Milliyetçiler Olmadan Milliyetçilik Olmaz

Milliyetçiler Olmadan Milliyetçilik Olmaz

1: Tıpkı, sosyalistler olmadan sosyalizm, laikçiler olmadan laisizm, liberaller olmadan liberalizm, kapitalistler olmadan kapitalizmin olmayacağı gibi.

Neden?

Bunların tümü sonradan icattır; aydınlanma teorisi ve projesinin ürünüdür; dolayısıyla türedidir. Tarihsel olarak hiç biri başından var değildi; dolayısıyla tarihleri de yoktu. Tarihsel kökleri ve referansları olmadığı için imgeleri, simgeleri, kutsalları, kahramanları da yoktu.

Her biri belirli bir tarihsel dönemde, belirli bir sosyal şartlarda gerçekleştikleri için, kendilerini var kılan koşulların ürünüdürler.

Milliyetçi, sosyalist, laisist, liberal, kapitalist dediğimiz bilinci ‘anlamlandıran ve belirleyen’ şey, yahut onların ‘sosyal varlığı’, içinde yaşadıkları tarihsel ve toplumsal dönemin koşullarıdır.

Şu halde koşullar değiştiğinde bunlar da değişecektir; nitekim ileri sanayileşme döneminde çoğu söylemlerini değiştirmiş, ideologları eliyle kendilerini yeniden üretenler ancak yoluna devam edebilmiştir.

Dijital toplumsal koşullara geçiş sürecinin işaretlerinin somutlaşmaya başladığı günümüzde bunların tümünün değişeceğini, koşullar tamamlandığındaysa tarih olacaklarını söylemek gerekir.

2: Aydınlanma çağı akıl ve bilgi temelli bir ‘doğru’ anlayışını hakikat saymış; toplumsal değişim ve dönüşüm gerçekliği ‘modern bilinci’ oluşturmuştu.

Bu bilinç, modern toplumsal ve sosyal bir hayat gerçekliğine dayalı bilinçti; değişimi esas aldığı için de şartlar değiştikçe değişecek ve dönüşecekti. Bu gerçeklik esas olarak endüstriyel toplum yapısı, kapitalist nitelikli serbest pazar ekonomisi, laik kentleşme, özgür girişimci birey temelliydi.

Bu sosyal gerçeklik içinden çıkacaktı milliyetçilik, liberalizm, sosyalizm, laisizm..

Bu iş burada özetlendiği gibi de kolay olmadı elbet çünkü bunlar, hem henüz kendi tarihlerini yazabilmiş değildi, hem de, Hıristiyanlar ‘tarih biziz, biz esasız, sizler sapmasınız, sizi biz belirleriz’ diyordu.

Bu kompleksi aşmaları yüz yıldan fazla sürdü, aştıklarındaysa meşruiyet kazanmak, insanları etkilemek için kendi tarihlerini yazdılar, tarihsel köklerini ve referanslarını icat ettiler; imgeleri, simgeleri, sembolleri ve kutsallarını ürettiler; peygamberlerini çıkartıp kutsal kitaplarını yazdılar.

Bu arada Hıristiyan teolojisini de yeniden yazdılar, ‘teslis’ inancını milliyetçilik, sosyalizm, liberalizm olarak yeniden ürettiler, nihayet kendi bireylerinin oluşumuyla toplumsal ve siyasal bir gerçekliğe dönüştüler.

Tarihsel dayanak, imge-simge-kutsal referans veya sembollerin tümü Hıristiyan teolojisinden, Yunan Felsefesinden ve Roma sekülerizminden adaptasyondu.

3: Bunların sosyo politik olarak gerçekleşmesini kapitalizm ve liderlik üzerinden şöyle misalleyelim:

Düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip, bu özelliklerini kullanmasını bilen bazı yetkin, cesur, egemen kişiler olmasaydı; bunların karşısında boyun eğdirilmiş, sözlerinden ve arzularından alıkonulmuş başkaları olmasaydı; endüstriyel toplum, uzmanlaşma ve iş bölümü denen yeni toplum olmayacaktı.

Bu durumda az çok zeki, becerikli, girişimci ve sömürücü kapitalistler olmaksızın kapitalist mantalite, kapitalizm denen olamayacaktı. Kapitalist kazanımları meşrulaştıran toplumsal imgeler, semboller, kutsalların inşası olmasaydı da, kapitalist bireyler olamayacaktı..

Bu gerçeklik tıpkı, baştan çıkarıcı ya da zorlayıcı biri olmadan liderlik denen şeyin olmayacağı gibi bir gerçekliktir..

Bu iki misali diğerlerine de uyarladığımızda, aynı şeyleri söylemek icap edecektir. Yani milliyetçiler olmadan milliyetçilik, sosyalistler olmadan sosyalizm, liberaller olmadan liberalizm olmayacak, bunlar kendi imge, simge ve kutsallarını oluşturmadan sosyal bir gerçekliğe dönüşmeyeceklerdi. Yahut birer felsefik tez olarak kalacaklardı.

4: O halde Müslümanlık nasıl bir şeydir, türedi mi esas mı?

Sorunun cevabı, ‘bilinçle’ ve ‘anlamlandırmayla’ irtibatlıdır. İnsan denenin, varlık olarak anlam ve sosyal olarak gerçekliğini, evrimleşme temelli tarihsel ve sosyal bir hayat gerçekliğine dayalı bir ‘bilinç ve anlamlandırmayla’ izah ediyorsak,

Her tarihsel dönemin kendine has sosyal hayat gerçekliğinin koşulları ‘kendi dindarını yeniden yaratır’ diyeceğiz çünkü din, bu gerçekliğin bir ürünü ve sonucu olarak kabul edilmiştir.. Bu durumda Müslümanlıkta türedidir, diğerleri gibidir.

Yok hakikati ilahi bildirimden ibaret olarak kabullenmiş, anlamı ve bilinci, bu hakikata dayanarak oluşturmuş, sosyal ve tarihsel gerçeklikliğin buna uygun olarak gerçekleşmesini düşünmüşsek, bu durumda Müslümanlık başından beri var olandır, esastır, tarihin kendisidir.

Dolayısıyla Müslümanlık herhangi bir tarihsel ve sosyal hayat gerçekliğinin ürünü ve sonucu olmayacak, bunların dışından ve üstünden belirlenmiş bir ‘anlam ve bilince’ sahip oluşu ifade edecektir.

5: İlahi hakikat, insanlıkla birlikte var oldu; başından beri kitaplı sözlü ve temsilli olarak bildirildi; bozulmuş kitapların, karışmış uygulamaların içlerinde sahih olan her ne kaldıysa tümünü kendisinde tasdik edilmiş/tekrarlanmış ve eksikleri tamanlanmış halde son kitapla, onun sosyal gerçeklik olarak uygulaması/sünnet ile tescillendi.

Bu hakikate teslimiyet, anlam ve bilinçlenme olarak, her tarihsel ve sosyal hayat gerçekliğinde kendini yeniden ihya eden, başından beri benzer olanı sürdürendir.

Bu bilince göre tarih, Adem’le başlar, arada geçen tarihsel dönemler ve sosyal hayatlar içinde gerçekleşir, nesiller gelir kendi sosyal gerçekliğinde imtihanlarını verir ve geri dönerler, kıyametle de biter.

Müslümanlık, doğal olarak kurtarıcısı da olmayan bir bilinçtir; bu bilinç, her tarihsel ve toplumsal hayat sürecinde kendi sosyal varlığını gerçekleştireceği için,

Bilincini ilahi mesaja dayayanlar, kendi tarihsel ve sosyal hayat gerçekliğinde kendi lehine kurtuluş yolunu bulacak; bilincini kendi tarihsel ve sosyal hayat gerçekliğine dayayanlarsa türedileşip kaybedeceklerdir.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir