Din Üzerine

Din Üzerine

Üç yüz yıl var ki modern paradigma dini ‘özel’ yaptı; din kişinin, bireyin, ferdin ‘özeli’ oldu.

Yaratılış, varlık alemi, varlıklar ‘kutsal-kutsal olmayan; aşkın-içkin’ ikileminde izah edilince, insanlar arasında kurulacak münasebetler de ‘kamusal-özel’ kategorisinde ayrıştırıldı.

Bu düalizmin kökeni insanlık tarihi kadar eski dense yeridir; de, eskiden lokal olan bu izah ve pratiğin modern çağda küresel kabul görmesine sebep olan neydi? En kısa ve açıklayıcı izah, insanlık tarihi kadar eski olan devletin bu dönemde mahiyet ve şekil değiştirmesiydi.

Diyelim medeniyetin beşiği sayılan Ortadoğu ve Akdeniz kıyılarında Yemen-Hind-Sümer-Grek-Pars-Roma devlet kültürü ve geleneğindeki ‘yasama yetkisinin’ kutsal’a, ‘uygulama gücünün’ kutsalın kutsadığı yöneticiye has olması ilkesi (kutsal-seküler ayırımımın kökeni) modern çağda her yere yayılmış olmasıdır.

Yeni durumda devlet, yasama yetkisini de eline alınca hükümranlıkta tekelleşti yani devlet kutsallaşarak tanrılaştı. Burada değişen, devletin hükümranlık alanında tek kalması, dini/kutsalı da devletin tanımlayıp belirlemesidir..

Bu değişimde din artık özele, bireyin özeline has kılındı. Onun hükümranlık alanıysa vicdan, ev ve mabet olarak sınırlandırıldı. Kamusal yahut toplumsal alanda, bu alandaki işlere karışmasına bariyerler kondu. Kamusal olan özel olanın karşıtıysa vicdanın, evin ve mabedin dışında kalan her şeyi ifade eder.

Kamusal olan ‘herkese ait’ olan mekanlardır. Burada yürütülen tüm işlere ve kurulan tüm münasebetlere, kişiye özel hale getirilen din müdahale edemez. Gerekçe; kamusal ortak alandaki ‘herkes’ ifadesi, farklı dinlere inanmış, farklı inanç ve kültürlere mensup, birlikte yaşayan, hukuken eşit yurttaşlardı.

Herhangi bir dinin yahut inancın kamusalı tayin etmesi veya kamusal hayatı düzenlemesi diğer din ve inanç mensuplarının haklarına tecavüz etmesi demekti. Dinlerden biri bu türlü bir iddiada bulunmamalıydı. Aksi hal ‘çatışmaya’ sebep olurdu. O sebeple kamusalı, her dine eşit mesafede durması gereken seküler devletin düzenlemesi şarttı.

Eşitlik, yalnızca farklı dinlere mensup olanların seküler hukuk önünde eşit olmasını değil aynı aynı zamanda dinler arasında da geçerliydi..

Mevzuyu izah sadedinde, kamusal alanda yahut mekanlarda neler dönüyor bi bakalım;

“Komşuluk-zenaat/üretim-ziraat-ticaret-mesleki faaliyetler-ziraat-ticaret-hizmet-finans işleri-politika-sosyal kültürel münasebetler-sanat-moda-eğlence..” yani toplumsalın tümü. İnsan varlığının sosyo-politik, kültürel, iktisadi mahiyetteki tüm etkinlikleri ve münasebetleri..

Modern olanın post aşamasında hükümranlık ‘pazarın’ eline geçti ve küreselleşti. Bu yenilikte özel olan da ortadan kalkmıştır. İnsanlar buna da ikna oldular.

‘Benim özelime kimse müdahale edemez’ sananlar vicdani hislerinin, bireysel adalet duygularının, ev ve mabetteki ibadetlerinin, mahremlerinin, günlük hayatı etkileyen ve yönlendiren ‘’pazarda’ bi karşılığı olmadığını tecrübe ettiler. TV’ler, medya, akıllı telefonlar, internet ve uydudaki aletlerle fethedilmeyen bir yer kalmadı..

Bu işe İslam ne der?

İslam’da “kutsal-kutsal olmayan; aşkın-içkin; fizik-metafizik; nakil-akıl; vahiy-bilim; din-devlet” gibi kategorik ikilemler yoktur. Kutsallık üzerinden bi izahta İslam’da bulunmaz.

Kur’an bu işi ‘ilahi/mukaddes/pak şeriata tabi olanlarla hevasına uyanlar’ ikileminde ortaya koydu. İnsanları ‘Eşrefi Mahlukat-esfel-i Safilin’ olarak; toplumları ‘Müslüman Millet-Cahiliye Milleti’ olarak tasnif etti.

Kuramsal ve pratik olarak ortaya konan toplumsal hallerden birine şirk, diğerine tevhid dedi. Tevhidi; ahiret hayatıyla dünya hayatını ‘bir’leştirmek olarak, şirki; bu ikisini ayırmak olarak tanıttı. Dünya hayatı derken toplumsal hayatı, toplumsal derken kamusal olanı bilmek icap ediyor. Bu bağlamda ‘özel’ olarak sunulan bi şey yok İslam’da. İnsanların hoşuna gitmese de..

Din kavramı da farklı İslam’da. Kur’an’ın Mekke’de ‘kafiruun suresinde’, Medine’de ‘dinde çatışma çıkartanlar’ bahsinde dinin ne olduğunu açıkça izah ettiği görülür. Toplumsal hayatı ve bu alandaki işleri düzenleyen, uyulması gereken sınırları/yasakları tayin eden manasınadır din.

Bunu kavradığımızda göreceğiz ki ‘çatışma’ din hususunda olacak; toplumsal sistemin neye dayandığıyla irtibatlı olarak dinler arasında çatışma çıkacak. Vicdana, eve ve mabede has kılınmış dinler de çatışma olmaz. Böylesi dinlerde olsa olsa mezhep çatışması olur ki bu da İslam’da ‘dinde ihtilaf çıkartanlar’ olarak nitelenir.

Din madem bir sosyo politik ve iktisadi bir düzen ve toplumsal bir hayattır, o halde İslam dininin, modern toplumsal ve siyasal hayatı düzenleyen seküler dininin ‘liberal-sosyalis’ mezhepleri ve ‘faşist-muhafazakar’ fırkalarıyla olduğu kadar, kendisiyle de çatışması doğaldır. Nitekim tüm peygamberler kavimleriyle bu hususta çatışmıştır.

Bu türlü bir çatışma yoksa ya çatışma çıkartacak bir din ortada yoktur yahut, şimdiki dinler salikleri tarafından modernleştirilmiş dense gerektir.H

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir