞ PUTPERESTLİK
Çağdaş insanlar bu gün aya, yıldızlara ve güneşe tapınmıyor. Lat, Menat, Uzza, Apollo, Zeus gibi tanrılara da ibadet etmiyor. Lakin dikkatli bakınca görülüyor ki gerçekte putperestlik yenilenmiş haliyle ve her şekilde devam ediyor. Günümüzün putları muhteva olarak aynı işi görüyorlar ama kavram ve şekil olarak değişiklik gösterdikleri için pek fark edilmiyor. Bu putlara bir bakalım:
Soyut ve kavramsal olarak baş tacı edilen ilkeler başta olmak üzere, modern zihniyetin ürettiği liberalizm-muhafazakârlık-Marksizm-yapısalcılık gibi kurtuluş ideolojileri, evrensel medeniyet olarak tanımlanan ulusçuluk, insan hak ve özgürlükleri, serbest Pazar ekonomisi, seküler hukuk ve çağdaş yaşam tarzı birer puttur. Günümüzde neredeyse tek yaşam biçimi olarak kalan ve her yanı kuşatan kapitalist üretim tarzı ve biçimi ise en büyük puttur.
Somut varlıklar olarak da devlet başkanları, kurumlar, sivil toplum ve siyasi partili liderleri, yazılı ve görsel medya, sivilleşmiş dini cemaat önderleri, fabrikalar, bankalar, finans piyasası ve borsalar, alışveriş merkezleri, eğlence ve tatil yöreleri, kamusal alanlar ve kültür merkezleri birer puttur.
Putlarda var sanılan özellikleri tekrar hatırladığımızda, putperestliğin kendini yenileyerek, yeni kalıplara girip kendini yeniden üreterek nasıl işlediğini de kavrayabiliriz. Çağdaş putlara da yakın olmanın gereği, onların yardım ve desteğini almak için veya onlardan gelebilecek belalardan uzak durmak içindir. Çünkü putlaştırılan soyut ilkeler veya somut varlıkların her biri kendi alanlarında özel güç ve kudrete sahiptirler. Dünyanın hemen her yerinde benzer putların geçerli olması da bu putların şöhretlerini teyit etmektedir.
Çağdaş putların gizemi ve gücü, ruhaniyetten çok maddi kudrete, kendi alanlarında sahip oldukları iktidar tekeline dayanmaktadır. Bu nedenle bu putlardan yana olmak, bu putlara yakın durmak isteniyor ve dahi gerekiyor. Kariyer, zenginlik, itibar ve sosyal statü elde etmenin ve dahi üstünlüğün hem kaynağı hem de ölçüsü bu putlar olmuştur. Bu imkânlar bu gün bu putlar sayesinde sağlanmaktadır… Ve putperestlik çağdaş haliyle aynen devam etmektedir.
Putperestlik eski ve yeni haliyle gerçekte ve sadece putperestlik değildir. Hayatın dışında, hayattan kopuk da değildir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de putlar, klanların, kavimlerin, ulusların, devletlerin kendilerine ait kıldıkları putlar sayesinde kendilerine meşruiyet buluyor, birlik ve düzen bu sayede sağlanıyor. Bu ilişkiyi kavramak önemlidir. Bu nedenle kavimler putlarıyla, putlar kavimleriyle var oluyor, milletler putlar üzerinden cisimleşiyorlar. Diğerlerinden bu sebeple ayrışıyor, kendilerini bu sayede farklı ve üstün hissediyorlar.
Her milletin kendi içinde çoklu ve değişik özellikte putlara sahip olması da bu nedenle doğal sayılıyor. Çünkü tarihsel her zamanda ve mekânda, milletlerin sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel hayatı, birliği ve düzeni veya yaşam tarzı kendi putlarıyla kurulan bu ilişki sayesinde yürüyor.
İKİ ÖRNEK
Çağımızın en meşhur ve yaygın putu ulusçuluktur. İnsanlar en büyük değer olarak ulusal varlıklarını, devletlerini, değerler ve sınırlar olarak da ulusal ilişkilerini ve menfaatlerini görmektedir.
Çağdaş insan varlığını ulusuna armağan etmekte, şerefini ve izzetini ulusunun gücünden ve kudretinden almaktadır. Ulusal başarılarıyla övünmek, yenilgileriyle kederlenmek bunun sonucudur. Bir ulus içinde kültürel varlık değil de başka bir ulus olma iddiası bu nedenle vatan hainliği olarak nitelenip aşağılanmaktadır. Dolayısıyla ulusçuluğun alt kutsalları da birer puttur.
Çağımızın en yaygın putu olarak cisimleşen ulusçuluğu anlamak için İsrail’e, İsrail ulusuna, ulusal ideallerine, bu günkü liderleri Benyamin Netanyahu’ya bakmak ve Filistin’de olup biteni anlamak yeterlidir. Bizim ulusumuz, ideallerimiz, devletimiz ve liderlerimiz farklıdır diyebilenler, kendi gözündeki merteği göremeyenlerdir.
Ulusçuluk çağında meşruiyeti kabul edilen, korunmuş hakları olan insanlar değil, devletleşen uluslardır. Bu ekonomik varlık, sosyal örgütlenme, siyasi güç ve seküler hukuk olarak ilişkilere yansır ve her ulus kendi gücüne göre dünya nimetlerinden menfaatleşir. Bu nedenle gerek uluslar arası ilişkilerde olsun gerekse her bir ulus içinde var olan kültürel ve sosyal guruplar arasındaki ilişkiler olsun, aynı ilkeler geçerlidir.
Ulus olmak için devlet olmak, içerde ulus temeline dayalı siyasi bir iktidar kurmak ve BM tarafından tanınmış temsil yetkisine sahip olmak gereklidir. İnsan hakları evrensel beyannamesi, beyannamede ileri sürülen ilkeler ve haklarsa, ulus devletlerden, onların varlık ve değerlerinden çıkar sağlamak ve onları sömürmek için kullanılan propaganda araçlarıdır. Yani beyanname gerçekte dünya insanlarını çok da dikkate almaz…
Çağımızın bir diğer putu “bilimdir”. Çağdaş bilim anlayışına göre hakikati bilim belirler. Bu hakikatlerden birine göre tabiatın kendi kanunları vardır. Bu kanuna göre tabiat olayları neden sonuç ilişkisine göre işler. Bu işleyişte kesintisiz süreklilik vardır. Tabiatta, nesneler ve varlıklar arasında gelişen olaylarda bu sebepten kesinti ve raslantı olmaz. Sadece fizik bilim tesadüfe şans verir ama o da sınırlı teorileri açıklamak içindir. Diğer bilimler tesadüfü de kabul etmez.
Bilim putunun buyruğuna göre, kitaplı dinlerin açıkladığı mucize, mitolojik bir bilgidir. Yani efsanedir. Yani hakikat değildir. Çünkü bilimsel dayanağı yoktur. Bilimsel olarak bunu doğrulamak mümkün olmadığı için de rağbet görmez, reddedilir.
Şimdi, hangi akıl mucizeyi vahyi açıklama, vahyi bir bilgi ve hakikat olarak kabul etmez de bilimsel bilgiye göre açıklamaya çabalarsa, komplekse kapılıp zorlanarak izah etmeye çabalıyorsa bilinmeli ki o akıl Allah’a değil bilim putuna itibar ediyordur.
Bu misalden hareketle Melekleri, Cebrail’i, Cennet ve Cehennemi, Âdem’i, Cin’i, Hz. İbrahim’in rüyasını, Musa’nın asasını, İsa’nın babasız doğumunu, Muhammed’in miracını vs tartışanları varın siz değerlendirin. Ve bu varlıklar ve olaylar hakkında vahyi bilgiden kopmuş akıl yapısının ve zihinsel kavrayışın dini algılarını varın siz düşünün. Bilimsel bilgileri hakikat varsayarak Allah’ın açıklamalarını bilime doğrulatma çabalarının nerelere geldiğini artık siz düşünün. Ve kompleksin ve aşağılık duygusunun sonuçlarını dikkatle izleyin…
İSLAMA GÖRE
Eskiden olduğu gibi günümüzde de putperestliğin tek çaresi İslam’dır. Allah kitabında insanları bağlı oldukları tüm bağlardan, ait oldukları tüm yapılardan, sahip oldukları tüm varlıklardan bağımsız olarak muhatap alıyor. Putlarından, putlaştırdığı ilişkilerinden, putlarıyla cisimleşen milletinden, her ne şekilde olursa olsun üstün saydığı değerlerinden sıyrılmasını istiyor. Kurandaki “ey insanlar” hitabı bunu çağrıştırır.
Putperestliği küstahlık olarak tanımlar İslam. İnsanoğlunun sınırını bilmemesi, haddini aşması olarak görür. Allah ait olan güzel isimleri ve nitelikleri aciz varlıklarda ve nesnelerde görmeyi en büyük zulüm olarak niteleyerek şirk sayar. Kâinatı yaratanın dünya hayatını yönetme hakkı olduğunu da sıkça hatırlatır çünkü.
İnsanın sahip olduğu mal varlığına, vahiyden kopuk bilgisine, maddi manevi çokluğuna, toplumunun, liderinin ve devletinin gücüne güvenip Allah’a ihtiyacının kalmadığını düşünmesini müstağnilik olarak görür. Nasıl yaratıldığını ve rızıklandırıldığını unutanlara, ölmeyecekmiş gibi yaşayanlara, Allah’dan gelenlere kulak tıkayan nankörler olarak bakar.
Oysa Allah iradesini ve insanın sorumluluklarını her topluma bildirdi. Her dönemde ve zamanda bildirdi. Vahyi belirli zaman ve mekanlara, her dönemin kendine ait şartlarına değil, evrensel zaman ve mekana göre şartları düzeltecek olan insana indirdi. Haddini bilmeyenler, üstünlük taslayıp övünenler, birbirlerine zulmedenler elbette cezalandırılacak buyurdu.
Buna karşılık Allah’ın karşısında tevazuu göstermesi ve ondan gelenlere karşı boyun eğip itaat etmesi beklenen insan ne yapıyor? Putperestlik ediyor, ilahlık taslıyor, eline geçirdiği maddi ve manevi gücüyle üstünlük kuruyor, zulmediyor ve kibirleniyor. Kötülüğü yayıyor. Hem de geçici olan bu dünyada.
Bu nedenle insanoğlunun sınırını ve gücünü kavramasını, haddini bilmesini ve bunu idrak etmesini istiyor Allah. Düşünceli davranmaya, yaratanına saygılı olmaya bu nedenle çağırıyor akleden kullarını.
Bu dünya, tarihin ve doğanın içinde, bizim yaşadığımız dünya içinde, sadece bu dünyada geçerli, bu dünyayla ilgili planlar ve hesaplar yaptığımız bu dünya, geçicidir. Fanidir. Ebediliğin karşısında bütünüyle boş, gerçek dışıdır. Son hepimize çok yakındır. Çünkü biz, hepimiz sonraki dünyanın varlıklarıyız, varacağımız yere aidiz.
İnsanlar, anılmaya değer hiçbir şey değil iken nasıl yaratıldığını, şekillendirildiğini, güzelleştirildiğini ve rızıklandırıldığını unuttuğu zaman, geri dönüşü, ölümü ve hesaba çekilmeyi de unutmak ister. Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden, insanlar arasında süregelen mal (iktidar-güç) ve evlat (sayısal çokluk) yarışı olduğunu kavramak istemez. Farklı cinsleri, renkleri ve dilleri üstünlük sebebi sayar durur bu nedenle.
İnsandan istenen neydi: Yaratanını bilip sadece ona itaat etmesi. Her dönemde, her zamanda ve her şartta. Aslolan neydi, insanın tek yüzlü olup Allah’a sadık kalmasıydı. Yaratılışın kanunu buydu. Bahane üretmemesi, sanal varlıklara ve güç sahibi insan ve kurumlara boyun eğmemesiydi. Kudreti ele geçirince asileşmemesi, aczini hatırlayıp tevazuu sahibi olmasıydı. Her durumda dürüst ve adalet sahibi olup zulmetmemesi, ihtiyaç sahiplerini, güçsüzleri aşağılamayıp onları görüp gözetmesi, kusurları örtüp affedici olması, merhameti elden bırakmamasıydı.
Zihni kavrayış olarak yaratıldığını ve ölümlü olduğunu akıldan hiç çıkartmayanlar, Allah’dan gereği üzere korkan ve ondan gelenlere ihlâsla itaat edenlerdir. Dolayısıyla çağdaşlarından kim de Allah’a isyan eder nankörlüğe saparsa, kibirlenip büyüklük taslarsa ona karşı duran, kötülükleri eliyle düzeltendir. Böylece fesadı engelleyen, yeryüzünü fitneden koruyandır.
Ve Allah buyurdu ki, ey insanlar: Kendine hiçbir fayda veya zarar verecek gücü olmayanlara tapınmayın. Putperestlik etmeyin. Putlaştırdıklarınıza yakın durmayın. Onlardan bir şey beklemeyin. Onların kendileri acizdirler, bakıp görmez misiniz? Onların gücü olsaydı kendilerini ölümün pençesinden kurtarırlardı, akletmez misiniz?
Hüseyin Alan
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir