Kandil Vesilesiyle

Kandil Vesilesiyle

1.Gündüzleri koşturup duruyoruz. O kadar çok işimiz var ki. Mesaiye yetişmeliyiz. Bürolar, daireler, okullar, işyerleri bizi bekliyor. İşleri yetiştirmemiz, işyerlerine yetişmemiz lazım. Ulaşım başlıbaşına bir dert. Vaktini kaçırıp otobüse, dolmuşa, vapura yetişemezsem o gün öldü. Özel araç dahi trafikte bayıyor.
İşti güçtü, okuldu daireydi, kazançtı kayıptı, borçtu harçtı vs derken gündüzleri dopdolu. Hep bir yerlere, hep bir işlere koşturmak zorundasın. Ya masada, bilgisayarın başında oturarak ya da tezgahın başında ayakta durarak geçiyor vakit. Arada bir internete girip oyalanıyoruz yahut yemek arası bir iki lakırdıyla dolduruyoruz vakti. Mesai bitiyor, işyerleri kapanıyor, okul tatile giriyor, bu kez de geri dönüş çilesi başlıyor. Geç vakit dönüyoruz eve. Ayaküstü atıştırma, biraz da haberler, programlar falan derken televizyon çalıyor gecemizi. Yahut iş yemeği var gitmesen olmuyor, toplantılar var katılmasan olmuyor. Kendimize, ailemize, çocuklarımıza, akrabalarımıza, komşularımıza, çevremize ayırcaka zaman kalmıyor. Makina gibiyiz vesselam.
Modern hayatta zamanı ve mekânı İslam belirlemiyor. Siyasi, iktisadi, sosyal, mesleki, medeni, sanat, aile hayatında insanlar arası münasebetleri  Müslümanca düzenleyemiyoruz. Bu işleri ve ilişkileri biz de modern ideolojik değerlerle yürütüyor, menfaat ve çıkar temelli amaçlarla çekip çeviriyoruz. Çünkü zamanı, günlük hayatı, kazancı ve kaybı namaz değil, namaz vakitleri değil, fabrika, büro, daire, okul, işyeri kuralları ve şartları tayin ediyor. Biz de buna göre şekilleniyoruz.
Bu sebeple sabah namazlarının tadını alamıyoruz. Diğer vakitler spor hareketleri gibi mekanikleşti. Camileri terk ettik cemaat olamıyoruz. Alışkanlığımız yok evde de cemaat kuramıyoruz. İbadetlerin hazzı yok. Bizi kendimize getirmiyor. Kendimizle hesaplaşmamızı sağlamıyor. İbadetler de rutinleşti vesselam.
2.İslam, insan denen varlığa bambaşka bir hayat öneriyor. Bütün emir ve nehiyleriyle bir topluluk halini teşvik ediyor. Vakti namaz vakitlerine göre düzenlemeyi istiyor. Menfaat ve parasal değerden çok karşılıksız, beklentisiz ilişki ağları kurduruyor. Birlik olmayı, cem olmayı, birlikte olmaya önem veriyor. İman edenleri kardeş yapıyor. Birbirinizle dost olun diyor. Her vesileyle buluşun, halleşin, dertleşin, meselelerinizi aranızda halledin istiyor.
Başkalarına muhtaç olmayın, başkalarının çözümlerine müracaat etmeyin, başkalarına göre şekillenmeyin, başkaları gibi yaşamayın diyor. Kendiniz gibi olun. Hayatı işten güçten, kazanmaktan, başarmaktan, biriktirmekten yahut kariyerden ibaret yapmayın diyor. Hayatınızı İslam’a göre yeniden düzenleyin, izzetinizi koruyacak kadar çalışın kazanın. Fazlasının peşinde koşmayın ki toplumsal ihtiyaç tahriki sizi kula kulluktan kurtarmaz diyor. Açlık, korku ve fakirlik endişesine kapılmayın ki sizi kullanmasınlar diyor. Dininizden vermeyin ki izzetli kalasınız buyuruyor.
Böyle bakınca tek başına bir ibadet, tek kişilik bir uygulama yok ortada. Namaz cemaatle, ticaret topluluk içinde, oruç, imsak ve iftar sofrasıyla, nikâh, eş dostla yapılıyor. Mesken komşularla birliktelik kuruyor. İş mesai arkadaşları, müşteriler ve mükelleflerle yürütülüyor. Sokak-cadde-meydan kalabalıkla canlanıyor. Örtünme çarşı pazara çıkınca, selam birileriyle, marufun emri münkerin nehyi insanlarla, hac bütün ümmetle vs. yapılıyor. Hayatın neresine baksanız, hangi işe göz atsanız fark etmiyor, topluluk halinde oluyor. Yatak odası dahi iki kişilik paylaşımı işaret ediyor. Bütün bu işler topluca yapılıyor. İslam’ın Müslümandan istediği de haram helal ölçsüne titizlikle riayet, hepsi bu.
3.Modern hayat, kentli yaşam, iletişim araçlarıyla kente dönüşmüş köy yaşamı dahi bütünü bireyselliği dayatıyor. Bencilliği teşvik ediyor. Hedonizmi, hazzı, fuhşiyatı, intiharı sevdiriyor. Korkulara esir ediyor. Herkes bir şeylerden korkuyor. Allah devreden çıkmış durumda. İnsanlar bir aradayken dahi yalnızlar. Etraf psikopat, paranoyak dolu. Anlamsız bakışlar, boş hayaller, olmayacak dualar peşine düşülmüş. Hep birilerine mahkum, hep birilerinden bekliyor. Her şekilde haksızlığa uğradığını düşünüyor. Kıskanıyor. Hırsından deliye dönüyor. Fırsatını bulunca da içindeki şeytan idareyi ele alıyor.
4.İnsanlar her gece başını yastığa koyduğunda sabahına tekrar dünyaya uyanacağını düşünüyor. Uykunun da, uyanışın da bir anlamı yok. Rutinden sayılıyor. Yarın hep aynı şeyler olacak sanıyor, ıkınıyor sıkılıyor. Strese giriyor. Bir türlü kendi olamıyor. İnsan olduğunu hatırlayamıyor. Ve bir sabah ölüme uyanacağını aklına getiremiyor.
Ve bir sabah ölüme uyandığında artık çok geç olacak. O vakit hakikatle yüzleşiyor. Halini biliyor ya, tekrar süre istiyor, geri dönsün de iman edip itaat eden, salih ameller işleyen birisi olsun diliyor. Ama artık çok geç. İstediği süre verilmiyor çünkü vakit doldu. Zaten süre verilenlerdendi.
5.Hayat güzelleşemez mi? Müslümanca bir şekle sokulamaz mı? Kardeşlerle cem olma vesileleri artırılıp birbirleriyle halleşilemez, kucaklaşılamaz mı? İmani sorumluluklar hatırlanıp güzel nasihatlerle kalpler yumuşatılamaz mı? Hayra teşvikler ve hayırlı ameller çoğaltılamaz mı? Bunun vesileleri artırılamaz mı? Sele kapılıp giden kütük olmaktan kurtulup kardeşinin bir el atmasıyla hayra tutunamaz mıyız?
Olmaz olur mu? Bu tarz bir hayat, bu gibi işler kendi elimizde. İstersek olur. Pek ala da olur. O zaman bir sabah ölüme uyandığımızda hazır oluruz. Zaten bekliyoruzdur.
Müslümanlar tarihte ilk defa yaşamıyorlar. İlk kez şehirlerde oturmuyorlar. Devlet kurdukları da oldu, devletsiz kalıp başkalarıyla birlikte yaşadıkları da oldu. Fakat hayatlarını hep Müslümanca düzenlediler. Birbirleriyle olmanın çeşitli vesilelerini ürettiler. Dostluklarını pekiştirecek işler yaptılar. Bu sebeple diğerlerine karışıp yok olmadılar. Onları dost edinip nefislerinin hoşuna gidecek işlere dalmadılar. Bu sayede dinlerini, akıllarını ve nesillerini korudular.
Bu çerçevede kandiller, Müslüman toplumların bu amaçla ürettikleri bir gelenektir. Bu vesileyle sekülerlikten uzaklaşma, cem olma, kendine gelme, ruhi hale nazar etme, yakın uzak akrabalarını hatırlama, dostlarıyla halleşme fırsatı ve vesilesi olageldi. Müslümanlar birilerini sofrasına davet etti, bir çorba ısmarladı, birilerinin sofrasına oturdu, bir çorbasını içti. Mahallelisini ziyaret etti. Elleşti, temas etti. Hediyeleşti. Gönül aldı, gönül verdi. Hatır aldı hatır verdi. Camiye gitmek gibi, cemaatle namaz kılmak gibi, bayram zamanı gibi, mevlüt okumak gibi vesilelerle diyelim.
6.Hz. Muhammed peygamberlikle görevlendirildiğinde kavmi, Hz. İbrahim’den ve İsmail’den kalan ibadetleri yapıyordu. Namaz kılıyorlar, kurban kesiyorlar, oruç tutuyorlar, sadaka veriyorlar, misafire ikram ediyorlar, bayram yapıyorlar, eman veriyorlar, hac ediyorlar, tavaf yapıyorlar, akraba hukukunu gözetiyorlar, sözlerinde duruyorlardı vs. Fakat o ibadetlerin içine şirk, bidat ve hurafe unsurları karışmıştı. Sahih hal unutulmuş, akıllarda ve uygulamalarda kalan kadarıyla devam ettiriliyordu.
Allah’ın son elçisi burada bize bir usul öğretti. Rabbinin izniyle ve onayıyla o ibadetlerin özüne baktı, aslına ve amacına dikkat etti. Vahyi öğretiyle alakasını gözetti. Yapılması gerekenleri terk etmedi, iptal de etmedi. Onların içine karışmış şirk unsurlarını arındırdı, doğru öze ve şekle soktu. Devam ettirdi. Puta tapmak gibi doğrudan şirkle bağlantılı olanları terk etti. Erkâm’ın evinde cem olmak gibi, sık sık bir araya gelip halleşmek gibi birliklerini ve bağlılıklarını güçlendirecek olanları ilave etti. Cemaat olmak gibi yeni ibadet şekli geliştirdi.
7.Günümüz Müslümanı neden ibadetlere tebelleş oldu? Müslümanları bir araya getiren, bir arada tutan vesilelere savaş açtı? Bazılarının içine karışmış bidat ve hurafe unsurlarını öne çıkartarak habirem salih ameller dahil ne kadar vesile varsa tartışıp duruyor? Tarihte Müslümanların ürettikleri vesilelerle imanlarını korudukları, dostluklarını pekiştirdikleri, hayrı artırdıkları şekli davranışlara, gündüz ve gece buluşmalarına küllü itiraz eder oldu? Bunlar masum, rastgele şeyler midir?
Değildir. Çağımızın Müslümanı kâfirlerin hükümran, müşriklerin yönettiği kapitalist bir dünyada yaşadığını fark etmiyor. Bireyselleşip bencilleştiğini anlamıyor. Haddleri aştığını, hazza kapıldığını, fuhşiyata dalanlarla dost olup birlikte nefislerinin hoşuna giden işlere daldığını kavramıyor. Yaşadığı hali düzelteceğine, dinini kendi yaşayışına uydurmaya çabalıyor. Bu sebeple İslam, tıpkı kitap ehlinin yaptığı gibi bir muameleye tabi tutuluyor.
Din, itikadi unsurlardan ibaret, kişiselleştirilmiş, vicdani alana ve soyut ahlaki söylemlere hasredilmiş bir dine döndürülüyor, fakat bilinmiyor. Siyasi, iktisadi, sosyal, medeni, mesleki, aile hayatının dinle bağı kopartılıyor, fakat fark edilmiyor. Toplumsal yaşam tarzının itikadi unsurlarla uyum sağlaması için uğraşmak varken tam tersi yapılıyor ve İslam sapık dinlerle eşitleniyor. Dinlerini bozanların yolunda gidiliyor.
Bu işler ilk kez bizim başımıza da gelmiyor. Kapitalizmin bir sistem olarak kurumsallaştığı devrelerde Katoliklerin de başına geldi. Katoliklik iyidir kötüdür bu ayrı bir mesele ama onlardan edinilen bir tecrübe var ortada. Ortaçağın katolik dindarı sanayi kentlerinde, endüstrileşmiş toplumlarda bireyselleşip bencilleşmeye başladığında, Katolik olarak kalamadı. Zira Katoliklik katı kuralları öğretiyordu. Faize, zinaya, harama, bencilliğe itiraz ediyordu. Biriktirmeye, çalıp çırpmaya, yalana dolana, çıplaklığa karşı çıkıyordu. Ticari hayattaki hırsızlığı, soygunu, aldatmacayı kabul etmiyordu. Bu sebeple Protestanlık gelişecektir.
Yeni hayat, yeni şartlar ancak Protestan Hıristiyan akaidine müsaitti. Protestanlık tutunacağım ve yayılacağım derken Katolik otoriteye itiraz ediyordu, incilleri herkes okur ve anlar diyordu ama işin aslı öyle değildi. Derken o bidat bu hurafe tartışması başladı ve ne kadar Hıristiyan ibadeti varsa yok edildi. Din, kala kala sadece itikattan ibaret kaldı. Dünya hayatından çıktı. İnsanlar da rahatladılar. Din o zaman kişiselleşti, ulusallaştı, vicdanlara ait oldu. Dolayısıyla bizde de, bu dönemde, bu şartlarda, benzer tartışmalar başladı. Bütün bu tartışmaların bağlam aynıdır. Bu sebeple kimse yeni bir şey keşfetmiyor. Katolikleri hizaya getirenler şimdi Müslümanları hizaya getiriyor. İşin özü bu.
8.Diyeceğimiz o ki, bir zamandır hayır üreterek sürdürülen kandillere bu gün karşı olmak, sanılmasın ki ki sadece kandillere karşı olmaktır. Hayır. Böyle bir şey yok. Bu iş bambaşka bir manayı ve muradı ifade etmektedir. Şekli namazı ve camilerde cem olmayı terk etmek, hitan/sünneti iptal etmek, kabir başında defin işleri sırasında dirilere okunacak Kur’an’ı inkar etmek, mevlitleri, bayramları, akraba ziyaretini hafife almak, faizi meşrulaştırmak, tesettürü şekilden şekile sokmak, haram helal dememden kazanmak vs, hepsi aynı bağlamda ele alınan meselelerdir.
Niyet bir tarafa, bu gibi meselelerin kaynağı, şartları ve bağlamı, çağdaş Müslümanların kentli hayata uyum sağladıkları devrede gündem oluyor. Şehri Müslümanlaştıramayınca Müslümanlığı şehre uyduruyor. Yoksa onların kendilerinin direnmesi için gereken bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyor. Öyle olsaydı kandil gibi vesileleri tez elden temizleyip daha da yeni kandiller üretirdi. Dolayısıyla işin aslı yaşadığı şartlar, onu kendisine uyduruyor. O da dinini yaşayışına uydurarak rahatlıyor. Olan biten bu. O da teslimiyeti seçiyor. O bunu göremese de bu.
Bu işleri ceffal kalem eleştiren iyi niyetlilere sormalı, hakkaten muradın nedir? Gaza mı geldin kendin mi düşündün? Buradan nereye varmak istiyorsun? Bu güne kadar cem olmak, bir yerde topluca işlerini görmek, aidiyet inşa etmek, Müslümanları bir arada tutacak ve işlerini Müslümanca görecek herhangi bir vesile üretmek gibi bir derde düştün mü? Var olanları eleştirirken muradın bidat ve hurafeleri eleştirmek idiyse, neden hepsini iptal etmeyi seçtin de, ihya etmeyi seçmedin? Yahut iptal ettin diyelim o halde neden yenilerini ihya etmedin? Böyle yapmayı düşünemez miydin? Yoksa önüne sürülen sivil toplum biçimiyle, bireysellikle her işi hallettiğini mi sanırsın? Ya da her şeye karşı olarak çarşı ekibine mi dahil olursun!
Niyet her ne ise ben onu bilemem ama zahiren sonuca bakarak söyleyebilirim ki, ey güzel adam, ey güzel kadın, günlük hayatında yığınla bidat, hurafe ve şirk unsurları var. Fesad yayılıyor, kan dökülüyor. Yoksul eziliyor, haksızlık diz boyu. Bunlarla dolu bir hayatta yaşıyorsun. Bu yaşam tarzıyla iç içesin. Bunlar seni hiç mi rahatsız etmiyor? Ediyorsa bunlara neden dillendirmiyor, eleştirmiyorsun? Neler gibi mi?
Allah’ın sözlerinin geçersiz kılındığı ya da yalanlandığı şunlar gibi diyelim: Laiklik gibi, kapitalist soygun düzeni gibi. Seküler hukuk sistemi gibi. Faiz, borsa, banka gibi kurumlara insanları mahkum eden düzen gibi. Seküler eğitim sistemi gibi. Sivil, seküler siyasi hayat gibi. İnsanları dibine kadar ahlaksız eden sosyal hayat gibi…. Bunları neden gündem edip tartışmıyorsun? Bu işlere dinin karışmıyor mu?
Bireyselliği, bencilliği, menfaatperestliği örtmek için bahane arayanlara diyeceğimiz o ki, arkadaşlar, yurttaşlar, İncil metni okur gibi Kur’an metni okuyarak kendinizi avutmayın. Yeni bir şeyler keşfetmiş gibi de dolmuşa binmeyin. Sizden çoook yıllar önce Luther ve Calvin ve daha niceleri bu işleri keşfetmişti. Siz farklı v eyeni hiç bir şey söylemiyorsunuz, inanın.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir