Alpaslan Kuytul Üzerinden Adalet

Alpaslan Kuytul Üzerinden Adalet

1: Ocak 2019, Furkan vakfının duyurusuna göre hapiste tutuklu bulunanlar tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilip evlerine dönmüşler. Alpaslan Kuytul’un kendisinin çıkışta Bolu’da, evine dönüşte Adana’da dostlarına yaptığı konuşma medyaya düştü zaten.

Eşi Semra hanım, aynı günün gecesinde misafir dolu eve gelen görevlilerin kötü muamele ederek onu alıp götürdüklerini, tekrar gözaltına aldıklarını yazdı.

2: Gerek Furkan vakfının olayın başlangıcında yaptığı bildirilerde, gerekse Kuytul’un değişik zamanlarda bizzat yaptığı açıklamalarda,

Tutuklama sebebinin hukuki değil siyasi olduğu yönündeydi. Bu ifadeyi fazlasıyla önemsiyorum. Fakat bunun anlaşıldığı üzerinde kuşkularım var. Şöyle ki:

3: Müslümanlar siyaset kuramı ve onun uygulaması olan devlet teşkilatlanması meselesi üzerinde fazla kafa yormuyorlar. Fransız devrimi sonrasında oluşan modern devlet tiplerinde Rousseau ile meşhur olmuş ‘hukukun bağımsız ve özerk olduğu’ ilkesi, sanılır ki hukukun ayrı bir iktidar olarak var olduğudur, bu söylendiği gibidir. Oysa gerçeklik farklıdır.

Söylemde devlet, yasama (iktidarı), yürütme (iktidarı) ve yargı (iktidarı) gibi üçlü, ayrı iktidarlardan oluşur, bunlar birbirinden bağımsız ve özerktirler. Bu durum tüm iktidarları “tek-elinde” tutan krallık, sultanlık gibi monarşilere karşılık yaygınlaşmıştı. Hobbes’in çok tutan “tanrı kral” anlatısını hatırlayınız.

Gerçekteyse yargı; yasama yetkisini elinde tutan, parlamentoda çoğunluk olduğu için yürütmeyi de tekeline alan iktidara/hükümete bağlıdır. Yani hükümetler/partiler aslında üçlü iktidarı ‘tek-elinde’ tutarlar. Bunu anlamak için çoğunluk ilkesine, iktidar yapısına, partiler yasasına göz atmak yeterlidir. Bu hal ortaçağdaki tanrı kralın yerine geçen, seçimli sistemi, modern çağda “kurumlaşmış”, “soyut”, “tanrı devlet” fikridir. Devletse, kurumları ve yöneticileriyle somutlaşır.

Şu halde yargı, hükümetlerin/iktidarların/partilerin çıkarttıkları yasaları uygulayan bürokratik birer mekanizmadır. Nerde kalır yargının bağımsızlığı yahut iktidarı o vakit? Kağıt üstünde mi?

4: Müslümanlar kendi tarihlerine de yabancılar. Modern sosyal hayat içinde yaşadıkları için bu hayat içinden düşünmeye yatkınlar. Modern değerlere, modern düşüncenin kurduğu sosyal hayata ve münasebetlere de alıştılar. Bu alışkanlık çağdaş/yaşanılan/gerçeklik durumunu veri sanmakla neticelendi.

İslam tarihinde M.950’lere kadar devletten/Halife’lerden bağımsız yapılanmış medreseler ve alimler, gerek siyasi gerekse toplumsal hayatla ilgili tüm düzenlemeyi, ki bu “teşri faaliyeti”dir, tekelinde tutuyorlardı. Devlet/iktidar bu işlere karışmaz, sadece bu esaslara bağlı kalarak düzenlemeler yapardı. O zamana kadar siyasette dinden bağımsız ayrı bir kategori değildi.

O tarihten sonra sultan/Halifeler devri başladı, siyaset dinden bağımsızlaştı, devlet dinden ayrı olarak teşkilatlandı, sembolik hale dönüşen Halifeler şeklen var oldu. Bu devrelerde devletler, şartlar öyle icap ettiği için kendilerini İslamla ifade etmek zorunda kalmışlardır.

Yeni şartlarda devlet işleri dinden bağımsız örfi hukuka göre yürütülürdü. Sultan, bu konuda özekti. Bun karşılık toplumsal işler, bağımsızlığını koruyan alimler ve medreseler sayesinde İslam fıkhına göre yürütüldü. Ne zaman ki medreseler devletin bünyesine dahil oldu, Nizam’ül Mülkten sonra, o vakit teşri faaliyeti bir darbe daha yedi, bu defa devletten bağımsız alimler işleri cemaat formunda yürüttüler..

İslam dininde siyaset, kendi başına dinden bağımsız bir kategori değildir. İslam fıkhına kelamına tabidir. Tersi, laiklik yahut sekülerliktir. Bu türlüsü Hıristiyanlara has tecrübedir..

Dolayısıyla herhangi bir çağda bir Müslüman zümre ortaya çıkıp, İslam namına faaliyette bulunursa, her ne yaparsa yapsın o işler hem siyasettir, hem fıkıhtır, hem kelamdır, hem de kitap sünnet temelli İslam usulüne uygun teşri faaliyetidir.

Bunların hiç biri diğerinden kopuk değildir. Söz konusu olan İslam ise hakikat budur, reel gerçeklikte bu hakikate uyumlu olmak zorundadır. Yoksa işin adını doğru koymak gibi bir meselemiz olur.

5: Buradan Alpaslan Kuytul’a dönersek, Furkan vakfının soruşturmaya uğraması, ileri gelenlerinden bazılarının tutuklanması vs “aslında” hukuki bir iş değildir. İşlemi, kolluk kuvvetleri ve hukuk mekanizmasının yürütmesi, bu işlerin görülmesinin bu mekanizmaya bırakılmasından dolayıdır.

İşin aslı hukuk felsefesiyle yani siyaset teorisi ve uygulamasıyla bağlantılıdır. Dolayısıyla Furkan Vakfının başına gelenleri kendilerinin, hukuksuzlukla, hukuka uymamakla itham etmesi doğru değildir.

Kendilerinin de başlarda ifade ettiği gibi başlarına gelenler aslında siyasidir, faaliyetleri yahut konuşmaları siyaseten uygun bulunmadığı için gelmiştir. Gerisi teferruattır.

Şu halde işin adını doğru koymak gerek; arkadaşlarımızın faaliyetleri nitelik olarak siyasidir, faaliyetlerini, yöntemlerini, amaç ve hedeflerini meşruiyet noktasında değerlendirebiliriz. Eksik fazla buluruz, bu ayrı mevzudur. Temel esaslara, sabitlere dayalı yaptıkları içtihatlarına uygunsa, meşrudur. Fakat bu onları diğer Müslümanların eleştirisinden müstağni kılmaz.

6: Her nerede, hangi şartlarda ve ne tür devlet yapılanması içinde olursa olsun siyasi faaliyetler, şayet nitelik ve meşruiyet noktasında devlet/iktidarlarla işi olmayan sivil toplum içinde değilse, baştan kimi maliyetler üstlenilmiş faaliyetlerdir. Öğretmenleri Peygamberler olanlar için fazla söze gerek yoktur kanaatindeyim..

Arkadaşlara, sevenlerine geçmiş olsun der, dua eder, sabır ve metanet tavsiye ederim.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir