Kavmiyetçilik

Kavmiyetçilik

Hep oldu, tarihsel ve sosyal her şartta kendini yenileyip yeni kalıplarda yenilendi. Modern çağda üstün milletçilik, çıkar grubu, ideolojik, bölgecilik, sınıfsal ve partici kimliğiyle kendini yeniden üretmeyi bildi.

Klasik dönemde kan ve soy bağı, şefine ve ata kültüne bağlılıkla anlam kazanan kavmiyetçiliğin varlık gerekçesi ve kavmiyetçinin bilinçlenmesi, kendini, ötekine göre tanımlayarak kimlik kazanması ve tavır almasıyla gerçekleşir.

Zihniyeti, dili, siyaseti, hukuku ve ahlakı kavmiyetinin kültürel sınırlarıyla sınırlı, toplumsal birlik ve bütünlüğü şefine tapıcılık ve atalarının izini takiple kaim olur; dünyası kavmi kadardır.

Kavmi için var olan kendini kavmime adar, şeref ve izzetini kavminden alır, kavmi için yaşar, kavmi için savaşır ve kavmi için ölür..

Kavim sınırlarını aşan, kavimlerüstü zihin kurup bilgi ve değerler sunan, takva üzerine şerefli bir kimlik ve yaşam teklif eden peygamberlerin en büyük düşmanları, en başta kavmiyetçiler ve kavim liderleri oldu.

Peygamberlerin yolunu ve izini takip etmeyenlerin kavimlerüstü ne siyaset, ne hukuk, ne kültür, ne de ahlak üretmeleri mümkün olmaz çünkü, dünya görüşleri, zihniyetleri, bilgileri ve dilleri buna imkan vermez..

20. Yüzyılda “sovyet toplum” modeliyle Sosyalizm, ideolojik olarak kavimlerüstü bir dünya kurmak istediyse de ulusçuluk çıkmazıyla baş edemeyip başarısız kaldı, solcu nitelikli bir kavim üretti..

Liberalizmin; birey temelli modern laik toplum modeli, serbest pazar ekonomisi ve demokratik siyasetiyle kavimlerüstü ideolojik bir dünya kurduğu söylenmelidir..

Kavmiyetçilerin ve ideolojilerin bir dini olmadığını sanmayalım; çok ilahlı inançlarıyla yaşadığı parçalı hayatı bütünleştirip meşrulaştıran putperestliktir dinleri.

Kur’an’ın “Kureyş” suresinde anlattığı Hz Muhammed’in putperest kavmi buna güzel bir misaldir.

Onlar Allah’a inanıyordu; namaz kılıyor, hac ediyor, kurban kesiyor, yoksul doyuruyor, eman veriyor, erdeme önem veriyor, Hılfu’l Fudul’da kuruyordu. Buna rağmen Kur’an onları müşrik olarak niteledi.

Onlar, İbrahim Peygambere dayandırdıkları ama içini şirk unsurlarıyla doldurdukları bir dine sahiplikle övünür, atalarından devraldıkları siyasi, hukuki, iktisadi gelenek ve ahlak ile hayatlarını meşrulaştırırlardı.

İslam ortaya çıktığında diğer kavimler gibi bunlar da tarihe karışacaktı. Çoklarının, Kureyş asabiyesinin dört halife sonrası yeniden ortaya çıktığını söylemesi, aslında işin başka şekle dönüşmesini görememelerindendir yoksa kavim niteliğiyle kalanların bırakın devlet kurmasını, imparatorluğun yenından bile geçemezdi.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir