Küresellik ve İslami Kimlik -III-

Küresellik ve İslami Kimlik -III-

BİZDE NASIL OLDU?
Biz kapitalist ekonomik sistemi, kapitalist serbest pazarı düzeninin kendi tarihsel gelişimimiz sonucu kendimiz üretmedik. Batıdan ithal ettik. Bütün doğulular gibi. Bizde 1838 kadar klasik ekonomik bir düzen vardı. Bir malın üretimi, fiyatı, kalitesi, satımı devlet garantisi altındaydı. Hile, aldatma, tekelleşme yasaktı. Yanlış yapan cezalandırılırdı.
Bir üretici, mamulün her aşamasının, yaptığı işin tümünün sahibi olamazdı. Kumaşçıysa kumaşçıydı. Bu adam aynı zamanda iplikçi, aynı zamanda kumaş boyacısı, aynı zamanda konfeksiyon dikicisi ve aynı zamanda perakende satıcısı olamazdı. Her meslek ayrı bir eldeydi. Tekel oluşamazdı. Herkes az veya çok kendine yeter üretim araçlarına ve şartlarına sahipti.
Osmanlı düzeninde Müslüman ahali çiftçilik ve askerlik yapardı.15.Yüzyıla kadar siyaset ve bürokrasi de Müslümanların tekelindeydi. Bu gelenek Emevi’lerden beri böyle devam ediyordu. Siyaset, bürokrasi ve askerlik asli unsura aitti. Onların elindeydi. Sanat, üretim, ticaret, ilmi saha vs diğerlerine bırakılırdı. Ama Osmanlı 15. Yüzyıldan sonra bu konuda farklı bir sisteme geçti. Devşirme meselesi. Her neyse o düzen kendi şartlarında iyiydi belki ama 17. yüzyıla gelindiğinde o sistem Müslümanların aleyhine dönecektir.
Sistemde yönetici, bürokrasi, askeriye ve ilmiye/molla sınıfı çalışmaz, ahalinin sırtından geçinirdi. Üretimden ve ticaretten aldıkları vergi/haraç onların geliriydi. Bu sınıf hasılanın belli bir kısmını aldığı için sefalet söz konusu değildi. 200 sene evvel iktisadi düzen Müslümanların elinde değildi. Rum, ermeni, Süryani ve Yahudiler bu işlere bakardı. Rumları, Ermenileri ve Süryanileri kovduk. Yahudiler soy isim değişikliğiyle ülkenin her tarafına yayıldı. Onları o tarihlerde dünyada kabul edecek başka bir ülke de yoktu. Bu gün ticari işlerde subaşları hala onların ellerindedir.
Ermeni katliamı, Avrupalı mallarla rekabet meselesiyle de bağlantılıdır. Ermeniler pahalı da olsa iyi mal yaparlardı. Zor şer kapitalizmle rekabet edebiliyorlardı. Giderek kendini geliştirebilir, batı mallarıyla pazarda kapışabilirdi. Dahası o zamanlar bunlar ülkenin asli unsurlarından oldukları için yerliydiler… Konuyu anlamaya yardımcı olacak şu örneği de hatırlatalım: Hindistan’da İngilizler 250 bin dokumacının işaret parmaklarını kesti. Kesilen parmak olmazsa dokuma tezgahı çalıştırılamıyordu. Niyeydi o katliam? Manchester dokuma fabrikalarına rakip olmasınlar diye. Bunlar ve daha kötüleri her yerde oldu. Oyunun içinde olanlar birileriyle kazan-kazan yapıyor bizlerde seyrediyoruz!
Osmanlı düzeni İslami bir düzen değildi ama kapitalist kafir bir düzen de değildi. Bu fark önemlidir. Tanzimat fermanıyla o sistemden vazgeçilecek, piyasa ekonomisine geçilecektir. O tarihle başlayan geçiş sürecinde ittihatçılar çok şeyi teslim ettiler. Cumhuriyetçiler vermeye devam ettiler. Muhafazakarlar hisselerine düşen aşamayı kaydettiler, ahaliyi de işin içine katıp suç ortağı yaptılar. Rotada bir değişme yok. Sonuç, bu memlekette ahali hazine arazilerini gasp ediyor, tüccar ve bürokrasi hazineyi yağmalıyor. Kimsenin kimseye diyecek lafı yok.
Karar verici kadro yenilikler yaptıkça devleti kurtarıyor, devlet kurtuldukça varlıkları devlete bağlı olan kadrolar da kurtuluyor. Buna karşılık ülkenin pazarı, piyasası, üretimi, teknolojisi, tüketim alışkanlıkları Batılılara teslim ediliyordu. Süreçte yol aldıkça daha çoğunu vermek kaçınılmaz oluyordu.
Osmanlı topraklarında tren yolları, batının ürettiği malların pazara ulaşmasında büyük roller oynadı. Pazara ulaşan mallar yerli üretimden daha ucuza satılıyordu. Yerli ekonomi çökmeye başladı. Bu arada kültürümüzü ve alışkanlıklarımızı değiştirecek yeni yeni mallar da gelmeye başladı. Süreçte ilginç bir enstantane: Sivas’a gelen tren, Sivas esnafını iflas ettirmişti. Bunu gören Siirtliler tren yolunu şehre
sokmadılar. Raylar Kurtalan’da kaldı. Batıdan gelen mallar at sırtında veya arabalarla Siirt’e getirilmek zorunda kalınca maliyet yükseldi ve Siirtli esnaf, tüccar kendini koruyabildi. Bu gün ülkede hatırı sayılır tüccar sınıfının Siirtli olmasında o tecrübenin katkısı olmalı.
Kapitalist piyasa bir süreçtir. Bir kez başladıktan sonra müteferriği arkasından geliyor. Giderek bağımlı oluyor, kendinize yeter olmaktan çıkıyorsunuz. Alışkanlıklar değişiyor. İlişki biçimleri değişiyor. Değerler değişiyor. En sonunda toplumsal yapı, kültür kendiliğinden değişiyor. Bunların hiç biri diğerinden kopuk şeyler değildir. Bu işi bir otomobil gibi düşünelim. Parasını verip aldığınızda onun kendi malınız olduğunu sanıyorsunuz ama aynı anda başka bir ilişki başlıyor ve kapitalizme göbekten bağlanıyorsunuz. Otomobilin gideceği karayolları, şoförlüğü, yakıtı, yedek parçası, tamir ve bakımı, trafik kuralları, şehir içinde otopark sorunu vs peş peşe geliyor. Ve otomobil hem sizi kapitalizme bağlıyor, hem de alışkanlıklarınızı değiştiriyor. Altı üstü bir otomobil aldığınızı düşünüyorsunuz ama işler öyle gelişmiyor ve artık kurtuluşunuz yoktur.
Bu kapitalist piyasa çok acımazsızdır. Kendisi dışında başka ülkelerden asla rekabet istemez. Bu tür bir tehlike sezdiğinde daha işi baştan çözer. Türkiye’de yakın zamanlarda bir kuş gribi hadisesi yaşandı. Neticede bu ülkede tüm kümes hayvanları katliamdan geçirildi. Kümes hayvanları itlaf edilirken mesele neydi? Öyle kötü şeyler propaganda ettiler ki kimsenin gıkı çıkmadı. Pazarın “melekleri” her zaman olduğu gibi baskın çıktılar ve işi kotardılar. Meselenin aslı, köylünün kendine yetecek kadar geçimliği olan üç beş tavuğu, ördeği, kazı ve horozunu elinden almaktı. Bunlara sahip olanlar markete müşteri olmazlardı çünkü. Bu işler asla masum işler değildir. Gerisi küllü yalan dolandır. Küllü haram, küllü haksızlık, küllü alçaklıktır.
Haklarını vermek gerek, Batılılar tüm doğuda hep aynı taktikleri güttüler ve çok başarılı da oldular! Bizim coğrafyada İslam’a rağmen nasıl başarılı oldular sorusu önemlidir. Bu günü anlamak için ve yarınlara bakışımız için de önemlidir. Geçişte söylenmesi gereken şudur: Bu ülke Müslümanı için “iyi” nin ne olduğu, ahalinin destek verip onayladığı karar merkezlerinin “iyi”den ne anladığıyla alakalıydı. Başka bir ifadeyle bir Müslüman için mahrumiyet, eksiklik ve yoksunluğun ne olduğu, bunların tanım ve anlamıyla alakalıdır. Eksik olan nedir? Neyi elde edersek o eksikliğimiz gitmiş olur? Elde edeceğimiz şeye karşılık neyi feda edeceğiz? Ve tabii elde edilen her neyse ona karşılık verilene değer mi? Bu işler doğrudan iman küfür ilişkisiyle, haram helal ölçüsüyle ilgilidir ve bu memlekette anlaşılmayan şey budur.
Tanzimat’tan sonra Osmanlının, cumhuriyetten sonra cumhuriyetçilerin, onlardan sonra gelen diğerlerinin sözünün geçtiği yerlerde, artık İslam’ın hükmü geçmez olmuştur. O gün bu gündür İslam kişisel, bireysel, kültürel bir din olmuştur. Toplumsal alanda sadece hukuki olarak tanımlanan bireysel ve vicdani inanç biçimi olmuştur. O gün bu gündür devlet dinin yerine geçecek başka bir şey koyamadığı için dini hep bir kenarda tutuyor. Lazım olduğunda da dikkatlice istihdam ediyor. Çünkü devlet Tanzimat’ta dini terk ederek yeni ve başka bir fikre/ideolojiye dayanarak kendini tanzim etmişti.
BİRAZ AKTÜALİTE
İlgilenenler Türkiye’de muhafazakar çevre için ithal edilen SKUK adlı bir sistemi hatırlar.  Gayrimenkul piyasasıyla ilgili bir proje bu. Bankaların gayri menkullerde uyguladığı “morgate” adlı faizli kredinin “İslamcası.” Özel finans ve fon kurumlarına verilen yetki. Nedir bu işin aslı? Diyelim bir ev veya otomobil alacaksınız, paranız yetmiyor, faize de bulaşmak istemiyorsunuz. Buyurun helal olana! Evi ipotek ediyor borçlanıyorsunuz. Bizde henüz 10 yıl vadeli ama Batıda bu işlerde 50 yıla kadar uzayan vadeler var. Size parayı verenler vadeyi bekleyecek olsa, ooo, “ölme eşeğim” hikayesi olacak. Sermaye de bitecek. Öyle olsaydı o kadar uzun vade krediyi kim niye versindi ki? Deli mi bunlar.
Parayı veren kurum krediyi verdi ama elinde bir ipotek belgesi var. Bu ipoteği sermaye piyasasına teminat gösteriyor. Faizli/kar paylı tahvil çıkarıyor, piyasa ve borsalarda alım satıma sunuyor. Ülkeye, bankaya, vadeye, piyasaya ve şartlara göre risk primi hesaplanıyor, ipotek fiyatlanıyor nakde çevriliyor. Tabi bu işleri komisyon karşılığı başka aracı kurumlar yapıyor. Al takke ver külah işlem başlamıştır.
Bundan sonra işler şöyle yürüyor: İlk alışverişte evin gerçek fiyatı diyelim 100 TL olsun. 10 yıl vadede kredi binince bu rakam en az 225 TL oldu. Krediyi verenler bu 225 liralık teminatı mali piyasalara sundu. İşlem başladığında 175, 200, 300, 400… yukarı aşağı oyun sürüyor. Borsalarda dördüncü versiyon işlem dendiğinde örnekteki evin ipotek bedelinin 800 lira üzerinden alınıp satılmaya başlaması demektir. Bu şartlarda borsalarda alıp satanlar kar ediyor. Oysa gerçek değer ile piyasa değeri arasındaki işlemlerde suni/köpük fiyatlar oluşuyor. Hayali mi geldi? Bu piyasa zaten hayal, güven, istikrar ve gelecek alıp satarak iş yapıyor.
Bu basit işlemi çoğaltın, her sektöre yayın. İpotek veya hacizli bir işlemi milyonlar, milyarlarla çarpın. Ortaya acayip rakamlar çıkıyor. Ve bu bir gerçek. Mali Piyasa gerçeği. Peki bir kriz çıkarsa ne olacak? Nitekim en son 2008 dünya krizinin hikayesi buydu. Bu durumda ipotekli/teminatlı kağıdı en son satın alan, ona da kredi veren vs zincirleme iflaslar başlıyor. Çünkü piyasa o zaman gerçek fiyatlara, nakdi olan gerçek alıcılara/akbabalara dönüyor. 100 lira gerçek değerli mal iyimser tahminle 50-75 arası fiyattan alıcı buluyor. Bunlar bir kaç yıl bekliyor, piyasalar rahatlayıp eski haline dönünce o mal en kötü 300 liradan satılıyor. İşlem tekrar başa dönüyor.
Kriz şartlarında malın ilk alıcısı yani milyarlarca tüketici felakete sürükleniyor. Kredili borcunu ödeyebilen çok ender tüketici dışında ezici çoğunluğun ödedikleri taksitler boşa çıkıyor. Malı da elinden alınıyor. Ne yapacak bu tüketici, karın tokluğuna çalışan köleye dönüşecek.
Türkiye 2008 krizinde morgate kredisiyle tanışmadığı için kriz “teyet” geçmişti. Artık teyet geçmeyecek. Çünkü morgate, tüketici kredisi ve SKUK yaygınlaşıyor. Konut, arsa, işyeri, otomobil, dayanıklı mal, tatil, tüketim vs derken herkes borçlanıyor. Bir süre her şey yolunda gidecek. Ama kriz, kapitalizmin doğasında var. Belirli devrelerde mutlaka kriz çıkıyor. Açgözlülük, hırs, hayal, sahtekarlık, aldatmaca, hep daha fazlasını isteme bu sistemin hem bir parçası hem krizlerin sebebi çünkü. Bu sistem krizlerle kendini yeniliyor ve yoluna devam ediyor.
Hiç bir krizin faturası, küresel seçkinlere, bu oyunun bir avuç oyuncusuna çıkmıyor. Kime çıkıyor o zaman? Elbette ahaliye. Kamu hizmetleri artıyor, vergiler yükseltiliyor, sefalet başlıyor, hayat çekilmez hale geliyor. Elde avuçta ne varsa gidiyor. Uzun yıllar borç yükü altına giriliyor. Bir kriz demek, bir nesil demek. Lafı mı olur, gelecek nesiller pazara feda olsun! Dinlisi dinsizi, doğulusu batılısı aynı torbada. Hepsi tüketici. Hepsi borçlu.
Kriz zamanlarında sermayenin “melekleri” devreye giriyor, mazeretler üretiliyor, ikna ve teselli başlıyor. Kamuoyu yanıltılıyor. Sistem sorgulaması yaptırılmıyor. İşbirlikçiler özenle saklanıyor. Lafı güzaf şöyle, bütün dünyada bir kriz var. İnsanlık olarak aynı gemide yol alıyoruz. Fırtına çıktı hasar aldık. Biz bir şey yapamazdık. Hissemize bu kadar düştü. Üzülmeye gerek yok. Az sabırlı olalım. Demokrasi var. Eski hükmet gider yenisi gelir. Yapısal reformlar yapılmalıdır. Bir süre sonra “tünelin ucu” gözükmeye başlar. Umutlar canlandırılır, yarınlarda kurtuluş gözükür! Yeni umutlar ve yeni nesiller sıraya girer. Babanın elindekiler gitti, çocukların istikbaline sıra geldi. Babası anası köle olanın oğlu ve kızı da köle olur. Olur mu canım, abartma, kölelik tarihe karışmadı mı?! Sahi mi?
Amerika o krizde 4 trilyon dolar karşılıksız artı para bastı, batık şirketlerin tahvil ve hisse senetlerini aldı. Piyasaya para dağıttı yani. Yoksa sistem çökecek, kaos oluşacak. Para bollaştı. Bu bir politikaydı. Bu karar, bir miktar paranın dünyaya yayılmasını sağladı. Gittiği ülkelerde vurguna çıktı. Bu sayede ekonomik politikalar değişti, çoğu yerde iktidarlar ve güç dengeleri değişti. Avrupa, Asya, Afrika krizden kurtulmuş değil. Şimdilerde Amerika elindeki o tahvilleri ve hisse senetlerini paraya çevirecek. Masal ne? Amerika krizden çıkıyor. Bunun için faiz artırımına gidiyor. 0.25 baz puan faiz artırma lafı dahi, tüm dünyayı allak bullak etti. Bu, dünyaya dağılan paranın çoğunun geri çağırılması anlamına geliyor. Bu da bir politika. Ve yakın zamanlarda bu politikanın sonuçlarını yaşayarak göreceğiz. İktidarlar yıkılacak, yenileri gelecek.

Hüseyin Alan

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir