Mazeretsiz Üç Cuma Meselesi

Mazeretsiz Üç Cuma Meselesi

Corona virüsü sebebiyle yeniden gündem oldu.

Neymiş; ‘mücbir sebep’ var, cuma namazları bir süre kılınmasın; nasılsa makbul mazerette oluştu. Ne kötü üç cuma kılınmasa da olurmuş! Düz mantıkla “doğru” bir savunma.

İslami tarihi Abbasi tarihçilerinden öğrenenlere de bu vesileyle gün doğdu: Nasılsa Emevi dinini din belledi toplum, Emevi adeti üzre kılınan cuma kılınmasa da olurmuş!

İki halde de duyan duymayan ülkede cuma namazının mahiyeti ve önemi kavranmış sanacak. İhtiyaç duyulduğunda maksada uygun olarak istihdam edilebilecek..

Uzatmadan, mazeretsiz üç kez cuma namazına gelmeyenler için peygamberimize atfedilen

“şahitliği kabul edilmez, cenazesi kılınmaz, nikahı düşer” rivayeti, içerdiği tehditlerin ciddiyetinden hareketle değerlendirilmesi icap eder.

Hadis, Medine’de vürud buldu. Medine, İslam yurdu, İslam devleti, Dar’ül İslam’dır. O sebeple Medine, haram/mukaddes bir şehirdir. Haram sınırlarda yaşayan ve kendini Müslüman olarak tanıtan ve dolayısıyla Yahudi, müşrik Arap sakinlerinden olmayan herkes

Medine’de diğer mahallelerde mevcut mescitlerde vakit namazlarını kılabilirlerdi ama cuma namazı (bayram namazları, savaş durumları, yaygın hastalık dahil) için merkezdeki Medine mescidine gelmek zorundaydı. Çünkü cuma namazı/çağrısı özellikliydi..

Bu şartlarda bir kişi, hem “ben Müslümanım” der hem de mazeretsiz olarak üç kez cuma namazı çağrısına gelmez ise şunu demiş oluyordu:

“Sizi, dininizi beğenmiyor, istemiyorum. Cuma günkü çağrınıza bu sebeple icabet etmiyorum. Dolayısıyla yönetiminizi ve hükümranlığınızı da tanımıyorum. Sizden beriyim..”

Eyvallah.. Kim kendini bu tavır ve tarzıyla ortaya koymuşsa eyvallah. Tebrike de şayandır yaptığı. Zira Yahudiler ve müşrik Araplar da bunu açıktan yapıyordu..

Gelelim işin püf noktasına:

İslam’ı, İslam’ın devletini, İslam’ın devlet başkanını, Müslümanların insanlardan ayrı bir cemaat/millet/ümmet olduğunu, kendi siyasetleri ve hukukları olduğunu, cuma namazının bu bağlamda önemli bir yeri olduğunu ve cuma günleri cuma namazı/toplantısı için yaptıkları çağrıyı kabul etmeyen birini

Müslümanlar niye kendinden kabul etsin? Gerek şahitliği, gerek nikahı, gerekse cenaze defni için ona neden Müslüman muamelesi yapsın? Ne mecburiyeti, mahkumiyeti var? Yahut Müslümanlar insanları münafık yapmak için mi varlar bu dünyada?..

Cuma günü, cuma toplantısı/namazı için çağrıldığında mescide gelmeyen, devlet başkanının hutbesini dinlemek istemeyen, Müslümanlarla kaynaşmak ve dayanışmak istemeyen, olup bitenler karşısında birlikte ne yapacaklarını duymak istemeyen biri,

“Ben sizden değilim, çağrınıza da uymuyorum, kararlarınıza da katılmıyorum” diyorsa;

O öyle yapıyorsa, doğal olarak Müslümanlar da ona, Müslüman
muamelesi yapmaz. Niye yapsın ki? O’nu Müslüman olarak tanımaz? Niye tanısın ki? Akıllarından zor mu var?

Hadisteki tehditte bu bağlamda anlamlı..

Bu dünyada herkes uyanık, hesabını kitabını iyi yapıyor, menfaatinin nerde ve kimlerle olduğunu gözetiyor da, bi tek Müslümanlar mı “aptal?” Elbette değil..

Bağlamı değiştirelim: İslam milletinin oluşmadığı, devletinin gerçekleşmediği; İslam hukukunun carileşmediği, Müslümanların sözünün geçmediği bir belde de cuma toplantısı ve namaz çağrısını, üç kez mazeretsizliği ve tehditleri doğru anlamak icap etmez mi?

İnsanlarla, inanç, tavır ve tarz olarak eşit olmayı, çok tanrılı bir toplumsal hayatta her dine hak din olma hakkı vermeyi normalleştirmiş bir yerde, değişik vesilelerle cuma toplantısını/namazını gündem edip konuşmak yahut istimal etmek de ne?

Dolayısıyla üç kez mazeretsiz cuma çağrısını terk edenlerle alakalı tehditleri, bağlamıyla birlikte doğru kavramak icap eder.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir