Bütün-Parça İlişkisi -I-

Bütün-Parça İlişkisi -I-

Şüphesiz ki bir bütün, kendisini oluşturan onlarca, bazen yüzlerce parçalardan meydana gelir. Buna rağmen bütünü oluşturan parçalar yan yana getirilse, bir araya toplansa, onlar kendiliklerinden o bütünü şekillendiremez, oluşturamazlar. Bu nedenle bütünü teşkil eden parçaları bir araya getirip belirli bir sıralamayla, birbirini tamamlayacak ve bütünleyecek şekilde başka bir şeye ihtiyaç vardır. Parçaların bu biçim ve düzende birleşmesini sağlayan, senkronik olarak çalışmasını temin eden özel bir bağdır bu. Bu bağ önce bir bilgi sonra bir iradedir, bir yöntemdir, bir sistematiktir, bir tecrübedir veya uzmanlıktır. Bu bilgi, irade, yöntem ve bağ yoksa parçalar arası düzenli çalışan bir ilişki ve bütünden bahsedilmez.
Bütün parça ilişkisinde başlangıç olarak bütünün kendisi asıldır, önemlidir. Bu bakımdan bütün, varoluşu, gerekliliği, amacı ve kendisinden beklentiyle alakalı olarak başından itibaren ya verili bir tasavvur, ya da beşeri bir tasarımdır, tanımlamadır, üretimdir. Burada bütünü anlamlı kılan ilk şey budur. Diğeriyse onu gerekli kılan nihai bir amaç ve bir hedefin varlığıdır ki bu da bir üst bütündür. Başlangıçtaki bütün, amaç ve beklentiyle önce bütünsel olarak tasarlanır, sonra bütün için gereken parçalar hesaplanır, üretilir. Nihayet parçalar kendine has bir sistematikle kendi yerlerine ve kendine has bir bağla monte edilerek bütüne ulaşılır… Burada söylenmeli ki her şeye rağmen bir bütün, kendini oluşturan parçaların toplamından her zaman daha büyük ve her zaman daha fazla bir şeydir.
Bir otomobili örneklediğimizde ilk bütün, otomobilin kendisidir. Otomobil kendisini oluşturan yüzlerce yedek parçadan ve aksamdan oluşuyor. Otomobil, kendisinden beklenen amaca uygun olarak baştan tasarlandığı için kendisini oluşturan parçaların üretimiyle işe başlanır, sonra bunlar bir sıra halinde ve senkronize çalışmayı sağlayacak şekille tamamlanarak montajı yapılır ve bütüne ulaşılır. Buna rağmen bütünü oluşturan parçalar ve aksamın toplamı asla otomobilin kendisi değildir. Söz gelimi tekerlekler, şanzıman yahut karasori, kendi içinde de bir bütündür ama otomobilin parçaları olarak düşünüldüğünde bunlar otomobil değildirler. Otomobil yoksa bunlar kendi başlarına bağımsız olarak bir işe de yaramazlar.
Otomobil yapıldıktan sonra bu defa ondan beklenen nihai anlamda bir kullanım amacı ve üst bütün devreye girer. Bu durumda yapıldığı halde nihai bir amaca hizmet etmeyen ilk aşamadaki bütün de bağımsız olarak bir anlam ifade etmiyor. İnsan sırf otomobil yapmış olmak ya da garajda kendisine bakıp durmak için otomobil yapmaz. Bu normal değildir. O halde otomobilden beklenen neydi diye sorabiliriz. Bunun cevabıysa yolculuk, ulaşım rahatlığı ve nakliye kolaylığı vs dir. Demek ki başlangıçta otomobil yapmak bir amaçtı. Tek başına düşünüldüğünde yapılınca gerçekleşen bu amaç, kendisinden bekleneni de gerçekleştirdiğinde asıl nihai amaçla, kendisini anlamlı kılan başka bir bağla bütünleşmiş oluyor. O halde her bütün nihai anlamdaki diğer bütünle ve amaçla birleştiğinde tümü birden anlamlı oluyor.
Bilinmeli ki bütün parça ilişkisinde nihai bütünden başlayarak bunun için gerekli diğer bütünlere gitmek, oradan her birini bağımsız düşünmeden ait oldukları nihai amaçla birbirine bağlamak bu biçimiyle bir aklediş, bir düşünüş tarzı, bir anlama, açıklama ve yorumlama biçimidir. Bu yöntemde değerlendirme böyle yapılır, kurallar ve kavramlar buna uyumlu olarak üretilir, doğruya böyle ulaşılır, hüküm böyle verilir.
Buradan hareketle ve İslami bir akılla düşünelim şimdi. Bir Müslüman için bu dünyada ve hayatta, polis’de ve metropolis’de en büyük bütün ve nihai amaç nedir sorusu, “Allah rızası” olarak cevaplanır. Bundan sonra ve buna göre diğerlerini nasıl düşünmeli, ne-neler yapmalı, nasıl hareket etmeliyiz ki tüm yapıp etmelerimiz bu nihai amaç ve bütünle birleşsin, uyumlu olsun. Bu tarz düşünüldüğünde hemen fark edilir ki, hayattaki tüm düşünüş ve davranışlar, tüm yapıp etmeler bu nihai amaca ve bütüne göre değerli, anlamlıdır.
Bu düşünüş biçimiyle dünya hayatını bir bütün şeklinde görerek analiz edip kendi içinde alanlarına ayırdığımızda, oralardaki her bir tavır ve her bir ilişki biçimi, hem birbiriyle uyumlu hem de nihai amaçla bağlantısını kopartmadan içerik ve şekilde tutarlı olmalıdır. Özetle dünyayı, varlığı, yaratılışı, hayatı ve hayat içindeki tüm ayrıntıları Allah ile bağlantılı düşünmeli, Allah’ı razı edecek nihai amaca uyarlamalıdır. Vahyi düşünce biçimi, doğruyu bulma yolu budur.
Şimdi bu açıklamaları daha pratik bir örnek olarak namaz üzerinden düşünelim. Namaz, abdesti, kıyafeti, istikameti, tekbiri, kıyamı, kıraati, rükûsu, secdesi, son oturumu ve cemaat içinde kılınışı vs kendi içinde parçalarıyla bir bütündür. Burada insan neden namaz kılar, kılınan namaz kendi başına bağımsız bir bütün ve nihai amaç mıdır diye sorulmalı. Cevap olarak, Allah kılın dediği için, Müslüman olanlar da kılar dediğimizde, namazın, ait olduğu bütünle ve nihai amaçla doğru bağını kurmuş oluruz. Bu durumda Allah’ın namaz dışında başka şeyler de söylediği hatırlanır. İşte namaz o diğer şeylerle bütünleştiğinde anlamlı hale gelir.
Namaza kendi içinde baktığımızda, namaz dinin direği, ikame edenini disipline eden, diri tutucu özelliğiyle bir bütündür ama ait olduğu asıl bütünün diğer buyruklarıyla kurulması gereken bağı ve nihai amaca yönlendirici özelliğiyle kendi başına bağımsız değildir. Namazın diğer parçalarla özsel bağı ise, Allah’ın sakınmamızı istediği işlerden sakındırması, yapmamız gereken diğer işlere yönlendirmesidir. Bu namaz doğru namazdır. Ki, kılanını “veyl olsun o namaz kılanlara ki” uyarısına düşürmesin.
Olumlu örnek olarak Şuayb(s)’ın namazı verilebilir. Şuayb(s) kendi toplumu içinde ekonomi politiği, mülkle kurulan ilişkinin niteliğini, ölçü ve tartıyı ahlaksızca koyan yöneticilik işlerini, beraber olduklarıyla ayrı bir ümmet oluşunu vs ayrı ayrı alanlar-parçalar olarak görmüyor, namazını da bunlardan ayrı tutmuyor. Hepsini birlikte nihai amaçla bütünlediği için de kavmi ve yönetimi tarafından ülkesinden sürülmek ya da öldürülmekle tehdit ediliyor. Anlıyoruz ki bu namaz hem asıl bütüne ve nihai amaca uygun, hem kendi içinde doğru hem de kendi başına bağımsız değil. Burada namaz hepsini birlikte temsil eden bir özelliğe de sahip. Doğru namaz budur. Dikkat edilirse Şuayb(s)’ın kavminin itirazı tam da bunadır. Yani neden sen namazınla bu işleri birbirine karıştırıyor, neden bu işleri namazınla bütünleştiriyorsun diyorlar. Demek ki o kavmin içinde de namaz kılanlar var ama onların namazı böyle bir şey ifade etmiyor, böyle bir sonuç doğurmuyor.
Olumsuz örnek olarak da ülkemizde “namazla diriliş platformu” adıyla meşhur edilen ve neredeyse her kasaba dahil şehirleri dolaşarak etkinleştirilen, medyayı da aracı kılarak devam ettirilen faaliyetleri hatırlayabiliriz. Burada, takvalı olmak adına namazın fazileti, huşu ile nasıl kılınacağı, her rekâtta neyin nasıl okunacağı, nasıl ağlanacağı gibi örneklerle ve ilginç anlatım özellikleriyle teşvik ediliyor. Namaz tek başına bir bütünü, bağımsız bir ibadeti, bir amacı ifade olarak sunuluyor. Dolayısıyla hayatın diğer parçalarıyla bağı ve nihai amaçla bağlantısı kurulmuyor. Bu nedenle namaz kılan bir müminin, namazda okudukları sayesinde hayatın diğer alanlarıyla özgün bağı ve ilişkisi kopartılıyor.
Çapı ve etkisi itibarıyla yürütülen bu faaliyetlerin Şuayb(a)’ın namazı dolayısıyla karşılaştığı benzer tepkiyle karşılaşmaması da, bu dediklerimizi teyit etmektedir. O halde burada namaz, Şuayb(s)’ın namazı gibi değil, kavminin itirazına gerekçe gösterdiği diğer namaz kılanların namazı gibidir… Değerlendirmeyi niyet okumasına sokmadan, başka yerlere çekmeden, iki örneği kıyaslamak ve doğru olanı gösterebilmek kastıyla yaptığımız düşünülmeli.
KEVNİ ÂLEMDE VE KOZMOS’DA GENEL PANAROMA
Bir bütünü parçalarına ayırmak, her parçayı kendi başına ait olduğu bütünden ve nihai amaçtan bağımsız olarak ele almak, bu yolla yeni ve başka bir sonuç çıkartmak da bir düşünüş ve değerlendirme biçimidir. Bilimsellik ve pozitivizm ya da genel adlandırmayla modern paradigmanın tarzı budur. Bu yöntemle ulaşılan ve üretilen teknik-teknoloji icadı bir şey, bunlar sayesinde doğan ve değişen ilişki biçimleri başka bir şeydir. Çünkü bu süreçte hem bilgi yenileniyor hem de bilgi nesnesi hakkında verilen hüküm başkalaşıyor. Eşyanın tabiatını, insanın fıtratını bozan ve fesat üreten sonuçsa, buradan çıkıyor. Burada yapısal bir değişim, temelde bakış açısını etkileyen yeni ve başka bir şey vardır… Ne demek istiyoruz?
Bu gün artık doğal kabul edilerek kanıksadığımız nice durumların altında yatan nedenlere göz attığımızda, bilginin kaynağı ve düşünüş biçimindeki değişim her şeyin başı, değişimlerinde asıl tetikleyicisidir. İddia da budur zaten. Şu işlem sırasını takip edelim:
Bu düşünüş tarzında, ele alınan bir bütün önce kendi parçalarına ayrılıyor, her parça kendi içinde ayrı ayrı analiz ediliyor. Parçalar ait oldukları bütünden, bütünün diğer parçalarından ve nihai amaçtan bağımsız olarak düşünülüyor. Bu iş farklı bir anlama ve tanımlama faaliyeti olarak sürdürülüyor. Her parça kendi içinde çözümleme sürecine sokuluyor ve yorumlama, eleştiri, ayıklama, seçmeler başlıyor. Bu faaliyet süreklilik ve istikrar gösterilerek devam ettiriliyor ve sürecin sonunda bir sonuç çıkartılıyor. Sonuçla ilgili kanunlar tespit ediliyor, kavramlar üretiliyor, değerlendirme yapılıyor ve doğru bilgiye ulaşılıyor. Yeni anlam budur deniyor ve bir tanımlama yapılıyor. Bütün bu faaliyetler ve varılan sonuçta gelişme, ilerleme, yenilik, icat, yaratış olarak yeni bir şeye ulaşılıyor.
Gerçekten de kendi içinde düşünüldüğünde söylendiği gibi eski halden kopuk, ileriye doğru bir sıçrama başlıyor. Burada yeni bir sonuç, yeni bir bütün ve yeni bir şey oluşuyor, bir icat da ortaya çıkıyor. Bu icatlar kullanılmaya başlandığındaysa artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Son birkaç yüzyılın icat ve keşifleri, tekniği kullananların elde ettiği her türden sıçramalar bu sayede mümkün oluyor. Bu yenilikler; ekonomik sıçrama, askeri açıdan üstünlük, siyasi olarak güçlülük, ülkesel liderlik ve üstünlük, modern toplum, hayatın başka bir şekil alması vs bu gelişmelerin sonucunda ortaya çıkacaktır.
Değişimler ve bugün hemen herkesçe daha iyi gözlemlenebilen sonuçları sağlayan faaliyetlerin arka planında, paradigmanın kendisine has bir analiz tarzı, anlama ve sonuç üretme faaliyeti yatmaktadır. Öne çıkartılan şey de zaten budur. Yani o yeniliklerin ve gelişmelerin şartları; akıl önceki bağlarından, ön yargılarından ve dini buyruklar çerçevesinde sıkışıp kalmaktan kurtulmalı, özgürlüğüne ve yaratıcılığına kavuşmalıdır. Böylece insan önce tabiattaki statüsünü ve görevini kendisi tespit edebilecektir. Bunun için insan kendini yeniden keşfedecektir. Nasıl, bu düşünüş biçimiyle.
Bu insanın yazılacak bir tarihi ve bu insandan bahsedilecek bir tarih vardır. Çünkü bu insan tipi yeni bir tarih kuruyor. Diğerleriyse tarih dışıdır, zaman dışı, ilkel ve edilgendir. Çünkü iradesi yoktur, üretemez, icat edemez, ilerleyemez, değiştiremez… Çağdaş insana böyle düşünerek doğruyu bulabileceği, ilerleyeceği buyruluyor! İnsan artık bu şekilde doğruyu bulacak, buna uygun tavır alacak ve kendini değiştirecektir.
Bu bölümde anlatılanların anlaşılması niyetiyle tipik örneklere geçebiliriz: Bilimsel akıl dünyayı, bütün olarak gördüğü dünyayı bu bakış açısıyla yeniden düşünmeye başlıyor. Onu nesneleştiriyor ve karşısına alıyor. Dünyanın yaratılışına dair tüm bağları ve önceki açıklamaları yok sayıyor. Her şeyin temelini oluşturan maddeyi buluyor. Maddenin yapısının 144 elementten oluştuğunu görüyor. Sonra her bir maddeyi kendi içinde parçalıyor. Şimdilerde kendisini de parçaladığı atomu, maddenin en küçük parçası olarak tespit ediyor.
Her maddeyi ayrı ayrı analiz ediyor, deneye tabi tutuyor, farklı görüşleri tartışıyor ve buradan bir sonuç üretiyor. Maddenin kanunu budur diyor. Madde böyle oluştu ve böyle çalışıyor diyor. Buradan her bir maddenin çalışma biçimini, kendi içinde özerk olarak ve diğerlerinden bağımsız olarak düşünüyor. Sonra bu maddeleri-parçaları başka bir biçimde yeniden birleştiriyor, her parça kendi içinde özerk işliyor-kalıyor ve buradan yeni bir bütüne ulaşıyor. Bütünü değerlendirirken bulduğu kanunlara göre sonuç üretiyor. Sonuçlardan kavramsallaştırmaya gidiyor. Nihayet varlığın temeli budur, bütün olarak evrene, yaratılışa ve varlığa dair doğru bilgi ve sonuç budur diyerek bir hüküm veriyor.
Maddi âlem, kendi içindeki işleyişle fizik, matematik ve mühendislik kurallarına tabidir, teknik bir konudur, mahzuru da yoktur denebilir. Üstelik bu yolla insanlığın yararına ne kadar büyük işler başarıldı diye savunma da yapılabilir. Bu yaklaşım ilk bakışta masum gibi de geliyor. Belirtilmesi gerekir ki bu bilimsel düşünüş, yöntem ve açıklama biçimi, sadece dünya ve maddeyle ilgili teknik konularda kullanılmıyor. Her konuya ve alana da bu disiplinle yaklaşıyor ve kendine has benzer sonuçlar üretiyor. Orada kalmayıp bu bilgilere uygun davranmamız isteniyor… Burada bizi ilgilendiren şey nedir? Müslüman aklı da bu tarz düşünmeye ve sonuç üretmeye bir kez başladı mı, bakın neler oluyor!
Bu akıl yapısı önce doğayı ele alıyor. Doğanın içindeki hayvan, bitki, dağ, deniz gibi canlı cansız tüm varlıkları ve uzayı kendi içinde ayrıştırıyor. Bu varlıklarla ilgili önce parçalamaya gidiyor, her parçayla ilgili gözlem yapıyor. İnsanlığın önceden bilemediği yahut ihtiyaç hissetmediği için dikkat etmediği ama gerçekte varlıkta mündemiç olan sırları, bu sayede, ısrarlı çalışması neticesinde keşfediyor. Bulduğu sonuçları analiz ediyor, deneylerle test ediyor, değerlendiriyor, kanunları keşfediyor ve bir sonuç üretiyor. Bu sonuçla ilgili kavramsallaştırma yapıyor, bir hüküm çıkartıyor… Hakkını vermeli ki tüm bu uğraşılar sonucunda bir teknik geliştiriyor, büyük icatlar yapıyor.
İlk bulunan icatlar ve araçlar giderek gelişiyor, sürekli ilerleme kaydediliyor ve her yeni olan daha kullanışlı, daha fonksiyonel ve daha ekonomik hale geliyor. Buharla çalışanından başlayarak elektrik enerjisi, katı ve sıvı yakıtla çalışan makineleri, uzun menzilli gemi ve füzeleri, robotları, otomobili, otoyolları, treni, raylı sistemi, matbaayı, matbuatı, telefonu, faksı, Eiffel kulesini, uçağı, asansörü, her türden silahları, bilgisayarı, uzay araçlarını, interneti vs böyle buluyor… Fizik, simya, kimya, astronomi, matematik, mühendislik, botanik, zooloji vs ilimleri bu konulara yoğunlaşıyor. Bu ilimler kendi içinde giderek daha da parçalanıyor, uzmanlık alanları çoğaltılıyor. Her biri kendi alanıyla ilgili kanunlarını koyuyor, kavramlaştırıyor ve doğru budur diyor… İlk bakışta olumlu ve kendi başına insan hayatını rahatlatan gelişmeler bunlar. Henüz yorum yapmıyoruz.
Batıda başlayan bu hareketlilik, makine teknolojisini sanayide, fabrikada ve üretimde kullanmaya başladıktan sonra büyük sıçramalara sebep oluyor. Şu gelişmeleri ve yenilikleri takip edelim: Doğal kaynaklar, hammadde, emek ve sermaye ilişkisi bakımından üretim biçimi; Pazar, pazarlama, hizmet sektörü, nakliye, sınır içi ve ötesi ticaret ve tüketim ilişkisi bakımından ekonomi politik; üretilen hasılanın paylaşımı, konfor, yeniden sınıflaşma, sınıfsal kavga, insan, eşya ve toplum ilişkisi bakımından sosyal-toplumsal yapı; bunların tetiklemesiyle meşruiyet, şekil, muhteva ve varlık gerekçesi olarak yenilenen siyaset tarzı ve devlet yapısı; nihayet bu sonuçların büyük gelişme, kalkınma, ilerleme, eskiden radikal kopuş ve yeni bir durum olarak insanları ikna etmeye yarayan ideolojik üstünlük.
Bu değişim ve yenilikler totalde ve doğal olarak başka sonuçlar da üretiyor. Kazanç, mülk, sermaye, sosyal statü ve üstünlük sebepleri, kırsaldan göç, modern kentleşme, cemaat yapısının dağılması, toplumsallaşma, sivilleşme, birey, özgürlük, insan-insan, insan-din, insan-eşya, insan-hayat ilişkisi, savaş teknolojisi, askeri üstünlük, ülkelerin işgalleri, sömürü, kıyım, talan gibi ilişkiler ve değerler de bu yenilikler paralelinde değişip gelişiyor, yenileniyor. Toplumlar hem kendi içinde hem de küre ölçeğinde alt üst oluyor, güç dengeleri yeniden belirleniyor. Böylece kozmosda ve polisde büyük yenilikler, büyük değişimler oluyor… İnsanlığın başına gelenler hakkında bir şeyler şekillenmeye başlasa da henüz değerlendirme ve yorum yapmıyoruz. Çünkü örnekleme henüz tamamlanmış değil.
Aynı düşünüş biçimiyle bu defa insan denen varlık parçalanıyor. İnsanın anatomisi, vücudu, iç organları vs benzer bakış açısıyla yapısal olarak ayrı ayrı ele alınıyor. Her parça kendi içinde gözleniyor, analiz ediliyor, testlere tabi tutuluyor, üzerinde deneyler yapılıyor, istatistikler tutuluyor, tartışılıyor ve nihayet karar veriliyor ve bir sonuç üretiliyor. Bu sonuçlardan hareketle kurallar konuyor, kavramlar bulunuyor, bir değer üretiliyor ve hüküm konuyor.
Biyoloji, iktisat, tıp, psikiyatri bilimleri bu alanda epey gelişiyor, her bilim kendi içinde ayrıca parçalanıp uzmanlık alanlarına bölünüyor. Söz gelimi tıp ilmi kendi içinde dâhiliyeci, cerrah, kalpçi, kırık çıkıkçı, böbrekçi, ciğerci, gözcü, kulakçı, dişçi, röntgenci vs gibi detay alanlara parçalanıyor. Her bilim dalı kendi sonuçlarını üretiyor, kavramlarını koyuyor ve kendi alanlarına ait hükümler veriyor. İnsana doğrular bunlardır deniyor ve bu değerlere göre yaşaması söyleniyor. İnsanlığın geldiği son durumla bağlantılı olarak tıp bilimi en son geliştirilen “yaşam koçluğu” namıyla yeni bir uzmanlık alanı üretiyor ve insanların ölmemesi için ne yapması gerektiği buyruluyor!
İnsan, bir başka açıdan ayrıca parçalanıyor. Bu defa insan tanımı çerçevesinde psişik yapısı, dili, varoluşu, aklı, düşünüşü, becerileri, varlık gerekçesi, amacı, kendisiyle ve eşya-doğa-diğer varlıkla kuracağı psiko-sosyal, ekonomik-siyasi, medeni-ahlaki, sanat-müzik ilişkileri ve konuları yeniden değerlendiriliyor. Her birisini kendi içinde tahlile tabi tutularak yeni tanımlamalar getiriliyor. Bu parçalamada ve konularda da kendi alanlarına ait kavramlar çıkartılıyor, değerlendirmeler yapılıyor ve hükümler konuyor… Bu bağlamda akıllı-iradeli varlık, düşünen veya konuşan hayvan, ekonomik insan gibi tanımları hatırlayalım.
Bu alan çalışmalarında sosyoloji, psikoloji, linguistik, antropoloji, tarih, sanat, medeniyet ve dinler tarihi, müzik, resim, felsefe, ilahiyat, düşünce tarihi vs her biri kendi uzmanlık alanlarında yeni tanımlamalar yapıyor, değerler üretiyor, kavramlar koyuyor ve hükümler veriyor. Dolayısıyla insan yeniden tanımlanıyor ve kendini bu değerler üzerinden keşfetmesi isteniyor. Buna uygun amaç ve hedef gösteriliyor, yaşam tarzı öğretiliyor. İnsandan, bu bilimsel düşünüşle ortaya konan kavramlar, değerler ve verilen hükümlere uygun olarak davranması isteniyor. Doğru budur deniyor… Artık değerlendirme yapmaya başlayabilir, ne söylememiz gerektiğine yönelebiliriz.
Hüseyin Alan
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir