Kutlu Doğum Yada Mekke'de ne olmuştu?

Kutlu Doğum Yada Mekke'de ne olmuştu?

1.Türkiye’de artık her yılın sabitlenmiş bir haftasında resmi devlet politikası çerçevesinde doğumu ‘kutlu’ kılınarak kutlanan Hz. Muhammed’in hayatından bu vesileyle bir bölüm aktarmak istedik. Allah’ın ‘salihleri anın’ buyruğu doğrultusunda anılması gerekenin ‘neliğini’ ortaya koyabilmek amacıyla Mekke döneminden bir özet sunacağız. Bu dönemin ülke insanımızın inanç yapısına, içinde yaşadığı sosyo politik ve iktisadi şartlarına bütünüyle uygun düşmesi tercih sebebimiz oldu. Ona selam olsun. Onu anarken onun davasını dava edinenlerin istifade etmeleri umuduyla diyelim.
2.M.611’de vahiy nazil olmaya başladığında Mekkeliler, aralarından birisinin, tanıyıp bildikleri  Muhammed’in peygamber olduğunu ilan eden bir söz duydular. Onun aracılığıyla, onun dilinden naklen bildirilen ilahi kaynaklı yeni bir bilgi ve doğru yanlış ölçüsü bildiren yeni bir mesaj akışına şahitlik ettiler. Ondan sonra Hz. Muhammed’in söylediklerine itibar eden ve ondan duydukları bilgiyi tasdik edenlerle yalanlayanlar arasında bir farklılık oluşmaya başlayacaktır.
İlk üç yıllık süreçte Muhammed(s)’in peygamberliğini tasdik edip ondan duyduklarını Allah’tan gelen bir mesaj olarak doğrulayanlar, bu bilgi akışına uygun olarak ve belli bir sıralamaya göre kendilerini değiştirmeye başladılar. İlk değişiklik şirkten arınmaktı. Çünkü şirkten arınmak iman etmenin ilk ve en temel şartıydı. Ardından niyetlerini, kalplerini, düşüncelerini ve duygularını değiştirdiler. Giderek kötü huylardan ve günahlardan temizlendiler. Nihayet malları olanlar onlardan vererek mallarını temizlemeye başladılar. Böylece eski hallerini terk edip yeni bir hal aldılar. Yeni bir insan tipi oldular.
Allah, iman edip arınanların kalplerini değiştirdi, basiretini açtı. İşlerini kolaylaştırdı. Bunlar sahip oldukları yeni vasıflarıyla hem takva sahibi oldular, hem de sorumluluk sahibi kılındılar. Bu süreçte kendileri gibi olanlarla daha sıkı bağlar kurmaya başladılar. Akrabalık bağlarını, yakın uzak çevre ilişkilerini, insanlarla kurdukları iktisadi, hukuki, sosyal, siyasi ve medeni münasebetlerini gözden geçirdiler, yeni değerlere göre yenilediler. Kendi ulaştıkları hakikati diğer insanlara duyurmaya başladılar. Allah’ı, yaratılışı, dünya hayatının gerçeğini, geçiciliğini, dönüp varılacak hesap gününü ve ebedi kılınan ahiret yurdunu hatırlattılar.
İman edenler için bu dünyada varlık sebepleri değişmişti. Onlar için tevhid inancı en yüce değer oldu. Ondan daha değerli hiç bir şey olmadı. Bu sebeple kendileri, kendileri için eksik olan şeyin ne olduğunu, neyin peşinde koşmaları gerektiğini inançlarına göre ayarladılar. İnançlarına uyanlar değerli uymayanlar değersizdi. Velev ki diğer insanlar için varlık yokluk sebebi olan maddi çokluk, servet birikimi, sayısal üstünlük, liderlik vs olsun, onlar nezdinde bunlar artık anlamsızdı.
3.Risaletin üçücü yılı sonlarında Muhammed(s)’i tasdik edip iman edenler ona itaat ettiler. İman kardeşliği temelinde yeni bir millet ya da Mü’minler topluluğu oldular. Aralarındaki ilişki velayet temelli dostluk ilişkisiydi. Namazları topluca kılmaya, kendi iktisadi işlerini kendi içlerinde halletmeye başladılar. İç ilişkilerinde ve dış münasebetlerinde nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair vahyi ölçülere riayet ettiler. Sıkıntılı durumları aralarında istişare ederek kararlaştırıp aştılar. Aralarından birisi haksızlığa uğradığında topluca onun hakkını almaya ve birbirlerini savunmaya başladılar.
Mü’minler topluluğu bu sayede Mekke’de, Mekke toplumu içinde bağımsız ve ayrı bir sosyal varlık oldu. Kavmi değerlerden, kavim bağlarından, atalar yolundan, geleneksel siyasi ve iktisadi normlardan koptular. İbrahim’i gelenekten kalan ibadetleri düzeltmeye başladılar. Akrabalarıyla kuracakları ilişkide dayanışmayı sürdürdüler, onlara iyi davrandılar. Onlarla sadece dostluğu kestiler, şirk içeren tekliflerine uymadılar. Diğer yakın uzak çevreleriyle ilişkilerinde merhametli oldular, herkesin iyiliğini istediler.
İslam davası ve Risalet hareketi hızla yayılıyordu. Mü’min olanlar yeni halleriyle herkesin dikkatini çekiyor, ilgi ve alakayı üzerlerine topluyordu. Mekke’de gündem değişmiş, yeni din herkesin diline dolanmıştı. Mekke yöneticileri, toplumda söz sahibi olan statü sahipleri baştan ciddiye almadıkları yeni gelişmenin bu başarısı karşısında ürktüler. Gidişatın kendileri, statüleri, düzenleri, gelecekleri, değerleri ve menfaatleri için büyük bir tehlike yarattığını fark etmişlerdi.
İttifaklarının çökeceğini, antlaşmalarının bozulacağını, ticaretlerinin biteceğini, hacıların gelmeyeceğini, itibarlarının kalmayacağını, zayıf düşeceklerini, parçalanacaklarını, Mekke’den kovulup çöle sürüleceklerini düşündüler. Yönettikleri ve yönlendirdikleri kalabalıkların ellerinin altından kayıp gideceğini hesapladılar ve çok geçmeden karşı tedbirler için kararlar almaya başladılar.
4.Kabile ve kavim liderleri başta olmak üzere toplumsal hiyerarşide etkili ve yetkili olanlar ve bunların sözlerine kulak verip itaat edenler hep birlikte, bir taraf olarak karşı propagandaya başladılar. Şehir halkının eski dinlerinde kalmaları, geleneksel değerlerine ve liderlerine sadakati, düzenlerinin, birliklerinin ve geleceklerinin bekası için Mü’minlerin aleyhinde etkili faaliyetler başlattılar. Yakın uzak akrabalar dahil her kavimin içindeki söz sahipleri önce kendi içinde, sonra da etkileyebildikleri geniş çevrede Muhammed(s)’e tabi olan bütün mü’minlere kötü davranmaya başladılar.
Alaya alma, küçük düşürme, hakaret etme, dışlama, akrabalık ilişkilerini bozma ve ticari işlerini zarara uğratma gibi zora dayalı caydırıcı kuşatma hareketi ilk tepkileri oldu. Bunun yanında Mü’min olanları vazgeçirmek, onların eski dinlerine dönmeleri, kavim değerlerine ve liderlerine itaat etmeleri yönünde ısrar etmeye başladılar. Bunda başarılı olamayanlar işin şeklini değiştirip tepkisini şiddete ve işkenceye dökmeye başladı.
Kavmi içinde statüsü ve nüfuzu güçlü olanlar, liderler, kendilerinin ve kavimlerinin geleceğini bağladıkları kendi oğulları ve kızlarının, damatları ve gelinlerinin Muhammed(s)’e tabi olmalarını bir türlü kabullenemedi, hazmedemedi. Özellikle bu nitelikteki gençlere karşı çok şiddetli saldırıya geçtiler. Bunların yanında kavmi içinde zayıf olanlara, Mekke’ye dışardan gelip yerleşen anlaşmalılara, bir şekilde köle ve cariye edilmişlere karşı da saldırılar başlamıştı.
Artık sövme, dövme, işkence etme, sokaklarda sürüme, çocuklara taşlattırma, çölde güneşin yakıcı zamanlarında elleri ayakları bağlı halde aç susuz bırakma, sıcakta ısısı arttıkça daralıp vücutta yara bere açan deriden ve demirden zırh giydirme, ters yönde giden develere bağlayıp organları parçalama, geceleri zincirle sabitleyip izbe yerlere hapsetme ve atıcılık talimi yapar gibi canlı hedef kılıp öldürmeye kadar varan baskılar ve zulümler uygulanır oldu. Bu baskı giderek şiddet dozu yükselen ve çarpan etkisiyle artarak yayılan bir şekilde devamlılık gösterdi.
Bu süreçte Allah, dilerlerse kısas uygulayabileceklerini, haddi aşmadan karşılık verebileceklerini buyurdu. Bağışlamalarının kendileri için çok daha hayırlı olacağını da söyledi. Bu sebeple Mü’minler bütün bunlara karşı sabrettiler. Dua ederek direndiler, dayandılar. Kavmi bağı yüksek ve statüsü nedeniyle güçlü olanlar daha sınırlı işkence görüyordu. Bunlar kurtarabildikleri kardeşlerini kurtardılar. Kurtaramadıkları için dişlerini sıktılar. Buna rağmen hiç birisi ters bir reaksiyon göstermedi. Tepkisel davranıp intikam peşine düşmedi. Haksızlığa başvurmadı. Kan davası gütmedi, kin ve intikam peşinde koşmadı. Başkalarının malına, canına ve namusuna tecavüz etmedi.
Bu devrelerde Erkâm’ın evi sığınakları oldu. Ailesinden ve kabilesinden dışlananlara burası güvenli mekân oldu. Diğerleri de burada toplanıp buluşuyor, birbirleriyle halleşiyor, sımsıcak duygularla dayanmaları için birbirlerine moral takviyesi yapıyordu.
5.M.616 yılı, Risalet’in beşinci yılıydı. Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalacakları zamana kadar geçen sürede aralarından çok azı baskılara dayanamayıp dininden döndü. İrtidat edenler ya kendilerine karşı uygulanan şiddete, işkenceye ve ölümüne baskıya karşı duramadı ya da, kendilerine teklif edilen rüşvetlere aldandılar.
Habeşistan hicretine gidenler kavimlerinin en parlak genç erkekleri ve kadınlarıydılar. Hz. Peygamberin bilgisi, onayı ve tercihi dahilinde ve hep birlikte aldıkları karar gereğince gidenlerin sayıları arttı. Gidenlerin tümü özgür olanlardandı. Yetenekli, becerikli ve donanımlıydılar. Dünyayı tanıyorlardı. Ne yaptıklarının farkındaydılar. Onlar orada kabul gördüler. Bu sayede Habeşistan yeni bir yerleşim yeri oldu.
Mü’minler Mekke ile Habeşistan arasında gidip geliyor, diplomatik ve ticari bağlantılar kuruyorlardı. Bu hareket onlar için bir avantaja dönüşmüştü. Beklenmedik bu gelişme kâfirleri çok rahatsız etti. Çünkü işin içinde itibarları, diplomasileri, ticari ilişkileri ve kendilerini takip eden Arap kavimleri nezdinde prestijleri vardı. Bu işin kendi gelecekleri için ne büyük bir risk oluşturduğunu gördüler.
Kureyş’in liderleri oraya yerleşen mü’minleri iade alıp geri getirmek için yüklüce hediyelerle birlikte elçilerini yolladılar. Elçiler, Habeş kralı Necaşi tarafından eli boş ve hakir biçimde geriye döndürülünce, Mekkeli yöneticiler ‘zıvanadan’ çıktı. Çünkü Mü’minlerin orada yerleşmesi, oraya gidenlerin itibar görmeleri, koruma altına alınmaları, Mü’minlerin Mekke’ye gidiş gelişlerinin engellenememesi, orada bir topluluk oluşturmaları, onlar için iki büyük tehlike arz ediyordu:
İlki, Kureyş toplumunun birliğini, güvenliğini, zenginliğini, bekasını ve geleceğini temin eden Güney istikametinde yaptıkları kara ve deniz ticareti tehlikeye girecekti. İkincisi, Mekkelilerin yarımadada sahip oldukları dini ve ticari liderlikleri büyük bir darbe yiyecekti. Nitekim diplomaside aldıkları bu yenilgi Araplar arasında alay konusu olacak, kimi Arap kavimlerinin Mekke ile olan ilişkilerini gözden geçirmelerine sebep olacaktı. Buysa Hz. Muhammed ve arkadaşlarının büyük bir başarısı, becerisi ve stratejik bir hamlesi demekti.
6.Habeşistan hicreti sonrası Mekkeli liderler bir taraftan baskıyı, şiddeti ve zulmü artırıp genişletirken diğer taraftan stratejik bir hamleyle Hz. Muhammed ile uzlaşma görüşmeleri başlattılar. Niyetleri ya hareketi yanlarına alıp orta vadede etkisiz kılarak sistemlerini güçlendirmek, ya da rüşvetlerle oyalayıp satın alarak bütünüyle bitirmekti. Gelenekleri ve kabile hukukları gereği Muhammed(s)’in ait olduğu Haşim Oğullarının lideri Ebu taliple değişik zaman aralıklarında yürüttükleri uzlaşma görüşmelerinden bir netice elde edemediler.
Uzlaşma görüşmelerinde Muhammed(s)’e siyasi liderlik, başkanlık, herkesten daha çok zenginlik, güzel eşler gibi çok ciddi vaatler ve rüşvet teklifleri yapıldı ama hepsi geri çevrildi. Müşriklerin akılları karışmıştı. Bir insan için bu dünyada bunlardan daha önemli ne olabilir, daha fazla ne istenebilirdi ki? Yoksa Muhammed(s) cinlenmiş miydi? Öyleyse tabipler bulmalı tedavi ettirmeliydiler… Onlar her seferinde hep aynı cevabı aldılar: Tek kelimeye gelecek, tek kelimeyi tasdik edeceklerdi. Yani Allah’tan başka ilah ve rab tanımayacaklar, kendilerini buna göre düzeltecekler ve dolayısıyla sapık dinlerinden, sahte ilahlarından, alçaklıklarından ve şirkten vazgeçeceklerdi.
Hz. Muhammed’in, hiç kimsenin malında, namusunda gözü yoktu. Hedefleri arasında Mekke’ye bu şartlar altında lider olmak gibi bir amacı da yoktu. O, dürüst olduğu için hile hurda bilmezdi. Güvenilir olduğu için insanları aldatmazdı. Başka niyetler gütmediği için onları aldatıp sahtekârlık yapmazdı. Neyse oydu. O’nun için bu dünyada tevhid inancından daha değerli hiç bir şey yoktu. Liderler edecekse tevhid inancını kabul etmeli, kendilerini buna göre düzeltmeliydiler. Kabul etmeyecekse de kendileri bilirdi. Kabul edecek olanlar varsa onlar sadece kendilerini kurtaracaklardı. Bunların Muhammed(s)’e bir faydaları olmayacaktı.
Uzlaşma görüşmeleri boyunca Hz. Muhammed kavim liderlerine hep şunları söyledi:  Akılsızlık etmeyin. Kavmi değerleri, sahte ilahları ve atalarınıza uyarak sürdürdüğünüz hayatınızı ve gittiğiniz yolunuzu terk edin. Değerlerinizi ve amaçlarınız değiştirin. Bu yol doğru değildi. Bunun yerine her işinizde sadece Allah’ın sözünü tutmalısınız. İnsanlarla kurduğunuz her alandaki münasebetlerinizi Allah’a göre yeniden düzenlemelisiniz. Menfaat temelli amaçlarınızı gözden geçirmelisiniz… Bu sebeple malları, eşleri ve kızları kendilerinin olsundu. Yönetimleri kendilerinde kalsındı. Yapmaları gereken sadece, yapıp ettiklerini, verdikleri kararlarını, insanlar arasındaki münasebetlerini, menfaatlerini ve geleceklerini Allah’a göre değiştirmeliydiler.
Uzlaşma görüşmeleri değişik zaman dilimlerinde altı yıl boyunca devam etti. Hepsinden de bir sonuç çıkmayınca Mekkeliler kendi yollarında yürümeye, yaptıklarını yapmaya ısrarla devam ettiler. Mü’minler topluluğu da Allah’a olan güvenlerini tazeleyerek, her şeye karşın sabrederek, dinlerinde eksiltme yapmayarak, kendi üzerlerine düşeni yaparak kendi yollarında yürümeye ısrarla devam ettiler.
7.Bu aşamada Mü’minler ciddi bir sınanmadan geçiyordu. Herkes kendi payına düşen kadar sıkıntıya katlanıyordu. Allah, müminlerden sabretmelerini, ittika etmelerini, ibadetlerine devam etmelerini, birbirlerine sıkıca sarılmalarını, dua ederek yakarmalarını istiyordu. Allah onları bilmedikleri nice tehlikelerden koruyordu. Öyle ya da böyle başlarına bir şey geliyor idiyse o da kendi elleriyle yaptıklarının sonucuydu.
Beri taraftan Allah’ın kâfirlere ve müşriklere verdiği bir söz vardı, o sözün vadesinin dolması bekleniyordu. Bu süreçte geçmiş peygamberler ve kavimleriyle ilgili haberler veriliyor, orada anlatılanlarda kendilerinden önceki Mü’minlerin de benzer halleri yaşadıkları, doğru davrananların ve sabredenlerin nasıl kazandıkları bildiriliyordu. Dolayısıyla Mekkeli Mü’minlerin de kazanacakları müjdeleniyordu.
8.İç savaş riski dahil her şeyi göze alan Kureyş liderleri ve toplumu yapabileceği son işi de yaptı ve inananları koruyan müşrik kavimleri dahil herkesi bir bölgeye sıkıştırıp muhasara altına aldılar. Boykot yılları başladı. Risâlet’in yedinci yılıyla başlayıp onuncu yılına kadar sürecek olan bu devre de zorlu bir sınavdı. Açlıkla, yoklukla, sıkıntılarla, servet kaybıyla, izolasyonla, mal ve can güvenliği tehdidiyle geçti bu üç yıl. Kâfirler Mü’minlerin bozguna uğrayıp dağılmalarını, fitne fesat içinde birbirlerine düşmelerini ve Muhammed(s)’i kendilerine teslim edip satmalarını beklediler. Bunların hiç birisi olmadı. Mü’minler sarsılmaz imanları, çelik gibi yürekleri, ölümüne savundukları davaları sebebiyle bu sınavı da sabrederek başarıyla atlattılar.
9.Hz. Peygamber, başından beri hac ve umre zamanları, ticaret ve panayır mevsimlerinde gerek Mekke’ye gerekse yakın civara gelen kavim ve kabile reisleriyle görüşüyor, onlara da İslam’ı anlatıp dine girmeleri için davette bulunuyor, kendine tabi olmalarını istiyordu. Boykot yıllarından sonra bu görüşmeler nitelik değiştirmişti, artık Muhammed(s), topluca hicret edecek bir belde, melce arıyor, görüşmeleri bu bağlamda sürdürüyordu.
Boykot sonrası bu amaçla Taife gidildi. Taif bu amaç için seçilmiş en uygun yerlerden biri, stratejik bir tercihti. Zira Mekke ticari kervanları için Kuzey Batı güzergahında ana merkezdi. Lakin diğer kavimlerde olduğu gibi oradan da bir netice çıkmadı. Benzer stratejik tercihler sebebiyle görüşme yapılan diğer kavimlerden de netice çıkmamıştı.
Tek kelime ısrarı sebebiyle neticesiz kalan arayışları sonucunda Hz. Muhammed(s)’in bir insan olarak canı sıkıldığında, morali bozulduğunda, gardının düştüğünü hissettiğinde her zaman olduğu gibi hep dua ediyordu: “Yine de kendisi bilirdi ama ‘Rabbi isterse bu işi daha kolay kılardı’.” Ümidini hiç yitirmediği için de ‘Gireceği yere güzellikle girmesini, çıkacağı yerden güzellikle çıkmasını’ istiyordu Rabbinden
Hz. Muhammed, gerek kendi kavmiyle yaptığı görüşmelerde, gerek Habeşistan hicretinde, gerek diğer kavim ve kabile reisleriyle yaptığı görüşmelerde ve gerekse Taif seferinde, bütün görüşmelerde, bağımsız bir topluluğun lideri, siyasi bir hareketin temsilcisi olarak davrandı. Muhatapları da ona böyle muamele ettiler. Dolayısıyla siyasi bir taraf olarak, kendi hukuku ve şartlarıyla bağımlı bir pozisyon alarak yapıldı bu faaliyetler. Burasının doğru anlaşılması oldukça önemlidir. Çünkü o bir vaiz değildi. İyilik davetçisi, merhamet dilencisi, erdem avcısı, ilahiyat öğütçüsü, hakikat peşinde koşan filozof, ayetlerden şifre çözen bir kâşifte değildi.
10.Hz. Muhammed’in kimseye mihneti yoktu. Kimseye borçlu değildi. Kimseden bir karşılık da beklemiyordu. Onun açlık korkusu, gelecek endişesi hiç olmadı. Can ve mal derdine hiç düşmedi. Başkalarının ellerinde olanlara asla meyletmedi. Hırsa, kibre de kapılmadı. Harama tevessül etmedi, haksızlık nedir bilmedi. Çünkü o her şeyini temin eden bir Allah’a bağlanmıştı. Sadece onun rızasını arıyor, kendi üzerine düşeni yapıyor ve yalnızca ondan umuyordu. En nihayet davetine icabet edenler olacaksa kendisine değil Allah’a kulluk edecekler, bu işten kendileri kazançlı çıkacaklardı.
Nihayet Allah’ın Mekkelilere ve çevredekilere tanıdığı süre doldu. Mü’minler de yeterince olgunlaşmıştılar. Kulun duası ile Allah’ın takdiri uyum sağladı. Allah gereğini yapmıştı. Allah aciz değildi. Kendine sığınanı, üzerine düşeni yapanı kâfirlerin eline bırakmazdı.
11.M.611, Risâlet’in 11. Yılında Hz. Peygamberin karşısına Yesribliler çıktı. Akabe görüşmeleri olarak bilinen ve üç yıl art arda yapılan görüşmelerde tam olarak antlaşma sağlandı. Hicretten bir iki ay önceki son görüşmede şartlar tamamen olgunlaşmıştı. Yesribliler, ‘Muhammed(s)’a hak söylediği sürece tabi olacaklarına; onun sözünü tutacaklarına; onu ve arkadaşlarını kendi canları, evlatları, eşleri ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına; bu anlaşmayı yaptıkları için Kureyş’in ve Arapların kendilerine karşı başlatacağı bütün saldırı ve savaşlarda boyunlarını kılıçlara uzatacaklarına; dair yemin ettiler.’
‘Bütün bunlara karşı Medinelilere vaat edilen tek bir şey vardı: Cennet. Hz. Peygamber ve arkadaşlarının da bütün bunlar karşısında tek yapacakları vardı: Kardeşlik.’ Onları kendileri gibi bileceklerdi. İki tarafta başka hiç bir karşılık beklemeyecekti. Hz. Muhammed’in aradığı da tam olarak buydu. Ve Allah bu antlaşmayı övdü: ‘Sizler ateş çukurunun kenarındaydınız. Allah kalplerinizi dönüştürdü de kardeşler oldunuz…’ Bu olay insanlık tarihinin kaydettiği nadir ibret tablolarından biridir. Bu antlaşmanın bereketidir ki altı yıl sonra, Hudeybiye antlaşması sonrası dünya, bu insanların gerçekleştireceği bir ‘İla’yı Kelimetullah’a’, bir Müslüman imparatorluğuna şahitlik edecekti.
Yesriblilerle yapılan görüşmelerin son etabında varılan nihai anlaşma gereği Müslümanlar oraya hicret ettiler. Bu sayede artık başka bir aşama, başka bir mücadele biçimi devreye girecektir.
NOT: Burada özetle anlatılanlar ‘Siyerin gölgesinde 2, Hz. Muhammed’in hayatı ve Mekke dönemi’ adlı Beyan yayınlarından çıkan kitabımızda detaylarıyla, sure ve ayetlerle, tarihi rivayetler ve belgelerle desteklenerek anlatılmıştır. İlgilisine diyelim.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir