8 Mart Kadın Hakları Dolayısıyla

8 Mart Kadın Hakları Dolayısıyla

1. Miladi takvime göre 8 Mart ‘kadın hakları’ günü olarak ilan edilmiş, bu vesileyle insanlar kadın hakkı meselesini yüceltiyor, bu hakkı korumanın gereğini çeşitli etkinliklerle kutluyorlar. Bu hak kimden ve neden ‘söke söke’, ‘mücadele edilerek’ alındıysa, hep birlikte ‘ona’ karşı galibiyetin tadını çıkartıyorlar!
Kadın hakları günü, tıpkı ‘Noel Günü-İnsan Hakları Günü-Emekçiler Günü-Sevgililer Günü-Anneler Günü-LGBTİ’ler Günü-Çevre Günü’ gibi günlerden bir gün. Her günün kendine has, günü geldiğinde kut-lanması ve kut-sanması gerekeni var, o günün karşıtı her ne veya kim ise öfkelerin muhatabı var. Bu sebeple günün anlam ve önemine dair konuşmalar, propagandalar ve etkinlikler yapılıyor, sonra geride bırakılıyor.
Bize de sorarsanız ‘Liberal Kapitalist Serbest Pazar Ekonomisi’ diye bir ‘ilah’ var, bir de ‘Planlamacı Sosyalist Ekonomi’ ilahı vardı, ikisi arasında süren rekabetten dolayı gün üstüne günler icat edildi durdu! İkincisi devreden çıkıp ilki tek kalınca, işine nasıl geliyorsa ona uygun olarak bol keseden gün dağıtmaya devam etti! İnsanlar da ‘aşılanmış bebekler’ gibi şerbetli oldukları için gün üstüne gün sayıklayıp duruyor, günü geldiğinde ilahlarına ibadetlerinde kusur etmiyorlar!
2.Bu cümleden olarak Türkiye’de son günlerde aktüel gündem olan ‘hayvan hakları’ ve ‘çocuk hakları’ yaygarası ve istismarı üzerinden ‘kadın hakları’ 2018 yılında daha bir coşkuyla kutlandı. Üstü kapalı olarak çocuk yaşta evlilik, çocuklara tecavüz ve çocuk pornosu başlığında gerçek ve sanal medyada kötü muameleler göklere çıkartıldı, tüm dikkatler buraya çekildi.
Gelin görün ki, her defasında ve her vesileyle olduğu gibi suçlanan muhatap yine ‘din’ oldu! Öyle ya, gelenek, örf ve adet tüm kötülüklerin anasıydı, ‘eski’ anlayış, ahlak ve davranışları düzenleyen din de dolayısıyla suçlular arasındaydı!
Bir kaç dindarın çocuk yaşta evliliği olumlaması gibi beyanı, modern ve çağdaş hayatın düzenlediği kent yaşamında ortak kullanım alanlarında mecbur kalınan münasebetlerin zinaya sebebiyet verdiği yolundaki görüşleriyle birlikte abartıldı, köpürtüldü ve dolaylı olarak din ‘tefe’ konup oynatıldı!
Aktüel gündem bu olunca aydını sanatçısı, politikacısı ilahiyatçısı yahut hak arayıcıcı meseleye dahil oldu, her kesim kendi lehine, kendi nam ve hesabına kendi pozisyonundan propagandaya katıldı. Anlaşılan verimli bir alandı, her kesim menfaat biçmeye çalıştı.
Herşey bir yana, kadın haklarını vesile eden seküler politikacıların aktüel gündem üzerine abanarak durduk yerde meseleyi doğrudan İslam’a getirip beğenmediği dindarların görüşlerini eleştirirken ‘İslam’ın yenilenmesi’ gibi kocaman bir laf etti, orada kalmayıp görüşünü güçlendirmek için bir ‘Mecelle’ kuralı olan “Ezma’nın Tegayyur’u ile Ahkam’ın Tegayyur’u” nu öne sürüp savunmasını yaptı.

3. Mecelle kaidesi, ‘zamanın değişmesiyle, ahkamın da değişmesi gerektiğini’ söylüyor. Mecelle, Osmanlının çöküşe ve dağılmaya başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısında yazılan bir ‘kanun’ kitabıdır. Müslümanların tarihinde ilk kez görülen yazılı bir ‘anayasa’ yahut ‘yasa’ kitabı olarak meşhur oldu. Dinle devletin ayrıştığı saltanat devirlerinde çıkartılan ‘kanun’ metinlerine benzer bir şeydi. Modernizmin etkisiyle toplumsal alanda uygulanması gereken ‘tekli’ bir yasa metni olarak yazılmıştı. Çöküşe ve dağılmaya çare olsun derken tam tersi oldu, dağılmanın ve yıkılışın ana sebepleri arasına girdi.
4. Mecellede kullanılan ‘Zaman’ kavramı, İslami hükümlerle yönetilen klasik yahut geleneksel tarihsel zamanın bittiğine, medeni ve çağdaş Avrupanın öncülük ettiği tarihsel modern ve yeni bir zamanın başladığına işaret ediyor. Yeni zaman, yeni şartlar doğurmuştu. Toplumsal-siyasal-idari-askeri-iktisadi-mesleki-medeni-estetik-mimari-yurttaşlık-eşitlik… gibi yeni şartlar ortaya çıkmıştı. Bu şartlar için yeni hükümler gerekirdi. Toplumsal ve siyasal hayatı buna göre yeniden düzenlemek icap ederdi.
Dolayısıyla eski hükümlerle yeni zamanın getirdiği şartlar karşılanamazdı. Dinden kopmak da mümkün olmadığına göre ne yapılmalıydı, eski dini ‘hükümler’ yeni şartlara göre yenilenmeli, değiştirilmeliydi. Türkçe ifadeyle ‘sen zamana uymazsan zaman seni kendine uydurur’ sözü tam da buydu.
‘Mecelledeki ‘zamana göre hükümleri değiştirmek’ kuralı aslında İslam’da ‘reform’ yapmak, tıpkı Avrupada olduğu gibi İslam’ı yeni şartlara ‘uydurmaktı.’ ‘Zamanın ruhu’ denen şey de buydu zaten.
Mecellenin çıkış tarihine, yazılış şartlarına ve kendisine duyulan ihtiyaca bakıldığında, fazla söze hacet yok aslında ama biz yine de diyeceğimizi diyelim.
5. Soru şudur: Söz konusu olan ‘ahkam’ yani şeri hükümler, yani Kur’an ve sünnet temelli haramlar ve helaller, insan iradesiyle müdahale edilmeyen ama inandığını söyleyenlerin teslim olması gereken hükümlerden hangileri yenilenecek yani değiştirilecektir? Ahkamdan murat neydi?
Gayet açıktır ki: Söz konusu olan hükümler, içtihadi görüşler değildir. Zamana ve şartlara göre değişkenlik gösteren, gayet doğal olması gereken, Kur’an ve sünnete dayalı olarak şartları ve zamanı yönetecek içtihadi kaide ve kurallar dizini değil, doğrudan şeri kurallardır. Çünkü zaman, dinin aslına yönelik hükümleri iptal eden şartları doğuran bir zamandır.
En kestirmeden söylenmeli ki, ‘dinde eksiklik var da’ bu zamane dindarı ikmal vazifesini mi yapıyor? ‘Dinde bir çelişki var da’ bu zamane dindarı o çelişkiyi mi gideriyor?
Mecelleden bu yana 150 yıldan fazla bir zaman geçti. Kimse lafı eveleyip gevelemesin, oraya buraya çekip kendini rahatlatmasın, biz değişmesi gereken ‘hükümlerin’ neler olduğunu çok açık biçimde gördük, yaşadık ve tecrübe etmeye devam ediyoruz. Söylediklerimizi misallersek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır:
İslam’da ‘faiz’ yasağı sistematik biçimde iptal edildi…  ‘Tesettür’ takvadan kopartıldı… ‘Yetim malı yemek’ helal oldu… ‘Ümmetin malı’ sayılan kamu malları ümmetin lehine kullanılmaktan çıkartıldı, özel sektöre devredildi… ‘Miras hukuku’, ‘nikâh’, ‘aile’, ‘komşuluk’, ‘mahremiyet’ gibi Müslümanca toplumsal hayatta örgütlenme ve düzenlemeler, modern sosyal hayat lehine değiştirildi ve terk edildi… ‘Dini müdafaa ve muhafaza etmesi’ ve ‘ümmetin varlığını koruması’ şartıyla teşkilatlanması gereken İslami devlet, modern devlet lehine ortadan kaldırıldı… ‘İslam şeri hukuk nizamına bağlı ve dayalı olması gereken devlet’, dinden bağımsız, kendi başına özerk ve otonom bir kategori oldu, kutsallaştı… ‘Aklı, dini ve nesli koruması gereken İslami siyaset’, birey, özgürlük, eşitlik, soyut ve evrensel insan haklarını korumak ve medenileşmek uğruna lağvedildi… ‘Varlık sebebi olarak dünya hayatını ahiret cennetine göre düzenlemesi gereken Müslümanca dünyevi bir sosyal hayat’, ilerleme, kalkınma, refah, özgürce yaşam uğruna dünyada cennet kurma amaç ve hedefiyle değiştirildi…
6. Bu hükümler, haramları ve helalleri belirleyen hükümlerdir, doğrudan nassın çizdiği toplumsal çerçevedir. Dolayısıyla buna göre kendi çağlarında, kendi sosyal hayatlarını düzenlemesi gereken Müslümanların uyması ve uygulaması gereken sınırlardır, hükümlerdir. Bu sebeple insanlar tarafından ihtiyaçlar karşılığı olarak içtihat edilmiş hükümler kapsamına girmez.
Mecelle kuralına kalırsak, vahiy zamana inmiştir! Muhatabı Müslümanlar değil, tarihsel zamanlardır. Tarihsel zamanların getirdikleri şartlardır. O halde zaman vahye değil, vahiy zamana uymalıdır! Başka bir deyişle yeni bir ilah peydahlanmış, adı da zaman olmuştur!
Tarihte, toplumsal ve siyasal örgütlenmesini inanç unsurlarına göre düzenleyen İslam milleti, zamanı ve şartları veri kabul etmeyen, zamana ve şartlara göre dinini değil,  zamanı ve şartları dinine göre düzenleyen ve yöneten milletler oldular.  Diğerleriyle bu sebeple ayrıştılar.
7. ‘Geri kalmışlık’ tanımı ve pozisyonu itibarıyla ‘dinle’ alakalı bir mesele değildir. Batılının dünya milletlerini coğrafik ve tarihsel olarak kendince tasnif ettiği, insanlarında inanması ve teslim olması için çokça propaganda ettiği ‘teknik ve iktisadi’ bir ayırımdır.
Söylenmeli ki tarihsel zaman diliminde Müslümanlar asla ‘geri’ kalmadılar. Dünya hayatı bir iman küfür çatışma alanıdır, şimdiki zamanda olduğu gibi bu çatışmada bazı zaman dilimlerinde mağlup oldular. Bunlar geçici şeylerdir. Allah, milletleri hak ettikleri duruma göre izzetli kılıyor yahut zillete düşürüyor. Hepsi budur.
Bu cümleden olarak bilimsel, teknolojik, sanayi, savunma, ticari, mali, idari, kentli hayat, kültür vs bakımından gerilik yahut geri kalmışlık söz konusu değildir. Bizim buna inanmamızı isteyenler, bizi batılıya hizmetli kılmak isteyenlerdir, batılı fikirleri içerde satarak, sırtlarını batıya dayayıp kendilerine statü sağlama peşinde olanlardır.
8. Son iki yüzyıldır İslami toplumsal örgütlenmeyi ve İslami siyaseti terk ederek batılı toplumsal hayatı taklit edip kendilerini yenileyenler, siyaseti de İslami şeri fıkıh nizamından kopartanlardır. Bu sebeple seküler zihni ve hayatı benimseyenler kendi işlerine baksınlar. Allah, dinin aziz edecek kullarını getirmeye muktedirdir.
Bu cümleden olarak çocuk hakları, kadın hakları, hayvan hakları, insan hakları, çevre hakları gibi meselesi olanlar, daha çok ‘hak’ peşinde koşacak olanlardır. Kendilerine lütfedilen kadarıyla idare etmesi gerekenlerdir. Dolayısıyla Müslümanların ahlak ve adalet anlayışı ve uygulayışında böylesi sorunları yoktur, olmaz da.
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir