Milliyetçiliğe/Ulusçuluğa Dair

Milliyetçiliğe/Ulusçuluğa Dair

1: Çağdaşı liberalizm; küresel serbest pazar ekonomisi; evrensel insan hakları; ifade özgürlüğü; demokratik devlet ve serbest seçim hakkı gibi modern ilkelerin etkinliği ve yaygınlığı nedeniyle kendi ideolojik tarihlerinde uzun erimli mutlu olamayan ulusçular, dünyanın aldığı karmaşık son şekille mutlu olabilecekleri yeni bir fırsatı daha bulmuş olmalılar!

En temelde Hıristiyan ve Müslüman ümmetçilik; ardından evrensel insan hakları ve siyasi temelde emperyalist yayılmacılık nedeniyle kendi ulusunu yaratmak için acı çeken ulus bilinci, modern çağın acı çeken çileci diğer bilinçlerindendi.

Karşıtı gibi görünse de, ulusçuluk, vahşi kapitalizme ve emperyal yayılmacılığa karşı ortaya çıkan Natıonal Sosyalist felsefenin etkinleştiği dönemler elde ettiği imkanlarla kendi var oluşunu temellendirecek imkanları buldu; sembollerini, sanatını, müziğini, şiirini, tarihini, volk’unu/milletini, dilini, toprağını, siyasetini üretip etkinleştirebildi.

Faşist Nietsche’nin son şeklini verip temsil ettiği etnik temelli ‘üstün Nation/ulus’ teorisi, türleri arasında zihinsel ve biyolojik özel popülasyon aşkı, modern çağda nadir ülkeler ve kısa süreler dışında etkin olamadı, tekli iktidar imkanı bulamadı.

Bu sebeple son yıllarda yeniden yeşermesine imkan sağlayan siyasi ve iktisadi dünya şartları nedeniyle ulusçuların yeniden mutlu olacakları bir zamanı yakaladıklarını gözlemek, söylemek şaşırtıcı olmaz.

2: Ulus kavramı, gerçekte var olmayan, insanlık tarihinde bir geçmişi de bulunmayan ama kendisini doğuracak şartlarla kayıtlı olmak üzere bir kültür olarak icat edilen ideolojidir. Bu sebeple ileri sanayileşme döneminde etnisiteden çok bir kültürel var oluş, bir anayasa temelli ulus devlet yurttaşlığı olarak şekillenerek gelişti.

Ulusçuluk, erken sanayileşme aşamasında, sanayileşmeye başlayan toplumsal şartlara has bir ideoloji olarak doğdu. Ulus devlet, ulusal sınır, ulusal pazar şartlarının koşulu olarak ortaya çıktı; toprağını, dilini, tarihini, sembollerini sonradan icat ederek kendi ulusunu yarattı. Bunu da devletini kurduğunda tekelleştirdiği eğitim sistemi sayesinde sağladı.

3: Ulusçuluk ideolojisi; gerçekte bir ulus kavramı olduğu için değil; insanlık tarihinde kökleri olan, geçmişte uluslar olduğu için yenilenen bir gerçeklik olduğu için de değil; sanayileşme dönemine has, sanayi toplumu biçimine uygun şartların gereği icat bir ideolojidir. Dolayısıyla ulusçular olduğu zaman var olan, varlığını ulusçulara borçlu olan bir ideolojidir. Dahası devletle ulusçuluğun çakıştığı/buluştuğu yerde gerçekleşen bir ilkedir.

Ulusçuluk, devleti yönetenlerle yönetilenlerin aynı etnik yapıda olmasını ister. ‘Yabancı’ olarak nitelediği, ‘öteki’ olarak kimliklendirdiği etnik unsurları ya dışlar bünyeden atar, ya da asimile eder. Bu olduğunda ulusçular mutlu olurken yönetenleri farklı ulustan olduğunda acı çeker. İki halde de taraflar için acı kaçınılmazdır.

Ulusçuluğun acısının temeli, sanayileşmeye koşut olarak şekillenen uluslaşma döneminin başlangıcında, tanımlanmış ulusçu ilkeye aykırı düşen Avrupa’daki etnik olarak ‘yabancı kökenli’ yönetici hanedanlara, Osmanlının döneminde Türk sayılmayan hanedan üyelerine durulan tepkiye dayanması doğaldı.

Kendi yurdunda siyasi olarak egemen olduğunu düşündüğünde yahut devletle ulusçuluğun çakıştığında mutlu olan ulusçuluk, sınırları dışında kalan soydaşı ‘diaspora’ için yeniden üzülmeye başlar. Ulusçuluk tersinden de düzünden de acı ile yoğrulan çileci bir ideoloji olur, çile ektirir.

Ulusçuların ikinci acısına misal olsun diye, ulusçuluğun ‘tek ulus tek devlet ülküsü’ nedeniyle İtalyan, Alman ve Araplar gibi ulus devletlerini kuranların etnik olarak bir çok parçasını dışarda (başka ulus devletler içinde, ‘diaspora’) bırakmış olmaları hatırlatılabilir.

Acıyı en çok çekenlerinse, bu ideolojiyi yaratan sanatçı, edebiyatçı, müzisyen, şair, romancı ve bunlara sonradan katılan politikacılar ve ulusçu elitlerin olduğu söylenmelidir.

4: Ulusçuluk ilkesi, doğası gereği devletçidir; niteliğinden çok kendisine ait olan devlet önemlidir. Ulusçuluk siyasi birim olarak kendi devletiyle çakıştığında/buluştuğunda, kendinden yöneticileri iktidar olacağı için amacına ulaşır. Dolayısıyla devleti olmayan ulusçuluk ideolojisi pek yaşayamıyor. Diasporanın sorunu da burada yatıyor.

Ulusçuluğun, devlet ilkesine kıyasla toprak unsurunun ikinci derecede önemli olduğu söylenmelidir. Misal olsun diyedir, ulus devletler çağında toprağı olmadığı halde devlet kuranlara göçmen kökenlilerin Amerikası, Çekya, Bohemya, İsrail, Belçika gibi örnekler verilebilir.

Dil unsuru da ulusçuluğun ikinci derecede ilkesidir; devletini kuran ulusçu iktidar ve ulus kültürü, dilini sonradan icat edebiliyor. Kaldı ki ulusçuluk öncesi dönemde aynı yerde yaşadıkları yahut komşu oldukları halde yeni ulustan sayılanlar farklı diller ve lehçeler konuşuyorlardı.

Şu halde hatırlanmalı ki ulusçuluk ilkesinde devlet önemlidir, belirleyicidir; bu sebeple daha az veya küçültülmüş iktidarıyla devlet, tehlikelidir, tehdit altındadır.

Tehlike; ulus-üstü Hıristiyan yahut İslam temelli ümmetçilik ilkesine dayalı toplumsal tehditten yahut; liberalizm-evrensellik-serbest pazar ekonomisi dolayısıyla egemenliği daraltıcı siyasi tehditten kaynaklıdır. Bu sebepledir ki ulusçulukta daha çok devlet, her şeye egemen devlet iyidir, gereklidir.

Daha çok devlet aslında ve aynı zamanda ulusçular için daha çok iktidar demektir. Çünkü üniter ve merkezi ulus devlet iktidarında ulusçuluk ve devlet çakışır, birleşip bütünleşir; ‘yabancı’ unsurların iktidarı söz konusu olmaz.

Buraya misal olsun diyedir; devletin kurumsal iktidarını temsil eden parlamentoda, bürokraside, eğitimde, askeriyede, emniyette, hukuk sisteminde olduğu kadar ticari ve mesleki alanlarda ulusçuluk iktidar olur; ulusçular bu alanlarda iş bulma, yükselme, yönetme ve geçerli kültürel iletişim imkanı elde ederler. Bu kültür ortamında rahat nefes alırlar.

Bu imtiyazlarını, ‘yabancı’, ‘ötekisi’ saydıklarını göstererek savunur, varlıklarına tehdit olarak gösterip kullanırlar.

5: Natıon kavramı İslam temelli Türkçe lisanda tam olarak karşılığı bulunmadığı için ‘hars-medeniyet-ülkü-turancılık..’ gibi kavramlarla tercüme edildiyse de, Latin harflerinden müteşekkil Türkçe lisanda ‘sağcı karekteriyle’ milliyetçilik; ‘solcu karekteriyle’ ulusalcılık terimleriyle ideolojikleştirildi. İlkinde ‘millileştirilmiş dini’ kimliğinin bir unsuru yapan etnisiteye; ikincisinde ‘aydınlanmacı değerleri’ kimliğinin bir unsuru yapan kültüre gönderme yapılır.

İki türüyle de Türkiye’de milliyetçilik; İslami anlayışla bağlantılı kültürel sosyal geleneklerin sürmesi; modernleştirici usulle sürdürülen laik eğitim sistemi nedeniyle oluşmuş liberal, kapitalist, siyasi ve ticari münasebetlerin doğurduğu kültürel geleneğin tutması; nedeniyle çok etkin olmadı, geçici dönemler dışında devletle örtüşecek ideolojik birliği ve bütünlüğü tam olarak sağlayamadı. Halk nezdinde destek bulacak çoğunluğa da ulaşamadı.

Ta ki, yukardaki iki kültürel geleneğin temsili sebebiyle seçmen çoğunluğu nezdinde popülaritesi olan Erdoğan’ın başkanlık yönetimine düşkünlüğü ve milliyetçilerden aldığı destekle geçilen yeni devlet rejimine kadar. Ve dünya düzeninin yeni bir aşamaya geçtiği konjoktürde oluşan karmaşanın ulusçuluğa imkan sağlamasına kadar.

Bu şartlarda ulusçuların mutlu olması kadar doğal ne olabilir ki!

Bu sayede, Türkiye özelinde denebilir ki sağcı milliyetçiler siyasette ağırlık merkezi olarak gözükse de diğeriyle birlikte bürokratik yapıda iktidardalar. Siyasi politikaları ve genelde kullandığı dili nedeniyle seçmen kitlesi farklı ve çoğunlukta olan Erdoğan’ı bu hatta tutmak, milliyetçiliğin başarı hanesine kaydedilebilir.

6: Sanayi toplumunun günümüzde geldiği evrensellik aşamasında düştüğü yapısal meşruiyet krizi; ‘mülteciler-yabancılar’ olarak kodlanan ‘ulus dışı’ unsurların görünür sosyo iktisadi kriziyle birleşince;

Erken sanayileşme dönemi ulusçu ilkesinin ‘tek devlet tek ulus’ şiarına dayalı ‘yerli-milli’ ön kabulünün karşıtına vereceği tepki kaçınılmaz olacaktı. Tepkinin yerel düzeyde elde edeceği geçici başarı hikayesinin doğuracağı acılar, insanlık namına hayırhah neticeler getirmeyecektir ama bunun küresel kriz şartlarının yeniden düzenlendiği şartlara kadar sürmesi beklenir.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir