Postmodern Gavurluk

Postmodern Gavurluk

Klasik çağda ‘dehri’ler ve ‘naturalistler’ vardı; ilki her şeyi zamana bağlıyor, ikincisi doğada var olan nesnelere bakıp anlam ve değer çıkartıyor, paganizmi üretiyordu. Özetle diyorlardı ki;

“Yaratıcı bir Allah yoktur; dünyayı düzenleyecek bir din göndermedi; seçilmiş bir peygamber de gönderilmiş bir kitapta yoktur; ölümden sonra yeniden diriliş ve hesap günü de olmayacak.

Bu dünya hep vardı; içindekilerle birlikte var kalacak. Zaman değişecek. Bu dünyada varlık alemiyle ahlaki ilişki kurmalı, dengeyi muhafaza etmeli, vicdanı adaleti keşfetmeli, erdemli ve hamasetli bir insan olarak yaşamalıdır.”…

Modern çağda bunların yeni versiyonları çıktı. Şu farklaki, genelde bunlar Allah’a ve dine doğrudan karşı olmadı. Bunların

Karşı oldukları şey, kendi bilgi sistemi, kendi değerleri ve kendi insan modeliyle toplumsal ve siyasal hayatı Allah’a göre düzenleyecek örgütlü bir dindi. Böylesi din istemiyorlardı. 

Bu çağın liberal düşünce temelli toplumunda, ekonomik ve demokratik siyaset dünyasında din; vicdana, eve ve mabede has kılınmış, bireysel ahlaka yollanmış, modern zihne ve hayata tehdit oluşturmayacak sembollerine izin verilmiş bir dindi. Bu dinle sorunları olmadı, hatta korudular, destek oldular. 

Ateistleri ve sosyalistleri; dini, emekçi yoksul çoğunluğu uyuşturmak için egemen sınıfın icat edip kullandıkları totem ve tabuları olarak gördü. Tıpkı egemen sınıfın baskı aracı olarak kullandığı devlet fikri gibi, dini de özgürlüğün, eşit ve adil bir toplumun kurulması önünde büyük bir engel olarak damgaladı.

Faşistleri; dini, natıon kimlik ve yaşadıkları vatan fikri için kullanışlı bir unsur olarak istihdam etti, ama dinin egemen olduğu kavimler tarihinde dilini, kültürünü, örfünü, vatanını sömüren, ırkını unutturan, gelişmesini engelleyen bir asimilatör olduğunu not etti. 

Muhafazakarları; liberalizmin hızlı devrimleri toplumu yeniden şekillendirip endüstriyel yapıya uygun sivil kentleri kurduğunda, süreçte sosyalistler sınıf temelli ekonomik liberalizmin eşitsizliği ve adaletsizliğiyle çatışırken, 

Seküler ve sivil değişim dönüşüme dinden meşruiyet üretiyor, kapitalist ahlakı dinileştiriyor, toplumsal hayatın kaosa düşmemesi adına denge unsuru oluyordu. İçinde dini unsurların da olduğu ve gelenek diye markaladığı kimi değerlerin muhafazasını savunarak yahut değişimin hızını yavaşlatarak yeninin içinde yerini alıyordu. 

Fundementalistleri; inançları, fikirleri, değerleri ve hatta kimi yerlerde kendileri dahi kamusal hayattan dışlandıkları için radikalleştiler, kendilerinden olmayanlara karşı setleştiler…

Çağ değişip postmodern akıl, zihin ve düşünce kendi patronajında küresel bir dünya ve düzen kurduğunda, postyapısal bir dönüşümle, modern dönemin tüm din ve ideolojilerini çözdü, atomize etti, büyük söylemleri değersizleştirdi, her birisini toplumsuz ve zeminsiz bıraktı. Bunlar artık ütopyaydı.

Böylesi küresel bir değişimin arkasındaki irade tüm rakiplerini teslim alacaktı; ilkin her birisini yerelleştirecek, küreselleştirdiği hegemonik gücüne teslimiyetle neticelenecek sonucu baştan belli yarışa sokacaktı.  

Yeniliğin öne çıkan belirleyici vasıfları şunlardı; tarih yorumu, bilgi biçimi, hakikat telakkisi ve dünya görüşüyle müdahale ettiği anlam ve mahiyet farkıyla varlığı ve değerleri yeniden tanımlama, her şeyi yeniden açıklama biçimi. Buna dayalı olarak yeniden inşa edilen insan modeli ve toplum yapısı. Gelecek tasavvurunun bütünüyle dünyevileşmesi.

Böylece küresel yeni dünyaya, yeni hayata ve hegemonik iktidar düzenine paradigmatik olarak itirazı olanlar ya teslim alınacak, yahut terörize edilecekti. Buna Müslümanlar da dahildi.

Bi tek muhalefetle karşılaştı; İslam. İslam teslim olmuyordu. Çünkü kendisi “şu küfür, bu haram; o yanlış bu günah; şunlar fesad, bunlar şirk. Allah bunlardan razı değil. Hesap günü var. Dünyayı oyun ve eğlence sanmayın” diye paradigma dışı kalıp karşı çıkıyordu…

İslamı teslim almanın iki yolu vardı; doğrudan şiddet ve İslamdan görünerek içerden fetih. İkisi de eş zamanlı olarak uygulamaya sokuldu.

Doğrudan şiddeti son 40 yılda tüm dünya izledi ama bu yol nihai zaferi getirmezdi. Dahası giderek tepki topluyor, izahta zorluk çıkıyordu.

Doğal kaynakların ele geçirilmesi ve vatanların işgali fikri de anlamsızlaşmıştı, çünkü küresel düzen, buraları hem kültürel olarak çoktan işgal etmiş, hem de kaynakların çıkarımını dağıtımını ve kullanımını tekelleştirmişti. 

İçerden fetih, çok daha başarılı sonuçlar aldı. İki üç neslin aklını bozdu, nefsini ayarttı, zihnini kirletti, tarihine düşman yaptı. Böylece geri dönüp bakılacak referans yerleri ve Müslümanca tecrübeler kalmamıştı.

Bu uğurda yapılanlardan göze batanlar; Müslümanca düşünüş biçimine, bilgi usul ve üretimine, kavramlar ve değerler sistemine, anlam ve mahiyete paradigmatik olarak yapılan müdahalelerdi. Bu çabalar

Mümin ve Müslim insan modelini, İslam cemaati milleti ve ümmet yapılanmasını kirletti; birey, sivil toplum, laiklik ve demokrasi yoluyla kapitalist/ticari düşünüş ve örgütlenme modelini benimsetti…

Döndük başa. Dehriler ve içindekilerle birlikte doğayı kutsayan naturalistler, şimdi bilginin kaynağını doğa yaparak Grek flozofisinin ve aydınlanma projesinin rehberliğinde, 

Nihilizm, deizm, özne birey ve hazcılık olarak yeniden cisimleşt. İlerlemeci tarih anlayışı, tarihsel zaman ve sosyal şartlarla sınırlı doğru, değişkenlere uygun yeniden yorumlanan muhkemler.. aklileşerek, Kur’an’ileşerek meşrulaştı…

Artık vahye bağlı Müslüman aklı yok, dünyaya Müslümanca bakılamıyor. Çünkü Kant’ın, Allah’tan bağımsız erişkin aklı, dinden bağımsız özerk, özgür ve özne varlık birey var.

Artık, dünyaya ve insanlara söylenecek İslami bir söz yok, bu kargaşada doğrusu neydi diye dönülüp bakılacak saadet asrı da yok. Çünkü İslami tarih gavur aklıyla yeniden okunmuş, Müslümanların tecrübeleri toptan kirletilmiş, töhmet altına sokulmuş, değersizleştirilmişti…

Avrupa’da uzunca süren feodal dönem bitip modern dünya kurulur, değişim ve dönüşümler her şeyi ve yanı ve alanı kuşatırken, Ortaçağ boyunca yüzlerce yıl kralın ve engizisyoncu kilisenin baskısı ve zulmü altında inleyenler; yoksulluk, sefalet, bulaşıcı hastalık derken kırılıp yok olurken

Yeni durumda, yeni yapısallıkta, her halde, buraya, bu düzene geri dönmeyecekti. Bu kadar aptal olamazlardı. Düşmanları Osmanlı’nın düzenine ve İslam dinine de dönmeyeceklerdi. Ne yapabilirlerdi?

Başlangıcı baz almak için 1500’ler diyelim, o zamana göre, geriye doğru iki bin yıllık antik Yunan demokrasisine döndüler. Doğrudan demokrasiyi temsili demokrasi olarak yeniden ürettiler. Atalarının tecrübesinden ibret aldılar.

Böylece derin bi nefes aldılar. Huzura ve güvene kavuştular. İnsan Hakları hukukuyla ‘yaşama, seyahat, çalışma, kazanma, harcama, mülk edinme’ gibi özgürlüklere kavuştular. Bu nedenle 

Postmodern çağda bunların bi sorunu olmadı. Eski zihinsel yapı, düşünüş biçimi ve tarihsel tecrübeyle bağları kopartmadan, onun üzerine yeni inşalar yaparak yollarına devam ettiler; katılımcı demokrasi ve evrensel değerlerle yollarına devam ediyorlar…

Müslümanlara gelince; bunların dönüp bakacakları bi yerleri, referans alacakları çerçeveleri ve tarihsel tecrübeleri kalmadı; buralar kirletildi.  Tarihsiz ve hafızasız kalanların yeni durumda kendilerine ve insanlığa söyleyecek neyi olabilirdi ki.

Ne bilgi biçimi, ne insan modeli, ne ekonomik ve siyasi düzenin üzerine inşa edilecek toplumsal zeminleri kalmamış; Allah tasavvuru değişmiş; vahiy meleği, vahiy, peygamberlik, şeri hukuk sistemi, İslami toplum ve siyaset artık değersizleştirilmişti… 

Müslüman dünyaya yapılan içerden müdahale, içerden devşirilen yüksek kademedikiler ve şöhret edilen rütbeliler elliyle bizzat, yenilik ve değişim adına gaflete düşen içimizdeki kullanışlıların sayesinde, İslami anlam ve söylemin mahiyetinin aklileştirilmesi ile başarıya ulaşmış, zihinler bu yolla teslim  alınmıştı…

Bakmayın ‘geri kalmışlığın, cehaletin, bilim ve teknoloji fakirliğinin, hukuksuz ve haksız toplumsal yapı ve siyasal düzenin’ sebebinin diş düşmana yahut emperyalistlere yıkılmasına;

Dışardan müdahale devri, yani klasik emperyalizm dönemi kapanalı 70 yıl oldu; o durumla eski islamcılar karşılaşmıştı. Oysa kaleler içten fethedileli de 70 yıl olmuştu; müsebbipleriyse modern postmodern İslamcılardı…

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir