‘Din Üzerine’ makalesine dip not

‘Din Üzerine’ makalesine dip not

Çağdaş paradigmanın Liberal ve Marksist iki mezhebinden ikincisinin din anlayışı şöyledir:

Marksist literatürde toplumsal hayat, evrimleşme neticesinde bu günkü gelişmiş insanın türünün tarihe girip sosyal organizasyonu becermesiyle uygarlık başladı. İnsan’da bu sosyolojide var olmuştu.

Toplum ‘üst yapı-alt yapı’ kategorisinde oluşur. Egemenler ve yönetilenler olarak sınıflaşır. Egemenlerin baskı aracı olan devlette burdan çıkar.

Alt yapı ekonomik alandır, ekonomik etkinliklerdir; üretim biçimidir. Üretim araçları mülkiyeti, üretim ilişkileri, üretim tüketim ve paylaşım meselesidir. Alt yapı binanın temeli gibidir, üst yapıyı düzenler. Üstte olanlar alta göre şekillenir.

Üst yapı, yani temel üzerine yükselen binanın katları, müştemilatı misali, ekonomik alanın ve burda olanların dışında kalan her şeydir; dindir, örftür, ahlaktır, hukuktur, politikadır, devlettir. Sanat, eğitim, giyim kuşam vs dir.

Marksistlerin “tarih, ulus ve din” tanımı, aydınlanmanın tanımının tekrarıdır. İlerlemeci paradigma burda esastır. Bu hususlarda Marksistlerin kendi orijinal görüşü yoktur. Ulusların varlığı ve eşitliğini, kendi kaderini tayin hakkını savunduğu için sovyetik evrensel işçi sınıfı birliği gerçekleşmemiş; güçlü sosyalist ulus diğerini müstemleke yapmıştır.

Bu gibi sebeple ama daha önemlisi ‘her şeyi’ ekonomiyle açıkladığı için Marksist kuramın, yakın tarihi pratik tecrübesiyle de ortaya çıktığı gibi, tarih-ulus-din hususunda yanılgısı ortaya çıktı. İçine düştüğü çelişkiyi bilimsel sosyalizm namıyla Marksizmi ve bilimi dogmatikleştirmeyen sonraki Marksistler gördü, bunlar kendi kavram sistemi ve kuramın yenilenmesi için halen çaba sarfediyorlar..

Bu çabada Marksizmin özellikle “din” hususunda yenilenmesi gerektiği öne çıkıyor. Liberalizm karşısında yenilgiye uğraması, mevzilerini terk edip çökmesi kuramın tarih, ulus ve din kavramları içinde yanılgı içinde olduğunu göstermişti.

Bu hususu dile getiren yeni söylemde din, ‘üst yapının’ bir unsuru değildir artık. Din, alt yapıyı olduğu kadar üst yapıyı da tasarlayan ve belirleyendir. Yani “alt/temel-üst/katlar’dan” önce binanın/toplumun, nasıl düzenleceği ile ilgili projesi ve tasarımı esastır. Zemin etüdü, temel, çıkılacak katlar, kullanılacak malzemeler, malzemelerin planlanması, kapı pencere banyo vs detaylar ve çalıştırılacak olanlar, projeye göre yapılmaktadır. Bunların tümü bir düzenlemeyle/planlamayla ilgilidir.

İşte, bu proje ve düzenleme “dindir.” İdeolojidir. Dünya görüşüdür. Paradigmadır. Bu detay bizim için önemlidir. Yapılacak bina misali oluşacak toplumun eşitsizliği, adaletsizliği, paylaşımı veya tersi, dinle irtibatlıdır da ondan.

Burada “din” bina misalinde olduğu gibi zemin seçimi, malzeme tedariki, eleman tercihi, çalıştırma vs ‘organizasyon/teşkilatlanma/ işlerini belirliyor. Bina ya da toplum dinin eseri oluyor. Onların deyimiyle din kötüyse şirk/zulüm/sömürü/eşitsizlik söz konusu; iyiyse /tevhid/adalet/eşitlik söz konusudur.

Binada, temelde yahut katlarda yahut müştemilatta olduğu gibi, toplumda şu veya bu tarafta aksayan işleyişler burda önemli değildir. Tamirat, tadilat, ıslahat yoktur. Çünkü din bozulmuş, karşı devrime uğramıştır. Din değişmedikçe düzelme olmaz. Bu sebeple eskiden radikal biçimde bir kopuş ve yeniden inşa vardır.

Bina örneğinde olduğu gibi toplumsal yapıyı ve düzeni din belirlediğine göre devrimler, aslında bir “dinler çatışmasıdır”; kötü ve zalim bi tasarım ve düzenlemenin/dinin, iyi ve adil başka bir tasarımla/dinle değiştirilmesi gerekir. Yani mevcut ‘sömürü ve zulüm’ temelli sınıflı toplumsal yapının eseridir, bu yapı, sermayenin baskı aracı olarak kullandığı devlet ile yaşatılmaktadır. Özgür olmak, eşit ve adil bir toplum düzeni kurmak için, eski yapıyı yıkıp yeni ama başka bir yapı kurmakla mümkündür.

Yani önce dinin, düşünüş biçiminin değişmesi şarttır. O halde toplumsal çatışmalar aslında bir “dinler çatışmasıdır.”

Türkiye’de (ama önce dünyada tabii) Marksistlerin Hz Muhammed’i sonradan ‘bir devrimci’ olarak ‘keşfetmeleri’ de bu yüzdendir. Din anlayışları değiştiği içindir.

Peygamber, ilkel kabile toplumlarını, bir toteme/ilaha bağlı baskıcı, köleci kabile temelli toplumsal yapıyı, kabile şefliğini, kabilecilik dinini/düzenini (dünyayı ulus toplumlar ve ulus devletler olarak parselleyen din bunun benzeridir) ortadan kaldırmış; insanları evrenselleştirip özgürleştirirken kabile bağlarını yıkıp atmış, eşitlik ve adalet temelli bir toplum düzeni/devleti/ kurmuş; insanı yüceltmiş; sömürüyü ve baskıyı ortadan kaldırmış; sadece Allah’a bağlı eşit insan anlayışını yerleştirmiştir.

Ancak bu din/toplum düzen değişimi çok sürmemiş, Emevi karşı devrimiyle içerden fethedilip dönüştürülmüştür. Zaten devrimler hep bi karşı devrimle içten dönüştürülür.

Bu ters dönüşümü engellemek için, bir Marksist din/devrim, komünist/eşit ve adil toplum düzenine geçiş aşamasında olduğunu bilmeli, bu süreçte gerici burjuva kalıntılarının karşı devrim yapmasını önlemek için, geçici olarak, Marksist diktatörlük kurmalıdır. Bu diktatörlük komünist topluma geçişin aracıdır.

Özetle, toplumsal değişim ve dönüşümler birer din çatışmasıdır. Çatışma, kötü olan eskisinin yıkılması, iyi olan yeninin kurulmasıdır..

Bu bilgi notu ‘dinin’ ne olduğu ve ‘din çatışmasının’ neye karşılık geldiği meselenin anlaşılması için ilave edilmiştir. Bize de lazım olan işin bu yanıdır.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir