Geçmiş Ola

Geçmiş Ola

1: Her ekonomik kriz aynı zamanda toplumsal sınıflar arasında kurnazca servet transferi de demektir.
Sınıf deyince liberal dünya düzeninde geçerli olan “emek-sermaye, beyaz-mavi yakalı, eğitimli-eğitimsiz, kentli-kasabalı’ kategorisi artık yok. Bunun yerine;
1980’lerde geçilen Neo-liberal dünya düzeni aşamasında geçerli, ‘milli gelirden pay alan gruplar’ kategorisi var. Bu kategori gelir düzeyine ve milli gelirden alınan paya göre ayrıştırılıyor. Eğitim seviyesi, üretici, yaratıcı, eleştirel olmak vs bu ayrışmanın temelini oluşturuyor.
2: Milli gelirden alınan pay deyince ”küresel vatandaş-yerel vatandaş” ayırımı kendiliğinden oluşur. Üst sınıftaysanız milliyetsiz, özgür, her ülkenin ‘bize de gel’ dediği el üstünde tutulan ‘yatırımcı’ türündensiniz demektir. İletişimin yaygınlaşması, internet vs derken dijital, elektronik finans transferiyle istediğiniz ülkede her daim kazançlı pozisyon peşindesinizdir.
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan orta alt sınıftaysanız şayet yerel, milli, sermayeye ve teknolojiye muhtaç dolayısıyla varlıklı üst sınıfa hizmet eder pozisyondasınız demektir. Tanımadığınız ve görmediğiniz birilerinin yörenize yatırım yapmasını bekler, kazanç sağladıktan sonra hiç bir sosyal sorumluluk üstlenmeden çekip gitmesine anlam veremezsiniz.
3: Türkiye’de 2017 yılı resmî istatistik sonuçlarına göre “en üstteki %1’lik kesim milli gelirin %17.5’unu, en üstteki %10’luk kesim %49’unu” alıyor.
2018 Eylül istatistiğine göre bankalarda 1 milyon TL ve üzerinde mevduatı olanların sayısı 175 bin kişi olmuş. Bunlar %10’un da kaymak tabakası sayılabilir.
Bu paylaşımda, bu grupların “parası” her atışta ‘tura’ gelir yani kazanır. “Faizse faiz, dövizse döviz, devlet borçlanma senediyse tahvil, borsaysa borsa” hep bunlara yarar…
Peki çoğunluğu oluşturan diğer kesimlerin durumu nedir? Aynı 2017 resmî istatistiğe göre en alttaki %50’lik büyük kesimin milli gelirden aldığı pay %16…
Bu kadar açık fark doğal da, normal de değildir. İnsani, ahlaki olması zaten söz konusu olamaz. Bu durumu, herkesin eşit haklarla sahip olduğu doğal kaynaklar, kamu-mali-hazineden kaynak dağılımı, iktidarlar eliyle kayırmacılık, partizanlık, piyasa krize girdiğinde yasal korumacılık vs sebepleriyle birlikte, sistematik olarak anlamak lazımdır.
Bu denli zalimane dağılım sadece bizde geçerli bir şey de değil ayrıca. Mevcut dünya düzeninin ve bu düzenin üyesi ülkemizin bile isteye tercihi; siyasi, iktisadi ve hukuki bir sistem meselesidir. Tercihin sonuçlarıdır… Gerçekçi olalım.
4: Ülkemizde 2018 reel ve gelecek 3 yılın resmî enflasyon oranları tahminine göre söylenmeli ki, milli gelirden alınan paylarda, üst sınıf lehine değişecek servet transferi olacak demektir bu çünkü:
Üstteki kesim servetini “faiz-döviz-tahvil” gibi finansal enstrümanlarla koruyacak, tasarruflarını yeniden değerlendirecek, varlıklarını katlayarak artıracaktır. Bunlar krizde de ‘para’ kazanacak yani. Kimsenin servetinde gözümüz yoktur, paraları var ‘kazanıyorlar.’
Alttaki büyük kesim ise tasarruf edemeyecek, olmayan tasarrufunu değerlendiremeyecektir. Çünkü, geliriyle ancak geçinebildiği için veya ittire kaktıra götürebildiği işleri bozulacak, yüksek faizli krediye erişimi kısıtlanacaktır. Dolayısıyla enflasyon kadar kazancı ve varlığı eriyecek, yükselen fiyatlar karşısında alım gücü düşecek, daha da yoksullaşacaktır. Elinde avucunda ne varsa o da gidecektir. Bunların kaybı diğerlerine kazanç olarak dönecektir.
Enflasyonist şartlarda fiyatlama yükselme lehine değişken olacağı ve pazar piyasa bozulacağı için devlet devreye girecek, büyük şirketleri ve bankaları kurtaracak, buna bahane olarak yatırım-istihdam-vergi-krediye erişim bahanesine sığınacak, kurtarmanın maliyetini kamu bütçesine açık olarak yansıtacak, oluşan açıkların faturası zamlarla, sabit gelirli ahalinin sırtına yüklenecektir.
Bu işler dışarda da içerde de hep böyle oldu, yine tekrarlanacak. Çünkü sistemde başka tür çözüm uygulanmıyor.
6: Dünya düzeni derken “kapitalist serbest pazar ekonomisinin (İktisat), liberal demokrasinin (siyaset), evrensel insan haklarının (hukuk), laikliğin (itikat)” adını koymak lazımdır. Bu düzenin adaleti budur… Yine gerçekçi olalım.
7: Şu halde söylenmeli ki kalabalıklar, “kadın haklarından, çocuk, çevre, başörtüsü, aile kurumu, hayvan vs haklarından” bahsedebilir coşkuyla! “Osmanlıcılık-Cumhuriyetçilik, Atatürkçülük-Dindarlık” çatışması sürdürebilir heyecanla!
Çoğunluk bu işlerle meşgulken yahut meşgul edilirken azınlık üst sınıf, gelişmelere aşılı olduğu için aldırmayacak, akademisi medyası, siyasetçisi sanatçısı, ruhbanı sporcusu hep birlikte olan biteni ikna çabasına girişecek. Tartışma, niye bu duruma düştük yahut düşürüldük noktasına hiç gelmeyecek. Getirilmeyecek. Siz bu kadar kolay parayı nasıl kazanıyorsunuz diye sorulmayacak. Sorulamayacak.
8: Şayet bu neo-liberal dünya düzeni bir krize girerse yahut tıkanırsa, ki gelecek bir kaç yılda (bir) öngörü bu yöndedir, yerine gelecek olanı söyleyelim; faşizm. Daha da beteri. Tarihsel tecrübeler gösterdiki demokrasiler faşizan şartları bağrında besliyor.
Bu defa sosyal sınıflaşma servet dağılımına göre değil milliyetçi, mezhepçi olup olmama durumuna göre oluşacak. Yani “bizden” olmayana “hayat hakkı” tanınmayacak. “Ötekiler” dünyanın yeni lanetlileri olacak. Bu düzende “bizi” tanımlama gücüne erişen hakim sınıf yırtar, ötekileştirilen “hain” sınıf hapı yutar!
9: Bu bağlamda bir şeyi daha eklemeli; dijital bir dünya düzenine geçiliyor, robotlarla işleyecek bir sosyal hayat kuruluyor. Yakın gelecekle alakalı olarak bir öngörü de budur.
Şayet bu olursa ki (güçlü bir ihtimal) olacak gibi gözüküyor, o vakit servet sahibi küresel üst sınıf yine yaşadı. Çünkü bu düzeni de bunlar kuruyor.
10: Nihayet; efendim Allah bu işlerin neresinde diye sorulursa biz de deriz ki, Allah bizim hangi işimizde, irademize bırakılmış hangi işimize onu karıştırıyoruz ki!

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir