Hz. Muhammed’in Medine Yahudileriyle İlişkisi

Hz. Muhammed’in Medine Yahudileriyle İlişkisi

Giriş
Konu başlığının bağlamı, Hz. Peygamber’in ve Müslümanların Mekke’den Yesrib’e hicretinden sonra orada yerleşik Müslümanlarla birlikte yeni kurdukları İslam toplumu ve İslam devleti ile alakalıdır. Medine’de egemenlik, hükümranlık ve siyasi otorite Müslümanların elindedir. Toplumsal ilişkileri düzenleme, kamusal alanı yönetme yetkisi onların tekelindedir. Dolayısıyla Yahudi toplulukları veya grupları, diğer Arap kabileleri gibi İslam devletinin birer unsurudur.
Yesrib’in toplumsal yapısı, homojen Arap toplumu olan Mekke gibi olmayıp, Yahudilerin ve şuubun da yer aldığı heterojen bir yapıya sahiptir. Yaklaşık 10 bin nüfusun 4 binini Yahudi grupları, 6 binini Araplar oluşturmaktadır. Medine’de merkezi bir yönetim ya da krallık tarzı bir idare yoktur, federasyon şeklinde birleşik idari bir biçim vardır. Hicret sırasında Müslümanların sayısı 1.500 civarındadır.
Yahudi toplulukları, Kaynuka Oğulları, Nadir Oğulları ve Kureyza Oğulları adıyla bilinen meşhur üç gruptur. Araplar kan bağına dayalı, kabile sistemine göre örgütlenmiş topluluklar iken, Yahudiler din bağına dayalı inanç topluluklarıdır.
Yahudiler, Yesrib’in en güzel arazilerine sahiptir. Zirai ürün, ticari faaliyet, finans piyasası, kitabi ve kültürel liderlik gibi üstünlüğü ellerinde tuttukları için, siyasi olarak da etkindiler. Güney kısımda yüksekçe yerlerde ve kaleler içinde ikamet etmekteydiler. Onlara yakın arazilerde ve ovada Evs, daha berilerde Hazreç yaşamaktaydı. İki Arap kabilesi liderliğinde bloklaşan Araplar, uzunca süren Buas adıyla bilinen iç çatışma nedeniyle birçok bakımdan geriye düşmüşlerdi.
Hz. Peygamber Yesrib’e hicret ettiğinde, doğrudan yönetime “el koymuş”, merkezi iktidar kendinde olmak kaydıyla otonom/federal bir yönetim tesis etmiştir. Bu sebeple Yesrib’deki toplumsal gruplardan önce Yahudilerle, sonra da diğerleriyle bir sözleşme imzalanmıştır. Siyasi bir yönetimin tesisi, yönetim biçiminin unsurları ve ikmali Hicri 1. Yıla yayılarak yapılan şu işlerden de anlaşılmaktadır: Yesrib’in sınırları tespit edilmiş, nüfus sayımı yapılmış, şehir ‘haram’ ilan edilmiş, toplantı ve karar alma merkezi olarak Mescid inşa edilmiş, Müslüman pazarı kurulmuş, yakın çevredeki yerleşim yerlerine gazve ve seriyye operasyonları yapılarak İslam yönetimi tanıtılmış ve onlar üzerinde otorite kurulmuştur.
Bu hareketler gerek çevre kabilelerin, gerekse Yesrib içinde mukim müşriklerin ve daha fazlasıyla Yahudilerin güne ve geleceğe dair tüm hesaplarını alt üst edecek, dolayısıyla hiç hoşlarına gitmeyecektir. O sebeple yönetimle sözleşme yapmalarına rağmen Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı kin ve nefretlerini hep canlı tutacaklardır.
Yahudilerle Yapılan Sözleşmeden Seçmeler
Hz. Peygamber, hicretten hemen sonra Yesrib’deki insan gruplarını İslami ölçülere göre üç grup halinde yeniden tanımladı ve tasnif etti. Buna göre, Mü’minler ve Müslümanlar birlikte bir ümmet, Yahudiler ayrı bir ümmet, müşrik Araplar ayrı bir ümmetti. Bunların dışında kalanlar şuub ve sair olarak nitelendirildiler. Sözleşmede ‘Müslüman’ ve ‘Mü’min’ kelimelerinin yan yana kullanılması, Muhacir ve Ensar’dan iman edip Müslüman olanlarla, iman etmedikleri halde yönetime tâbi olanları, yani teslim olanları ayırmak içindir. Dolayısıyla Müslüman olarak tanımlanan bu müşrikler de Mü’minlere itaat edeceklerdir.
Medine sözleşmesi toplamda 47 maddedir, bunun 24 ila 47. Maddeleri Yahudilerle ilgilidir. İlk bölümdeki 16. Madde Yahudilerden bahsetse de, onların müttefikleriyle ilişkileri hakkında olduğu, benzer hükmün kendileriyle ilgili maddelerde de yer aldığı için, direkt onları ilgilendirmiyordu. Bu maddelerden konumuzla alakalı bazılarını nakledip tefsir edelim:
42. Madde: Medine sakinlerinin tümü Hz. Peygamber’in siyasi liderliğini/yargı otoritesini kabul eder. Yahudiler, kendi iç meselelerinde isterlerse Hz. Peygamber’e müracaat edebilirler. Onlar genelde Tevrat’a müracaat ettiler, hahamlarının hükümlerine teslim oldular. Hz. Peygamber’e geldikleri zamanlar ise, onların güçsüz oldukları zamanlardı.
39. Madde: Bu madde, haramlık ve iç düzeni sağlıyor. Yesrib ‘haram’ ilan edilince, iç çatışmalar engellenmiş, güvenlik sağlanmış, sınırlar belirlenmiş, hayvanları beslemek dışında otların ve ağaçların kesilmesi ile avlanmak dışında hayvanların öldürülmesi yasaklanmıştır. Bundan böyle hiç kimse Yesrib sınırları içinde silahlı olarak dolaşamayacaktır.
43. Madde: Yahudiler, Mü’minlerin düşmanlarıyla, yani Kureyş’le birlik olamaz, onlara yardım edemez, onlar lehine eman veremezler.
24. Madde: Yahudiler, Müslümanların cihadına katılmayacaklar ama Yesrib’e bir saldırı olursa birlikte savunacaklar, savaş giderlerini paylaşacaklardır. Uhud savaşına katılmak için izin isteyen bazı Yahudilere Hz. Peygamber izin vermemiş, “Biz müşriklere karşı müşriklerden yardım almayız” buyurmuştur.
Yahudiler, imzaladıkları sözleşmeyle (bu konuda diğerleri gibi) can, mal ve namus emniyetine sahip olmuş, inanç, ibadet ve nesillerini yetiştirme konusunda özgürlüklerine kavuşmuş, yönetime karşı genel toplumsal sorumlulukları ve itaatleri hariç kendi iç işlerinde muhtariyet elde etmişlerdir. Mü’minlerin cihadına katılmak zorunda değillerdir. İslam yönetiminin bir unsurudurlar. Yahudilerle yapılan bu sözleşme ilk seriyye hareketinden önce yapılmıştır. İç güvenliğin sağlanması için bu gerekliydi. Zaman olarak Bedir’den bir yıl ve bir kaç ay öncedir.
Her ne kadar Yahudiler bu anlaşmayı kabul edip imzalamış, taahhüt vermiş olsalar da, çok sürmedi Bedir savaşından sonra bazıları ahitlerini bozdular. Onlar yenilip yok olacaklarını sandıkları Müslümanların Bedir’den galip çıkmaları karşısında tedirgin oldular. Kinleri nüksetti. Açıktan açığa muhalefete ve düşmanlığa başladılar.
Bazı liderleri Mekke’ye gidip Kureyş’i yeniden savaşa teşvik etti. Onları yeniden savaşmaya tahrik ettiler. Kendileri içeriden destek olacaklarına dair söz verdiler. Mekkelilerin Yesrib’e gece operasyon yapıp Mü’minlerden bazılarını katletmelerine yardım ve yataklık ettiler. Nadir Oğullarından Kab b. Eşref, Müslüman kadınları aşağılayan, Peygamber ailesine küfreden şiirler söylüyordu. Kab, diğer liderlerden bazılarıyla Mekke’ye gidip orada kalacak, onların Bedir’deki ölüleri için ağıtlar yakacak, onları intikam almaya teşvik edecek, Kureyş ajanlarını evinde gizleyecektir. Hz. Peygamber, istihbaratı sebebiyle tüm bunlardan haberdardır.
Geçerken söylemeliyiz ki, Bedir’den sonra Yesrib ismi yasaklanmış, Medine ismi kullanılmaya başlanmıştır. Buna sebep, Medine’deki düzenin ve toplumsal yapının çevredeki gerek kabile sistemi gerekse krallık tarzı bir biçim olmadığının, dini ölçülerin ve İslam egemenliğinin geçerli olduğunun vurgulanarak diğerlerinden farkının ortaya konulmasıdır.
Beni Kaynuka’nın Sürgünü
Medine’den ilk sürgün edilen kavim Beni Kaynuka’dır. Onlar Yahudilerin en azgınlarıydılar. Bedir sonrası anlaşmayı bozup açıktan düşmanca tavır aldılar. İşi iç çatışmaya kadar vardırdılar. Uhud’dan bir yıl önce, Mayıs 624’dü, Hz. Peygamber onların çarşısına gitti ve onlara nasihat etti. Onları yaptıkları kötülüklerden vazgeçirmeye, sözleşmeye uymaya davet etti. “Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” diye uyardı. Onlar diklendiler, “Kureyş savaşmayı bilmez, tecrübesizdir, bizi Kureyş sanma, bizimle savaşırsan bunu anlarsın” diyerek meydan okudular.
Bir rivayette, Kaynuka çarşısında Yahudi bir esnafın işyerinden alışveriş yapan Müslüman bir kadının elbisesini arkadan bağladıkları, kadın ayağa kalkınca elbisesinin boydan boya yırtıldığı ve çıplak kaldığı, kadının bağırması üzerine oradan geçen iki Müslüman’ın olayı görüp Yahudi’yi öldürdükleri, Yahudilerin de o iki Müslüman’ı katlettikleri yer alır.
Gelişmeler üzerine Yahudiler kalelerine çekildi, Hz. Peygamber, 700 savaşçı arkadaşıyla onları kuşattı. Hazreç’den Abdullah b. Ubey onların eskiden müttefikiydi, onlar için sürekli iyi muamele istedi. Ubade b Samit de onlarla dosttu ama o “Ben onlardan beriyim” dedi ve sahiplenmedi. Maide Suresi 51. Ayetin bu gelişmeler üzerine inzal edildiği söylendi: “… sizden kim onlarla dost olursa o da onlardandır…”
Muhasara 15 gün kadar sürdü. Bu arada onlara Müslüman olmaları konusunda çağrıda bulunuldu. Bu çağrı, onları zorla İslam’a döndürmeye değil, anlaşmalarına sadık kalmalarını ve Hz. Peygamber’e itaat etmelerini sağlamaya yöneliktir. Kabul etmeyip direndiler. Bekledikleri destek gelmeyince çok sürmedi teslim oldular. Haklarındaki hüküm, mallarını, kadın ve çocuklarını alıp Medine’yi terk etmeleri, arazilerinin ganimet olduğu şeklindeydi. Âl-i İmran Suresi 12-13. Ayetlerin bu hususa dair olduğu rivayet edildi. Onların geride kalan mallarını Ubade taksim etti.
Kab b. Eşref’in Öldürülmesi
Genel kanaat, Kab’ın Uhud sonrası 625’de, Nadir Oğullarıyla yapılan savaştan önce öldürüldüğüdür. Vakıdi H. 3. Yıl, 25. Ay diyor.
Kab’ın babası Tayy kabilesindendir, annesi Nadir’den Akile b. Ebi’l-Hukayk adlı bir kadındır. Nadir Oğullarının lideridir. Çevresini etkileyecek, Medine’de iç huzuru bozacak kadar etkili biriydi. İslam’ın ve Hz. Peygamber’in en azılı düşmanlarındandı ve bunu açıktan yapıyordu. Şair olduğu için, Müslümanlar, özellikle kadınlar ve Peygamber ailesi aleyhine galiz küfürlerle dolu şiirler söylerdi. Mekkelilerle kurduğu ilişkiler nedeniyle de bir “harbi” olmuştu.
Hz. Peygamber onun öldürülmesini istedi. Bu iş için Muhammed b. Mesleme görevlendirildi. O, hile yapmak konusunda izin aldı. Muhammed, Kab’a gitti ve Hz. Peygamber’den şikâyet etti, onun istekleri karşısında zorlandıklarını söyledi. Güvenini kazanabileceğini düşünerek Kab’dan borç olarak hurma istedi. Kab, kadınlarından veya çocuklarından birisini rehin verirse vereceğini söyledi. O, bunun kendisine yakışmayacağını, duyulursa kınanacağını söyleyip, savaş gereçlerini rehin olarak vermeyi teklif etti. Kab kabul etti. Akşama arkadaşlarıyla gelip rehinlerin karşılığını getireceğini söyleyip oradan ayrıldı.
Muhammed, Kab’ın sütkardeşi Ebu Naile ve iki arkadaşı gece vakti Kab’ın evine gittiler. Yaklaşınca ona seslendiler, o da yanlarına geldi. Hep birlikte yürürlerken Kab’ın sürdüğü güzel kokuyu bahane edip üzerine çullandılar ve onu öldürdüler. Bu arada içlerinden birisi karanlıkta arkadaşlarının kılıç darbesiyle yaralanmıştı.
Ertesi gün Nadir Oğulları, Kab’ın öldürülmesinden dolayı şikâyetçi oldular. Hz. Peygamber olayı bildiğini ve bunu Müslümanların yaptığını söyledi. Anlaşmaya sadık kaldıkları sürece bir zarar görmeyeceklerini belirtti. Buna rağmen münafıklar ve Yahudiler benzer şeylerin kendi başlarına da gelebileceği endişesiyle ürktüler. Hz. Peygamber onların kaygısını anlayınca sözleşmeyi yenilemelerini, kendilerini güvende hissetmelerini teklif etti. Onlar Kab’ın da anlaşmalı olduğunu ama başına bunun geldiğini söyleyince, Hz. Peygamber, Kab’ın anlaşmayı bozduğunu, hem etkili propaganda yürüttüğünü hem de düşmanla ilişkiye girip işbirliği yaptığını, onları kışkırttığını, buna kendilerinin de şahit olduğunu söyledi. Onlar ikna olup teklifi kabul ettiler ve anlaşmayı yenileyerek eski maddeleri teyit ettiler.
Beni Nadir’in Sürgünü
Hz. Peygamber, Kab’dan sonra Nadir Oğullarına bir şey yapmadı. Ama onlar, olayı bahane edip eski düşmanlıklarını ilerlettiler. Anlaşmayı yenilemiş olmalarına rağmen düşmanlık etmeye devam ettiler. Kureyş’e gidip destek istediler. Onlar Medine’yi dışarıdan kuşatırsa kendileri de içerden destek olacaklardı. Kureyş onlara zayıflıkları ve direnememeleri nedeniyle kızdı. Nadirli Yahudiler, bu yaptıklarıyla anlaşmayı bozduklarını biliyorlardı.
Nadir Oğulları iki kez Hz. Peygamber’i öldürme girişiminde bulundular. İlkinde, Hz. Peygamber’e haber yollayıp, 30 arkadaşı ile mahallelerine gelmesini, kendilerinin de aynı sayıda âlimleriyle onları karşılayacaklarını, aralarındaki tartışmada Hz. Peygamber galip gelirse Müslüman olacaklarını söylediler. Oysa bu bir hileydi. Adamlarını hançerli halde hazır bekletiyorlardı. Hz. Peygamber arkadaşlarıyla yola çıkmışken Yahudi bir kadın, Müslüman olmuş erkek kardeşini gelişmelerden haberdar etti, o da yarı yoldayken Hz. Peygamber’e ulaştı, onu bilgilendirdi, Hz. Peygamber de geri döndü.
İkinci teşebbüs ise, Bi’r-i Maune olayı sonrasıydı. Yahudilerden Amr b. Umeyye el-Damri, hataen iki Medineliyi öldürdü. Sözleşmede var olan maddeye istinaden diyete yardımcı olmaları için Hz. Peygamber Nadir Oğullarının yanına gitti. Onlar Hz. Peygamber’i bir duvar dibine oturtup lafa tuttular. Niyetleri, yukarıdan bir kaya parçası atıp onu öldürmekti. Rivayetler Maide Suresi 51. Ayet ile Allah’ın bu olayı haber verdiğini, Hz. Peygamber’in de derhal orayı terk ettiğini bildiriyor. Hz. Peygamber derhal Medine’ye döndü.
Hz. Peygamber onlara 10 gün süre verdi, Medine’yi terk etmelerini istedi fakat onlar kabul etmediler. O zaman ordu hazırlandı, Nadir’in üzerine yüründü. Nadirliler, kalelerine çekilmişlerdi. Haşr Suresi 2-4. Ayetlerin bu olayı anlattığı rivayet edilmektedir. Muhasara birkaç gün sürmüştü ki, Hz. Peygamber ani bir kararla kuşatmayı bıraktı ve doğrudan Kureyza Oğullarının yanına gitti. Arkadan vurulmak istemeyen Hz. Peygamber, onlara sözleşmeyi yenilemelerini teklif etti. Onlar da kabul edip, daha önce imzaladıkları maddeleri yeniden teyit ettiler. Böylece onlar Hendek savaşına kadar orada kalmışlardır.
Daha sonra Hz. Peygamber, Nadir’in üzerine tekrar gitti. Onlara “Bizimle tekrar sözleşme yapmazsanız güvenliğiniz kalmamıştır” denildi. Kabul etmediler. 7 gün sonra da teslim oldular. Onlara, çocuklarını, kadınlarını ve bir deveye yükleyebilecekleri kadar mallarını almaları ve Medine’yi terk etmeleri söylendi. Beni Nadir, kendi evlerini harabe haline getirip, kapılarına varana kırıp döktüler, yükleyebildikleri malları yanlarına alıp gittiler. Onlardan bir kısmı Müslüman olmuş, mallarını ve ailelerini kurtarmışlardı. Diğer bir kısmının Şam’a, bir kısmı da Hayber’e gitti. Hayber, Kaynuka Oğullarıyla birlikte tam bir düşman yuvasına dönecektir. Onlar, Hendek savaşına kadar Kureyş’i tahrik etmeye devam ettiler. Buna karşılık Nadir’in sürgünü, Medine’deki muhalefetin azmini ve direncini kırmıştır.
Beni Kureyza Meselesi
Hicri 5. Yılda Kureyş, müttefikleri ve paralı askerleriyle birlikte 10 bin kişilik bir orduyla Medine’yi muhasara etti. Sözleşme gereği Yahudiler savunmaya katılacak, düşmanla işbirliği yapmayacak, onları himaye etmeyecekti. Buna rağmen savaşın en kritik günlerinde Beni Kureyza sözleşmeyi bozduğunu, Kureyş’le birlikte hareket edeceğini duyurdu. Hz. Peygamber, önce Zubeyir b Avvam’ı, daha sonra da Sad b. Muaz, Sad b. Ubade ve iki sahabeyi daha onlara elçi olarak yolladı ve durumu öğrenmek istedi. Anlaşmanın bozulduğu teyit edilmişti. Böylece onlar bu durumda anlaşmayı ikinci defa bozmuş oluyorlardı.
Bu, beklenmeyen bir şeydi. Nitekim Müslümanlar, Beni Kureyza’nın oturduğu bölgeyi boş bırakmışlar, o taraftan Medine’ye düşman girişini sağlama aldıklarını düşünmüşler, savunma hattı kurmamışlardı. Dahası kadın ve çocukları da güvenlik için o bölgedeki bir kaleye yerleştirmişlerdi. Beni Kureyza, Kureyş’e haber yollamış, kendi mahallelerinden içeriye girebileceklerini, kendilerinin de savaşa katılacaklarını bildirmişti. Böylece Müslümanlar hem içeriden ve arkadan hem de dışardan kuşatılmış olacak ve katliama uğrayacaklardı. Beni Kureyza bu arada Müslüman kadın ve çocukların yerleştirildiği kaleye iki kez müdahale etti ama başarılı olamadı. Zira 500 kişilik Müslüman ordusu kaleyi koruyordu. Bu sıkıntılı haller Ahzab Suresi’nin 9. ve 10. Ayetlerde anlatılır.
Hz. Peygamber, Kureyş’in ve Beni Kureyza’nın henüz bilmediği ama yeni Müslüman olmuş Nuaym b. Mesud’u onların oyunlarını bozmak üzere iki tarafa da yolladı. Nuaym çok başarılı bir diplomasi yürüttü. Mekkeliler, onların müttefikleri ve liderleriyle görüştüğünde, Kureyzalıların onlara güvenmediğini, savaşı yarım bırakıp giderlerse kendilerinin Muhammed’le baş başa kalacaklarını, bu nedenle garanti için rehin istediklerini söyledi. Bunun tam tersini Kureyza’ya da söyledi. Böylece iki tarafın arasını açtı, birbirlerine duydukları güveni sarstı.
Kuşatmanın birinci ayı dolmuştu, düşman ordusu hendek nedeniyle karşıya geçemiyor, geçmeye çalışanlar da ok yağmuruna tutuluyordu, netice almaları mümkün değildi. Hava şartları da aleyhlerine dönmüştü. Umduğunu bulamayan düşman ittifakı dağıldı. Bir süre sonra Kureyş geri çekilip gitti. Ahzap Suresi’nin 25. Ayeti savaşın sonucunu anlatır.
Öğle vaktinde Müslüman ordusu Medine’ye döndü. Çok yorgun ve bitkindiler. Buna rağmen Hz. Peygamber ikindi namazını Kureyza’nın mahallesinde kılmak üzere hareket emri verdi. Onlar kalelerindeydiler. Kuşatma 25 gün sürdü. Küfredip duruyorlar, teslim olmuyorlardı. Nihayet kendilerinin eski müttefiki olan Ebu Lubabe’yle görüşmek istediler, Hz. Peygamber onu gönderdi, teslim şartları konuşmak istediler ama kabul edilmedi. Hz. Peygamber kayıtsız şartsız teslimiyet istedi. Sonra onlar eski müttefikleri Sad b. Muaz’ın hakemliğine razı oldular. Sad, hendek savaşında yaralanmıştı, evinde tedavi görüyordu. Evs’li Müslümanlar onu alıp getirirken, kendisine, Kureyza hakkında Kaynuka ve Nadir’e yapılan muamelenin benzerinin uygulanması yönünde karar vermesini telkin ettiler. Çünkü diğerleri Hazreçlilerin müttefiki, bunlar ise kendi müttefikleriydi.
Sad, savaş meydanına getirilince iki taraftan da vereceği hükme uyacaklarının taahhüdünü istedi ve olur cevabı aldı. Tevrat’a göre hüküm vereceğini, razı olup olmayacaklarını sordu, buna da evet dediler. Sad, Kureyza’nın silahlarını bırakıp teslim olmasını istedi. Teslim oldular. Eli kılıç tutan yetişkin erkeklerin öldürüleceğine, kadın ve çocukların esir edileceğine, geriye kalan mallarının ganimet sayılacağına hükmetti. Yahudiler rıza gösterdiler. Hz. Peygamber, Sad’a “Allah’ın hükmüne uygun hüküm verdin” dedi. Hüküm, Tevrat’ın Tesniye 10-15. Bâblarına uygundu.  Aynı şekilde Kuran’da Maide Suresi 33-34. Ayetlerin bu olayla ilgili olduğu da rivayet edilmektedir. Yahudiler, Medine çarşısına götürüldüler, oraya açılan çukurlarda infaz edildiler. Sayının 400 ile 900 arası olduğu rivayet edilmektedir.
Beni Kureyza İle İlgili Karara Dair Söylenenlerin Özeti  
Tarık Dursun K. (Eski Sivas müftüsü, Aydınlık gazetesi yazarıydı): “Bu bir katliamdır.”
Caetani: “Hüküm, peygamber tarafından uydurulmuştur.” (İslam Tarihi, 4. Cilt, İst. 1924)
Watt: “Peygamber bu işe mecbur kaldığı için yapmıştır. Bu özel bir durum olmayıp, o günün şartlarında normaldir. O olaydan sonra da pek çok Yahudi İslam toplumunda yaşamıştır.” (Peygamber ve Devlet Adamı, İst. 2001)
Karen Armstrong: “Müslümanlar Hendek savaşında Kureyza yüzünden katliama uğrayacaktı, kıl payı kurtuldular. Onlara sürgün cezası verilseydi öncekiler gibi Hayber’e gidecek, düşmanlığa devam edeceklerdi… Medine’deki infaz haklı sebeplerle yapıldı. Bu ceza diğer düşmanları da etkilemiştir. Kaldı ki, toplu infaz Kral Davut tarafından da uygulanmıştır. Ayrıca Yahudi düşmanlığı Müslümanlara ait değil, Batı toplumlarına aittir. Son yüzyıla kadar da Müslümanlar Yahudileri korumuştur.” (Hz. Muhammed, İst. 2005)
Maxsime Rodinson: “Peygamber bu olaydan dolayı yargılanamaz. Kureyzalılar Medine’de sürekli tehditti. Onların Medine’den gitmelerine izin vermek, Hayber’de İslam karşıtı entrika yuvasını güçlendirmek olurdu.” (Muhammed, İst. 1998)
Şibli: “Peygamber onlarla sözleşme yaptı. Dini serbestlik tanıdı. Can ve mal güvenliklerini teminat altına aldı… Kureyza önceden Nadir’den statü olarak aşağıdaydı. Aralarında öldürme vakası olduğunda kendileri tam bedel öder, Nadir yarım bedel öderdi, peygamber onları aynı statüye soktu… Kureyza, iki kez yaptığı anlaşmayı bozdu. Çocuk ve kadınların olduğu kaleye saldırdı. Hendek savaşında düşmanların ittifak yapmasını sağlayan Huyay b. Ahtab’ı himaye edip yanlarında misafir ettiler.” (Asr-ı saadet, İst. 1978)
Olayı Reddeden Savunmacılar
Nadir Özkoyuncu: “Maide Suresi’nin 33-34. Ayetleri olayın uydurma olduğuna delildir.” (Asr-ı Saadette Yahudilerle İlişkiler, İst. 1994)
W. N. Arafat: “Ölüm cezası verilmedi. Bazı tarihçiler bu rivayeti kabul etmediler. Haberin dayanağının İbn-i İshak olduğu, İmam Malik’in onun hakkında ‘yalancı’, ‘deccal’ dediği, rivayetleri Yahudilerden aldığı söylenmiştir…” Ayrıca, İsra 15. Ayetteki “Kimse kimsenin günahını çekmez” ifadesini delil göstererek “Allah bu cezaya izin vermez” demiş, öldürülen Yahudilerin ise çok eskiden Kudüs’de meydana gelen bir olayla ilgili olduğunu söylemiştir. (Medine Yahudileri, Kureyza’nın Hikâyesi. İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, Ankara 2004)
Ahmet Bereket: Savunmacılardandır, olayı kabul etmez.
M. J. Kıster: “W. N. Arafat’ın değerlendirmelerini reddeder. Bir sürü paradoks olduğunu söyleyip delilleri tek tek çürütür.” (‘Beni Kureyza’ makalesi)
Not: İmam Malik’in söyledikleri ölçü kabul edilemez. Ölçü kabul edilse de, bu sözler başka bir olay vesilesiyle söylenmiş söz olmalı, dolayısıyla bütün nakiller için doğru kabul edilemez. Kaldı ki, onlar çağdaştırlar, çağdaş âlimler arasında bu tür çekişmeler hep olmuştur. Bu nedenle İmam Malik’in değerlendirmesi esas alınamaz. İbn-i İshak, kendisinden çokça rivayet alınan bir siyercidir ve ilk siyerci Zühri’nin talebesidir.
Hüseyin Alan 

Kaynakça:
Meraklısı için bkz.
Mehmet Azimli, Beni Kureyza Kuşatması ve Sonucu Hakkında Bazı Düşünceler, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 10, Sayı 2, Diyarbakır 2008.
Mehmet Kelptekin, Beni Kureyza Gazvesi İle İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi ve İbn-i Hişam Örneği, Tarih Dergisi, Sayı 53, 2011/1, İst. 2012
Adnan Koşum, İslam’da Ölüm Cezası, SDÜ İF, 1998, Sayı 5
Ahmet Özel, İslam’da ve Günümüzde Devletler Hukukunda Savaş Esirleri, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2003, Sayı 1
Ekrem Ziya Umeri, Medine Toplumu, Risale yayınları, İst. 1988

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir