Dünya Beşten Büyük Mü?

Dünya Beşten Büyük Mü?

1.Çağımızın uzun zamandır yaşanan gerçeği ve şimdilik alternatifsiz modeli olan ulus devletler kuruldukları zaman, uluslararası merkezler de kurulmuştu. Bu merkezler ulus devletlerin üstünde siyasi, hukuki ve askeri otorite olarak örgütlendiler. Uluslararası toplum, uluslararası hukuk dedikleri şey buydu. Dünün Cemiyet’i Akvam dedikleri ‘Milletler Cemiyeti’, bu günün ‘Birleşmiş Milletleri’ budur.
Ulus devletler, daha evvelden mülkü siyaseten prenslere, krallara, sultanlara, imparatorlara ve kiliselere ait sınırları belirsiz, üzerinde meskun çeşitli kavimlere, cemaatlere ve ümmetlere ait yerlerde, önce sınırlar çizerek, sonra komşu kavimler ve milletlerle çatışarak, daha sonra da tanımlanmış ulus kimliğinin dışında kalanları bir şekilde elimine ederek kuruldular.
Ulus devlet: Dil, tarih, vatan, kültür ortak nitelikleriyle tanımlanmış ulusa ait tapulanmış yerlerde siyaseti ve iktidarı o ulusun tekelinde olan uluslara aitti devletti ve bu “hak ve yetki”, uluslararası örgütlerle teminat altına alındı ve tescillendi. Toprak bütünlüğü, egemenlik hakkı ve bağımsızlık bu sayede tanındı. Ulus içinde başka bir ulus olma “hak ve yetkisi” yok sayıldı fakat uluslararası arenada devletleşmiş “ulusların eşitliği” prensibi kabul edildi.
Geçerken söylenmeli ki, bu tanıma mecburlardı çünkü hayatta ulus diye karşılığı olan bir gerçeklik yoktu, hayali, uydurulmuş bir tanımlamaydı. Ademin oğulları ve kızlarını “birey”, gerçekliği ve karşılığı olan ‘putperest milleti-Yahudi milleti-Hıristiyan milleti-Budist milleti-Müslüman milleti’ “ulus” yapmak zorundaydılar. Türkiye’de Kemalistlerin temsil ettiği ulusalcılar ve MHP’nin temsil ettiği (lisan itibarıyla) Türk Milleti, bu manada bir millet ve ulus gerçeği olduğu için değil, milliyetçi ve ulusalcılar olduğu için icat edilmiş ulus ve millet tanımlamasıydı…
Uluslararası hukuk ve uluslararası topluma göre ulus devletler küllü ‘laik’ olmak, küllü ‘kapitalist serbest Pazar ekonomisini’ desteklemek, küllü ‘demokratik siyasete’ geçmek  ve küllü “insan hakları evrensel beyannamesine” uymak zorundaydı. Ve bir şey daha, uluslararası örgütün alacağı her kararı kendi iç yasalarının üzerinde görecek, itaat edecekti. Ulus devletler çağının ‘raconları’ kabaca bunlardı.
2.Dünya uluslarına söylendiği gibi acaba uluslar gerçekte ‘eşit’ midir? Tabii ki hayır. Bu koca bir yalandır. Yalan, tam tersini söyleyerek gizlenmektedir. Amerika ile Meksika, Rusya ile Ukrayna, Almanya ile Bulgaristan, Çin ile Tayvan, Suudi Arabistan’la Yemen, Mısır ile Somali, Türkiye ile Ürdün, İsrail ile Filistin vs, bunlar elbette eşit uluslar değildir. Dolayısıyla bazı uluslar “daha eşittir.”
‘Eşitler arasında daha eşit olmak’, devletlerin ekonomik gücü, nüfus çokluğu, savunma kapasitesi ve coğrafik konumu ile alakalıdır. Uluslararası pozisyon ve hiyerarşik diziliş bu unsurların bir araya gelmesiyle ölçülür.
Peki, ulusların eşitliği denen şey bir yalansa ‘hukuk-adalet-güvenlik-dünya barışı’ denen cicili bicili söylemler ne ifade ediyor? Bunlar sürekli tekrarlanarak o büyük yalanı gizlemeye yarayan ‘küçük yalanları’ temsil ediyor. İdeolojik olarak dünya milletlerini mevcut statükoya ‘ikna’ etmeye yarıyor. Ki, herkesler mevcuda ‘rıza’ göstersinler de başka türlüsü düşünülemesin, başka tür bir düzen kurulamasın.
3.“İnsan hakları evrensel beyannamesi” denen bildiri, ulus bağından bağımsız olarak görünüşte “insanların eşitliği” prensibine vurgu yapar. Dünya insanları insan olmaları hasebiyle doğuştan sahip oldukları vazgeçilmez ve devredilemez eşit haklara ve güvenceye sahiptir denir. Uluslar arası hukukun dayanağı olarak propaganda edilir. Bu da koca bir yalandır.
Siz hiç Avrupalı ile Asyalının, Amerikalı ile Ortadoğulunun, kıtalar içinde aynı kıtaya dahil ülkelerin yurttaşlarının eşit olduğunu duydunuz gördünüz mü? Bırakın evrensel insan hakkı tanım ve tasnifini, her ulusun kendi içindeki yurttaşın eşit olduğu gibi bir statüye ve yaşam biçimine denk geldiniz mi? Yahut beyazla siyahın, varlıklı ile yoksulun, kentli ile köylünün, erkek ile kadının, sağlam ile sakatın eşit muamele gördüğüne şahitlik ettiniz mi?
Peki, insanların eşit olduğu denilen şey bir yalansa bu evrensel insan hakları beyannamesi ne ifade ediyor? Bu yalan BM güvenlik  konseyi beş daimi üyesinin ve bölgesel güçlerin dünya sistemine ayak direyen devletleri ve hükümetleri cezalandırmak için “meşru” gerekçe üretmeye yarıyor. Dünyadaki insanların, o devlet ve hükümetlerin “insan haklarını” ihlal ettiği suçlamasıyla cezalandırıldıkları yalanına ikna etme aracı olarak işe yarıyor.
4.Buradan dünyanın beşten büyük olup olmadığı meselesine geçersek: Hoş bir slogan. Bu söylem soğuk savaş döneminde Amerika’nın temsil ettiği Kapitalist dünya ile Rusya’nın temsil ettiği Sosyalist dünyaya ait olmayan, bu ittifakların dışında kalan Romanya-Mısır-Çin-Hindistan gibi ülkelerin başını çekip temsil ettikleri ‘üçüncü’ bir seçenek olarak ortaya çıkan ‘Bağlantısızlar’ devrini çağrıştırıyor.
Bağlantısızlar, dünyayı istedikleri gibi değiştirecek, istedikleri gibi bir düzen kuracak kadar yeter sayıda ülke ve nüfus çokluğuna, dünyanın beşte dördünü kapsayacak coğrafya büyüklüğüne sahip oldular, Birlemiş Milletler örgütünde istedikleri karar çıkartacak temsil hakkını elde ettiler.
İnsanlığın vicdanı, haksızlığın ve dayatmanın, sömürünün ve emperyalizmin alternatifi oldular. Büyük rağbette gördüler fakat, 20 yıl kadar sonra dağıldılar. Her birisi bir ve ikinci savaş sonrası kurulan dünya düzenine teslim oldu. Çünkü bunların her birisi henüz uluslaşma aşamasına geçememiş dolayısıyla içerde ulus yaratma, kalkınma, düzen kurma ve dünya düzeniyle uyum sağlama gibi sorunlarıyla meşgullerdi. Ayrıca bunların çoğu kendi aralarında sınır çatışmaları ve etnik ayrışma sebebiyle de kavgalıydılar.
Bunların modelleri İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, Amerika gibi olmaktı. Bunun içinse paraya, teknolojiye, silaha ve desteğe ihtiyaç duydular. Bu ihtiyaçlar ve şartlanmışlıksa onları kurdun önünde kuzu yaptı. Birleşmiş Milletler örgütünde “daimi beş üyenin” kurallarına teslim oldular, uluslararası hukuka ve topluma uyum sağlamak zorunda kaldılar.
5.BM güvenlik kurulu dünyada ulus devlet olarak tanınmış üyelerden müteşekkil uluslararası bir örgüttür. Aynı örgüttün güvenlik konseyi namıyla bilinen ama diğerlerinden “daha eşit” olan daimi beş üyesi vardır, şu anki dünyanın patronları bu beşli çetedir. Bunlar hiyerarşik dizilişle Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’dir. Bu beşli bir konuda karar aldığı zaman bütün ulus devletler kendi yasalarına ve çıkarlarına değil bu karara uymak zorundadır.
Dolayısıyla hemen bütün ülkeler güvenlik konseyinde karar alıcı yetkiye sahip beşlinin aldıkları karara uygun olarak benzer siyasi, ekonomik ve hukuki standartlara uyum sağlamışlardır, mevcut dünya düzenini ayakta tutuyorlar. Dolayısıyla genel kurul üyeleri de hisseleri nispetinde ‘suç ortaklarıdır.’
Dünya ‘beşten’ büyük müdür? Şu anki gerçekler hayır diyor. O zaman bu ne manaya gelir? Kapitalist dünya düzeni 20 yıldan fazladır yeni bir aşamaya geçmek üzeredir. Taşlar henüz yerine oturmamıştır. Dolayısıyla beş daimi üye arasında ama sadece detaylarda geçici ihtilaflardan doğan bir uyumsuzluk söz konusudur. Bu boşlukta farklı söylemler gündeme gelebilir ama siyaseten bir gerçekliğe tekabül etmez. Neden?
Mevcut dünya düzenine aykırı, düzeni sorgulayan ve yeni bir düzen peşinde olan herhangi bir çıkış yoktur. Beşli çete arasında böylesi bir çatlakta yoktur. O halde muhalif görüntülü bütün çıkışlar, mevcuttaki pozisyonunu beğenmeyenlerin sıralamada bir iki kademe üste çıkma çıkışlarıdır.
Çin meselesine gelince: Şimdilik alttan alta süren, giderek doğrudan karşı karşıya geleceği tahmin edilen Amerika Çin rekabeti, bir sistem rekabeti değildir. Çin, dünya liderliğini alsa dahi neticede olacak olan şey, mevcut düzenin liderlik sıralamasının değişeceğidir. Yani Çin bu işi başarırsa ‘eşitler arasında daha eşit ulus’ statüsüne çıkar.
6.Karamsar bir tablo mu çizdik yoksa bilinen bir gerçeği mi dillendirdik? Önümüzdeki fotoğrafı doğru okumak ve gerçekçi olmak gerek. Bunu yapabilirsek gerçeğin tespitinden bahsedebiliriz. Tespit önemli çünkü gerisi buna bağlı bir şeydir. O halde soru şu?
Mevcut dünya düzenine itirazınız mı var? Zalim ve haksız mı buluyorsunuz? Gerçekler yalanla örtülüyor mu diyorsunuz? O vakit kendimize ne düşündüğümüz, ne teklif ettiğimiz ve nasıl yönettiğimizi bir soralım. Derdimiz uluslararası sistemdeki hiyerarşide sınıf atlamak mıdır yoksa başka bir düzen yahut hiyerarşi peşinde olmak mıdır?
O vakit şuna dikkat edeceğiz: İtirazı olanlar sahici iseler şimdiki dünya düzeninin imanî kaideleriyle amel etmiyor olacaklar. Mevcudun inanç unsurlarıyla kurulu dünya düzeni dışında başka bir düzen kurma peşine düşecekler.
Öyle ya! Garibanın, çaresizin, bilgisizin gönlünü çalmak kolay çünkü bunların çaresi “umut fakirin ekmeği kumar ha kumar” diyen Cem Karaca misalidir fakat sorunun cevabı değildir. “Yerli ve milli” sloganlarıysa ulus devletlerin kuruluş aşamasında işe yarayan ‘yararlı’ söylemlerdi. İkna olmayanlar açıp okusunlar Osmanlının yıkılışında ittihatçıların yeni ile ilgili sloganlarını!
7.Son söz: Sakın ‘alternatif biziz’ diye söze başlamayın, daha iyi alternatif biziz diye ortaya çıkmayın. Alternatif, mevcudu veri kabul edip onun ölçüleriyle ölçülmek, yarışa girmektir. Mevcudu aşamamak, mevcutla kıyaslanıp içinde kalarak onu yüceltmektir. ‘Sürdürülebilir’, ‘yeni’, ‘geliştirilmiş’ kelime ekleriyle demokrasi, kapitalist serbest Pazar ekonomisi ve insan hakları yalanını ‘istikrarlı’ bir şekilde devam ettirmektir.
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir