Aziz Francesco

Aziz Francesco

1.Fransisken mezhebinin kurucusu. 1182- 1228 ‘de İtalya’da yaşamış. Varlıklı bir ailenin çocuğu.  Babası Fransa’ya kumaş satan ünlü bir tüccar. Baba oğlunu hem ticari işlerinin hem de ailenin geleceği olarak görür, üzerinde titrer.
Francesco 20’li yaşlarının başında askere gider, bir savaşa katılır ve esir düşer. Bir yıl süren esaret hayatı onu değiştirir. Farklı bir hayatı, insanları, münasebetleri o hayatta tanır. Değişik fikirlere dalar, hayat hakkındaki kavrayışı ve beklentileri değişir, dindarlaşır. Bir gece rüyasında İsa’yı görür, işaretler alır. Artık başka bir adamdır.
Dönüşünde babasına her şeyi terk edeceğini, insanları tövbeye ve dindarlığa davet edeceğini, parayla pulla uğraşmayacağını, hayatını böyle sürdüreceğini bildirir. Oğlunun bu kararına sinirlenen baba baktı olmayacak mahkemeye dava açar, evlatlıktan ret kararı ister.
Mahkemede ne düşündüğünü soran yargıca Fransesco, babasının fikrine katıldığını, isteği yönde karar verilmesini ister. Bu söze karşı zıvanadan çıkan baba, oğlunun üstündeki giysilerin kendi malı olduğunu, onları da istediğini söyler. Bunun üzerine mahkemede soyunan ve üzerinde ne var ne yoksa hepsini babasına veren Francesco, çırılçıplak kalır. Oradakiler ona bir çuval ve bir ip verirler, o da bunları giyer. Bundan sonraki giysisi hep bu olacaktır.
Francesco artık dünyevi tüm bağlardan kurtulmuştur. Şehir dışına çıkar, metruk bir evde yatıp kalkmaya başlar. Sadece karnını doyuracak kadar inşaatlarda ve tarlalarda çalışır, sonra yollara çıkar, gelene geçene dini anlatmaya, tövbe etmeye çağırır. Çok sürmez kendisi gibi varlıklı ailelerin çocuklarından 11 arkadaşı daha aynı şeyi yapıp ona katılır ve birlik olurlar.
12 kafadar aralarında beş temel kural tayin ederler: Hiç bir zaman para kazanmak için çalışmayacaklar… Para biriktirmeyecekler… Paraya asla el sürmeyecekler… Mülk sahibi olmayacaklar… Sadece karın tokluğuna çalışacaklar… Yollara düşecek, gelene geçene İsa’yı ve dini anlatacaklar, tövbeye çağıracaklar.
 2.Francesco ve arkadaşları anlaştıkları gibi birlikte hareket etmeye başlar. Her tarafta sesleri duyulur, isimleri ve şöhretleri yayılır. Halleri, yaşantıları, karşılıksız iyilikleri herkesin dikkatini çeker. Ziyaretçileri çoğalır. Sohbetleri dillerde dolaşır. O kadar ki İtalya’dan, Fransa’dan, İspanya’dan sayısız genç kendilerine katılır. Sayıları on binleri aşar.
Francesco ve arkadaşlarından etkilenen Klara isimli zengin bir kız bu faaliyetin kadın kollarını kurar. Böylece kadınlar da aynı şekilde ve kurallarda çalışmaya başlarlar. Kadın kolları da çok başarılı olmuş, her tarafta yaygınlaşmıştır. Bunlara Klaritenler adı verilir.
Devrin Papası 3. İnnecenco, kendi bilgisi ve izni dışında gelişen bu harekete sıcak bakmasa da,  tedirgin olsa da bu şekilde sade yaşayan insanları, gönüllü yaptıklarını onaylamak ve resmen tanımak zorunda kalır. Yazılı bir belge ile resmen tanır. Yardım ve bağış toplama yetkisi de verir.
Fransisken’ler olarak ünlenen grup şehir dışlarında, yol güzergahlarında manastırlar kurarlar. Mabetleri faaliyetlerinin merkezi yaparlar. Yetimi yoksulu, geleni geçeni, ziyaret edip tanışmak isteyenleri vs derken, insanların kalacak yerleri, beslenme, giysi,  ve kışlık gereçleri vs karşılamak zorunda kalırlar. Çünkü bu işleri karşılıksız ve gönüllü yapıyorlardı.
Bu işler ve faaliyetler için daha çok yiyecek, giyecek ve eşya gibi şeylere ihtiyaç duyulduğunda bağış toplamaya başlarlar fakat artık paraya da ihtiyaç duyulur. Bu sebeple bağış yoluyla para da toplanmaya başlanır.
İşler o kadar büyür ki, ihtiyaçlar çoğalır, harcamalar artar, harcamalar arttıkça daha çok malzeme ve para lazım olur. Mecburen bu işlerle meşgul olacak vazifeliler oluşur. Fakat para işin içine girdiğinde önce ufak ufak, sonra daha büyük çapta bozulmalar baş gösterir. Hesap kitap işleriyle meşgul olanlar, yardım ve bağış toplayanlar, harcamalardan sorumlu olanlar vs görevliler tayin edilir, bunlar giderek daha fazla bozulmaya başlar. Dedikodular da çoğalmıştır artık.
Bu durumu gören ve oldukça rahatsız olan Francesco, işlerin değiştiğini fark etmiştir. Gönüllülük ve amatörlük gitmiş, profesyonellik ve karşılıklılık etkin olmuştur. Bu duruma çok üzülür. İlk başladıklarında işlerin buraya varacağını hiç hesaplanmamıştı çünkü.
Üç arkadaşıyla birlikte banisi olduğu cemaatten ayrılır, onları terk eder, bir dağa çıkarlar. Orada kurdukları bir alaçıkta yatıp kalkmaya, vazifelerini orada yürütmeye devam ederler. 50’lerinde orada da ölür. Onun öldüğü yere kocaman bir kilise dikerler, aziz Francesco’ya tapınmaya başlarlar.
Şimdiki Vatikan Katolik kilisesinin Arjantinli Papası Jorge Mario Bergoglio, onun hatırasını ve ismini yaşatmak için ‘1. Francis’ ünvanını kullanıyor.
3.Aziz Francesco ve arkadaşları, o devirde deniz ticaretini ilk başlatanlar olması hasebiyle çok büyük paraların kazanıldığı İtalya kent devletlerinde, yeni yeni başlayan vahşi kapitalizm belasının ilk baş gösterdiği yıllarda yaşadılar. Onlar, Türkiye dindarlarının Özal sonrası tanıştığı, Erdoğan devriyle haşir neşir olup içinde kaybolduğu kapitalizmle daha o yıllarda yüzleşmiştiler.
Kapitalist serbest ticaret, soygun ve talan, yalan ve dolan, fahiş kar, senet ve kağıt para üzerinden faiz, acımasız muamele, zorunlu gıda mallarında spekülatörlük, tekelcilik, karaborsa vs yeni yeni ‘ahlak’ ediniliyordu. Dini kurallar ve sınırlar terk ediliyor, paranın kuralları hükümran ediliyordu. Para kazanmak ve paraya sahip olmak için her yola baş vuruluyordu. Dolayısıyla bu sınıf ahlaki kaideleri savunan Kilise ile de çatışıyordu.
Bilindiği üzere İtalya, modern çağda ulusal birliğini en geç sağlayan, en son ulus devlet olan ülkedir, Almanya’dan sonra. Dolayısıyla İtalya’da kent devletleri ticari becerileri, okyanus ötesi alış verişleriyle meşhurdur. Bu devletler dünya çapında ticaret yapıp para kazanan, zenginlikleriyle ün yapan, modern kentler kuran, rakip şehirlerle yarışan ilk şehir devletleriydi.
Venedik, Ceneviz, Floransa, Milano, Lombardiya, Roma vs bu şehir devletlerindendi. Bu şehirlerler ve şehirlerdeki aileler birbirileriyle acımasız rekabet yapmalarıyla meşhurdular. Aralarında bitmez tükenmez çatışmalara ve hükümranlık savaşlarına girdikleri için bir türlü ulusal birliği sağlayamadılar. Machiavelli prens kitabını bu şartlarda yazacaktır.
Para, İtalya şehir devletlerinde daha o zamanda tanrılaşmıştı çünkü her şey para ile ölçülüyordu. Altın ve gümüş sikkeden yapılmış nakit para ve senet ve ipotek belgeleri dediğimiz kağıt para ve teminat belgeleri yaygın olarak kullanılıyordu. O vakitlerde para sahibi olan, her şeye hükmetmeye başlamıştı. Kent belediyesinin meclis üyeleri, belediye başkanları, mahkeme yargıçları, noterler, bankalar, meslek loncaları birlik reisliği vs ya borçlu olarak para babalarının emrinde, yahut para babaları bizzat kendileri bu görevleri yapıyordu.
Kentlerin imarı ve kalkınması, yenilenen yolları ve mimarileri, limanların genişletilmesi ve işletilmesi, pazarların düzeni, nakliyat ve depolama işleri, işçilerin ve yoksulların barındırılması ve beslenmesi, temizlik işleri, okullar, meydanların düzenlenmesi vs, para isteyen işlerdi. Paraysa belli ellerdeydi. Paranın bedeli vardı, ihtiyaç duyan bu bedeli öderdi. Burada acıma yoktu. Prensler ve aristokratlar para babalarından faizli borç alır, ödeme güçlüğü çektiklerinde yetkilerini para sahipleri lehine kullanmak zorunda kalırdı.
Medici ailesi, başka benzer aileler gibi meşhur bir aileydi. Çok zengindiler. Nesiller boyu belediye başkanları bu aileden çıktı. Sanatçıları, müzisyenleri, heykeltraşları beslediler. Mimaride, konak ve saray tipi evlerde, ev içlerinde ve sokak caddelerde heykelcilikte çığır açtırdılar. Kendi soyundan iki tane papa seçtirecek kadar etkili oldular.
Dünyanın gidişatını değiştiren, aydınlanma dönemi olarakta bilinen çağın öncüsü Rönesans ve Reform akımının İtalya’da başlaması, bu sebeple doğaldı. Bu anlattıklarımız bu akımın alt yapısının oluştuğu dönemleri anlatmaktadır.
4.Aziz Francesco bu anlattığımız şartların ve gelişmelerin İtalya’sından ortaya çıkmış bir insandı. Babası uluslararası tüccar olduğu için çevresini, piyasayı, yapılıp edilenleri, insan ilişkilerini biliyordu. Tüccarların, lonca sahiplerinin (bizdeki ahilik teşkilatıdır), mahkeme yargıçlarının, noterlerin, bankacıların, belediye meclis üyelerinin ne mal olduklarına şahit olmuştu.
Tanıdığı çevredeki insanların bütünü menfaat peşindeydi. Menfaatleri dışında gözettikleri başka hiç bir şey yoktu. Çok kazanıyorlardı. Kendileri gibi olanlarla düşüp kalkıyorlardı. Lüks eşyalar kullanıyor, lüks evlerde oturuyor, bolca hizmetçiler kullanıyor, içkili eğlenceler ve müzikli balolar düzenliyorlardı. Sanatçılar, müzisyenler, yoksullar ve uşaklar emirlerindeydi. Bunların yoksullarla işler yoktu.
Francesco’nun temiz vicdanı, bozulmamış fıtratı isyan etti bu gördüklerine. Böylesi bir yaşam tarzını ve kazanç sistemini kabul etmekte zorlanıyordu. Bir yıl süren esaret dönemi ona farklı bir dünyadan bakma fırsatı verdi, bu ona iyi geldi. Başka bir ortama girmişti. Uzun uzun düşünme fırsatı buldu. Değerlendirmeleri sonucunda doğrusu eğrisi bir ayrım yaptı. Seçimini doğrudan yana kullandı, karar verdi ve değişti.
Arkadaşlarıyla başlattıkları dini davet yoluna girdiklerinde birlikte aldıkları “para için çalışmak yok, paraya el sürmek yok, mülk edinilmeyecek, karşılıksız yardım edilecek” kararı, temiz kalmalarını sağlayacak, pislikten ve ahlaksızlıktan uzak tutacak kararlardı. Çünkü bunlar pisliği ve ahlaksızlığı yakinen biliyorlar, bozulmanın kaynağını anlamışlardı.
5.Francesco ve arkadaşları iyi niyetle yola çıktılar. Kendilerine tertemiz bir dünya kurmuşlardı. Huzurluydular. Başarılıydılar. İnsanlara yararlı oluyorlar, onlara inandıkları gibi doğru yolu gösteriyorlardı. Her şeyi karşılıksız yapıyorlardı. Gönüllü çalışıyorlardı. İnsanlar bu durumu hemen fark etmişti.
Sayıları az iken fazla bir sorunları olmadı. Fakat bu kadar yayılacaklarını, sayısal olarak anormal rağbet göreceklerini, bu durumun başlarına neler getireceğini vs de hesaplamamışlardı.
Toplu yaşamda insan münasebetlerinde önceden tasarlanmış çözüm yolları yoksa, düzenleme ve denetleme mekanizması gelişmemişse, zaman değişip şartlar yenilenince şaşkınlık baş gösterebiliyor. Şartlar insanları yönlendiriyor. Francesco ve arkadaşları ilkin, mevcut şartların kötülüğünü görmüş, o şartlardan sıyrılmayı, ayrışmayı ve temiz kalmayı becermişlerdi. şartlara yenilmemiş, aşmayı ve başka şartları üretmeyi becermişlerdi. Ama sonrası işler umdukları gibi gitmedi.
Anlaşıldığı kadarıyla bunlar kalabalık olduklarında da herkesin kendileri gibi olacağını, tavırların bozulmayacağını düşünmüşlerdi. Oysa insan hali farklıydı. Herkes aynı derecede iyi niyetli olamıyordu. Kaldı ki kalabalıklar bir hukuk sistemi içinde, münasebetleri düzenleyecek adil bir idare ile düzenli ve güvenli bir hayatta yaşayabilirlerdi. Bunun yolu ise siyasetten geçerdi.
Siyaset, Francesco tarzı davetçilerin, tebliğcilerin ve dervişlerin hep uzak durdukları alan olageldi. Çünkü siyaseti bozucu bir alan olarak görmeye yatkındırlar. Oysa siyaset, toplumsal bir iş olarak kendi başına kötü değildi. Diğer birçok iş gibi siyasette iyi yada kötü yapılırdı.
Siyaset dünyayı, toplumsal işleri, insan münasebetlerini düzenleme, çekip çevirme sanatıdır. Bu olmadan olmaz. Bunun da kaideleri ve kuralları var. Mesele bu kaide ve kuralların dayandığı şeydir. Francesco ve arkadaşları, içinde yaşadıkları toplumun bozulmasından kaçmışlardı ama kendileri topluluk olunca kaçtıkları bozulmaya kendileri düşeceklerdi.
Davetçilerin, tebliğcilerin, derviş ruhlu olanların anlamadığı yada anlamak istemediği hakikat, siyasetin hakikatidir. Bu inanışta inancın siyaset veçhesi pek hoşlanılmayan bir iştir. Oysa şikayet ettikleri şeyler siyasetten bağımsız şeyler değildir. Siyaset, ticaret gibi, adli mekanizma gibi dünyaya dalmak değil, inandığın değerlerle hayatı adilane yönetme, düzenleme becerisidir. Ondan uzaklaştığınızı sandığınız kadar içindesinizdir, olup bitenden pasif kalarak bağımsız kalamazsınız.
Tebliğcilik, davetçilik ve dervişlik bir tercih olarak hemen bütün dinlerde yol bulunan bir haldir, kutsal metinlerde sadece bu alanla uğraşmak yeterlidir gibi bir anlayışa varılabiliyor. Oysa bu tarzı seçmek dahi bir siyaset biçimidir. Yani bu tarz bir hayatı seçmek siyasetsizliğin siyasetidir. Francesco misalinde kim ne kadar siyasetin dışında kalabilirdi ki? Onlarda  siyasetsizliğin bedelini, şikayetçi olup kaçtıkları yanlış siyasetin kendilerini kuşatmasıyla ödediler.
Demek ki mesele, siyasetten kaçıyorum zannıyla yanlış siyasete haklılık kazandırmak değil, gerçeklerle yüzleşip diğer işlerde olduğu gibi siyaseti de doğru dürüst yapmak için gereken mücadeleyi vermektir. Francesco belli ki Hz. İsa’nın bu tarafını kavrayamamıştı. Tıpkı Müslümanlar içinde de yaygınlaşan tebliğcilerin, davetçilerin ve derviş tabiatlı olanların Hz. Muhammed’in bu tarafını kavrayamadıkları gibi.
Anlaşılan o ki hayatın parçalanması, ticari, siyasi, adli, ailevi, şahsi ve sosyal alanlar olarak birbirinden bağımsız alanlar olarak işlemesi demektir. Bu hayattan yahut bazı parçalarından şikayetlenerek, dünyadan yahut bu hayattan uzaklaşarak, şahsi iç dünyaya, ruhaniyata, ahlaka ve ibadi alana dönmek, şikayetçi olunan hayatın işlemesine dolaylı katkı sağlamak oluyor.
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir