Einstein Ve Düşünce

Einstein Ve Düşünce

1: Kulaklara küpe olacak bir büyük laf etmiş Einstein; “Herhangi bir sorun, onu yaratan düşünceye bağlı kalarak çözülmez.”

Sorun sandığımız şeyler aslında, sorun olmadığı halde zihnimizde onları sorun yaptığımız için sorun oluyor; sorunlar, onları üreten düşüncenin kendisinden bağımsız değiller çünkü. Esaslı çözüm yada sorunların gerçekten halli, zihniyeti, düşünceyi, bakış açısını değiştirmekten geçiyor.

Şu halde sorunlar, sorunları yaratan düşünceden hareketle çözmeye kalktığımızda çözülmeyecek, çözdüğümüzü sansakta yeni sorunlarla baş başa kalacağız. Çünkü asıl sorun, sorunları yaratan düşücenin, düşünüş biçiminin kendisidir.. Bunu kavradıksa onu aşabilir başka bir düşünüş biçimine geçebilirsek köklü çözümü bulacağız. Einstein’nin sözünden anladığım bu..

2: İçinde yaşadığımız modern hayat ve onun kültürü, belirli bir düşüncenin realitesidir; mevcut siyasal düzen, ekonomik model, sosyal hayat ve burada kurulan insani münasebetler o düşüncenin ürünü ve sonuçlarıdır.

Bu düşünceden kaynaklı sorunlar insani, ahlaki, değersizlik, anlamsızlık üretse de bilimsel teknolojik ilerleme, kalkınma, güçlenme, refah, bireysellik, özgürlük ve akılcılık olarak savunuluyor. Soygun, talan, katliam, azınlığın semirmesi çoğunluğun yoksullaşması, sefalet, doğanın yok edilmesi, çevrenin kirletilmesi, temiz su kaynaklarının zehirlenmesi gibi sorunlar ortaya çıkınca da şikayetler herkesin diline dolanıyor.

Şimdi, böyle bir hayat ve yaşam mevcut reel siyasetin, iktisadın, toplumsallığın, kültürün sonucuysa, bu durumu yaratan hakikat, modern düşünmenin, özgürleşmiş aklın ve bilimin hakikatidir. Dolayısıyla hakikatin tanımında ve kabulünde bir sorun vardır.

O halde, verili reel gerçekliği normal ve doğal sayarsak, bu realiteden hareketle, bu realiteyi ve hayatı esas alarak, bu hayata dayalı düşünmeye devam ederek, sorunlar çözülmez. Sorunları üreten düşünce göz ardı edilerek çözülemez. Çünkü asıl sorun bu hayatı kuran, bu düzeni sürdüren, bu realiteyi sürdürülebilir kılan dolayısıyla insanı özgürleştirip bireyselleştiren yahut toplumsallaştıran düşüncenin kendisidir.. Adını doğru koyalım şunun.

Bu gün insanlığın karşısına çıkan, belirli bir azınlığın dışında herkesin şikayetçi olduğu sorun yapılan sorunlar gerçekte; liberal, sosyalist, faşist, muhafazakar ideolojik düşünüşlerin sonuçları ve ürünleridir. Bu ideolojiler modern çağda peydahlamış düşünceler olup hepsi aynı paradigmanın/düşünüş biçiminin içinde farklı versiyonlardır.

Şu halde şikayetlenilen hiç bir sorun bunlara dayanarak, bunlardan hareketle çözülemeyecek. Çözüleceği sanılsa da gerçekte çözülmeyecek. Çünkü sorun yapılan şeyleri üreten düşüncelerin kendisi sorun sayılmıyor.

Esasa mesele ne o zaman? Düşünüş biçimini değiştirmek, başka bir düşünceye geçip meselelere oradan bakmak, bakabilmekle irtibatlıdır. Paradigma meselesi yani.

3: 400 yıllık geleneğe sahip rasyonel akıl kaynaklı bilimsel, tabu/dogma nitelikli düşünce ne demişti; bilginin kaynağı düşünce, dilin kaynağı düşünce, ahlakın ve değerin kaynağı düşünce.. Buraya kadar iyi.

Düşüncenin kaynağı ne o zaman? Dediler ki toplum, doğa, insan dahil doğadaki varlıklar, doğadaki düzen, doğa yasaları, bilimsel izaha dayalı tarihsel sosyal aşamalar, insanın ve toplumun evrimsel süreci.

Hayatın merkezine insanı/aklı/bilimi/kutsaldan bağımsız özgürlüğü koyan hatta bunları tanrılaştıran bu dogmatik düşünce ne buyurduydu:

Aydınlanma dönemine kadar insan; Tanrı’ya inandı, bilgiyi ondan aldı, ona güvendi, onun için çalıştı, onun için öldü, onu razı etti.

İnsan aydınlandıktan sonra ne oldu? Akıl kutsaldan özgürlüğünü aldı, iradesine sahip çıktı. Bilim geldi. Bilgiyi kendi üretti. Doğayla kurduğu ilişkiyi yeniledi. İnsanlar arası münasebetleri yeniledi. Doğruyu buldu. Hakikati keşfetti.

Bu süreçte Tanrı öldü. Yerine devlet geçti. Bu defa insan devlete inandı, ona güvendi, onun için çalıştı, onun için öldü, onu razı etti.

İnsan, daha sonra devletin baskısı altına girdi. Özgürlük alanlarını korumak için mücadeleye girişti. Haklarını yasal teminata kavuşturmaya baktı. Sosyal sözleşme yaptı. Haklarının bir kısmını devlete devretti. Uzlaştılar.

Süreçte sermaye çıktı ortaya. Realiteyi sermaye mi devlet mi gerçekleştirdi sorusu beyhude, paranın iki yüzü gibi bunlar. Burayı geçelim. Sermaye, bilimi ve teknolojiyi kullanarak güçlendi, hegemonya kurdu. Devletten tanrı rolünü aldı. Hayatı o kurdu. Bu defa da insan sermayeye/teknolojiye inandı. Ona güvendi. Onun için çalıştı. Onun için öldü. Onu razı etti.. Süreç devam ediyor.

Fakat bu aşamalarda düşünüş biçimi değişmedi; aynı. Liberali de, sosyalisti de, faşisti de, muhafazakarı da; dinlisi dinsizi de, ateisti deisti feministi de aynı paradigmanın içinden düşünüyor.

4: Bu bir kapan mı? Buradan çıkış yolu yok mu? Olmaz olur mu, elbet var. Her zaman vardı, şimdi de var. Tek şart, bu kapanı kuran düşünceyi değiştirmek, düşünüş biçimini, düşüncenin kaynağını yenilemek.

Bu gün insanların ezici çoğunluğu zihnen değişti, şeklen dönüştü, içerik olarak bozuldu. Çürüdü yani. Çünkü başka türlü düşünmeyi bilmiyor. Dolayısıyla bu kısmısı neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünecek eşiği çoktan aştı, sorunların altında cebelleşiyor.

Buna karşılık insanların çok azı yaratılışı, hayatı, varlığı, varlıklar arası münasebeti, değeri, anlamı, ahlakı, adaleti düşünecek durumdadır. İşte bu çok az kısmısı düşünceyi, düşüncenin kaynağını değiştirmeyi becerecek durumdadır. Bunu beceremezlerse kula, bilime, teknolojiye kulluğa devam!

5: Dindarlar mı? Onlar uydular kalabalığa, mevcut reel gerçekliği doğru saydılar, yaşanılan sosyal hayatı kabullendiler, burdan hareketle düşünerek hakikat arayışındalar. Yani düşüncelerinin değiştiğinin farkında değiller, dinlerini değiştirdiklerinin de!

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir