Sisi’ler Huday-i Nabit Mi

Sisi’ler Huday-i Nabit Mi

1: Modern ideolojik coğrafi tanımlara göre Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkaslar, Uzak ve Yakın Doğu, Orta Doğu, Afrika..

17. yüzyıldan başlayarak 20.yüzyıl başına kadar geçen zamanda sırasıyla Portekiz, İspanyol, Hollanda, Fransa, İtalya ve Britanya’nın işgal edip sömürgeleştirdikleri; geleneksel dil-kültür-milliyet-tarih-eğitim-iktisat-devlet anlayışlarının Batılılaştırıldığı; 1. Ve 2. savaş sonrası başlarına birer askeri diktatör yahut kurtarıcı kahraman dikip uluslaştırılarak ‘bağımsızlaştırılan’ ülke ve toplumların coğrafyasıdır.

Amerika, kapitalist dünya düzeninin liderliğini eline geçirdiği 2. Savaş sonrasında siyasi iktisadi liderliği eskilerden devralmış, sömürge yöntemini de yenileyerek işbirlikçileri eliyle sistemi sürdürüyor.

2: Bu toplumların ülkelerin kaderleri birbirine çok benzer; yoksulluk, yoksunluk, sefalet, baskı, haksızlık, cehalet, köleleştirilmiş büyük çoğunluğa düşer,

soygun, vurgun, yolsuzluk, zorbalık, haksızlık, katillik, abad edilmiş küçük bir azınlığa hastır.

Somutlaşsın diyedir, buralarda yönetim oligarşik bir sınıfa aittir, nüfusun %1’i milyar dolarlara gark olurken geri kalan büyük çoğunluk karnını doyuracak işlere mahkum edilmiştir.

Misal, Mısır’ın bi önceki diktatörü ‘Mübarek’ adam ‘Hüsnü’nün aile serveti 70 milyar dolar. 80 milyonluk Mısır ülkesi halkının çoğunun toplam serveti bu kadar yoktur.

Türkiye örneğine bakılırsa, 1 milyon TL ve üzeri nakit servete sahip olanların sayısı kabaca 300 bin kişi, 1 milyar dolar ve üzerindekiler 40 kişi. Nüfusun %60’nın toplam serveti bunlara yaklaşabiliyor.

Böylesi bir gelir dağılımı servet birikimi farkı Çinde Rusya’da Hintte Kore’de olduğu gibi Amerika ve Avrupa’da da görülür.

Bu denli çarpık servet ve gelir dağılımı normal de, doğal da değildir; ekonomik şartların ve siyasal sistemin sonucudur.

3: Bu işler niye böyledir, istikrarı nasıl sağlanır, üç yüz yıldır neden değiştirilemiyor? Birçok sebep sayılabilir ama vurucu olanı için 1800’lerin sonuna doğru Avrupa’yı ve Mısır’ı işgal eden Napolyon’a kulak verelim:

“Ben cumhuriyetçi bir ateistim, dine de inanmam. Fakat,

Her ülkede şöyle bir gerçek var; milli gelirin çoğunu kendi arasında paylaşan (gasp.HA) azınlık bir zümre var, bunlar semizlenirken, bunların karşısında milli gelirin azını alıp açlıktan dili dışarda soluyan öfkeli bir çoğunluk vardır. Bunlar arasında çatışma kaçınılmazdır.

Çoğunluğa ‘kardeşlerim, bu, Tanrının yeryüzündeki adaletidir, size bu dünyada vermediyse ahirette verecektir, sabredin’ diyerek telkin yapacak ve çatışmayı engelleyecek bi şey lazımdır, o şey dindir, o sebeple bir DİN gereklidir..

Bu sebeple bana Fransa’da ve Avrupa’da Katolik, Mısır’da Müslüman derler, varsın desinler..”

Napolyon’un dikkat çektiği hususa Amerikan çağında sağcılığı, militarizmi, devletçiliği, ulusçuluğu eklemeli..

4: Trump’un ‘benim favori diktatörüm’ dediği asker kökenli Sisi yahut sivil kökenli Sisi’ler bu coğrafyada elbette hüday-i nabit değildir; tarihsel toplumsal şartların, kapitalist dünya düzeninin doğal sonuçlarıdır dolayısıyla kader de olamaz.

Bu şartları oluşturan, bu düzeni kuranlarda var olan irade, elbette bu şartlardan ve düzenden şikayetçi olanlarda da vardır.

Çarpık düzeni, vurgun soygun ve baskıcı şartları hükümran eden iradeye karşı olması gereken irade, niye ortaya çıkmaz?

Demokrasilerde çıkıyor çıkmasına da işler düzelmek yerine eskinin yeniden üretimi ile sonuçlanan değişim ortaya çıkıyor. Çünkü değişim ve dönüşüm isteyen irade, eskisinden kopuşu sağlayıp başka bir siyasal dönüşüm istemiyor, mevcudun içinde iktidar olmak istiyor.

Böyle olduğu için de eski düzenin yeniden üretimi, önceki şartların yenilenerek devamı sağlanıyor. Arada olansa iktidarın el değiştirmesi oluyor. Sıklıkla rastladığımız değişim dönüşüm de budur.

Bu sebeple Mısır’ın ‘Mübarek’ adamı ‘Hüsnü’yü’ deviren halk onun yerine Sisi’yi getirerek neyi değiştirdi ki şimdi yeniden sokaklara çıkanlar Sisi’yi devirip, başka bir Sisi daha getirse neyi değiştirecektir.

Haklarını yemeyelim bahsettiğimiz iradeyi son iki üç yüzyılda sosyalistler gösterdi bu dünyada fakat, onlar emperyalizmin kızılını ürettikleri için pek bir şey değişmedi.

5: Umutsuzluk söz konusu olamaz. İnsan söz konusuysa tarihe girecek, toplumu değiştirecek irade de söz konusudur. O halde bahsettiğimiz o siyasal değişim ve sosyal dönüşümü şart kılan iradeyi kim gösterecek? Yani toplumsal örgütlenme biçimi ve daha iyi/adil siyasi düzeni kim yeniden kuracak?

Gerek aydınlanma dönemi ideolojileri gerek
modern çağın paganist dinlerinin tümü, kendisi olarak değişip dönüştü, özleri dönüştü, dolayısıyla bunlar referans olma niteliğini esastan yitirdiler.

Ayrıca söylenmeli ki insanlık son dört yüzyıldır hem bunlardan çıkanın ne olduğunu gördü ve tecrübe etti, hem de artık bunlardan farklı ve başka bir şey çıkmayacağını anladı..

Müslümanların da bu arada değişip dönüştüklerini söylemek icap eder fakat İslam, evet İslam, kendisi olarak bozulmayan, özü ve bu özün tayin ettiği şekil orada duruyor. Yani referans hususunda bi sorun yok.

Şu halde insanlığın bu referansa yeniden dönme imkan ve gücü elinde, çıkarsa o irade, burdan çıkacaktır..

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir