Çağdaş Şartlarda Muhalefetin Niteliği, Ercümend Özkan’ın Siyasi Parti Girişimi   

Çağdaş Şartlarda Muhalefetin Niteliği, Ercümend Özkan’ın Siyasi Parti Girişimi   

1.Muhalefet Deyince
İhtilaf kelimesi, geniş manasıyla toplumsal her hangi bir meselede uyuşmazlığı ifade eder. İnsan, yapısı, karakteri, fikriyatı, beklentisi vs nedeniyle farklı rey sahibi bir varlıktır. Bu yapısal sebep ve yetişme tarzıyla ilgili doğal bir özelliktir. İnsan topluluğundan bahsedilince ihtilaf kaçınılmazdır.
Toplumsal hayatın varlığı ve devamı gereği bu özellikteki insanların bir arada yaşaması için şahıslar ve gruplar üstü bir uyum icap eder. Uyum, farklı reylere dayalı kişisel ve grupsal ihtilafların yüksek seviyede bir mutabakata ve güvene dönüşmesini gerektirir. Böylece hayatın bütününü kuşatan siyasi, adli, ekonomik, ticari, mesleki, medeni, sanat, sosyal, ailevi vs alanlardaki işleyiş ve bu alanlardaki münasebetler bir düzen ve güven içinde birlikte yaşamaya dönüşür.
Toplumsal uzlaşının en temelde ne üzerinde olduğu ‘din ile’ ifade edilir. Felsefik, ideolojik, sosyolojik, siyasi ve tarihsel vaka olarak din, bir kentte, Karye’de yahut ülkede toplumsal işlerin düzenlenmesinde esas alınan, ortak hukuk düzenini tesis eden, hiyerarşik statüyü tayin eden, iktidar itaat ilişkisini meşrulaştıran, huzuru ve güveni sağlayan inanç ve kabuldür.
Din, dünya görüşü olarak da bilinen, farklı reylerdeki insanları toplum kılarak birleştiren ve şekillendiren bir paradigmadır. Yapısal ve kurumsal işleyişi tesis edendir. İhtiyaçları karşılayan, ihtilafları çözendir.
Din, en temelde ilahi ve beşeri kaynaklı olmak üzere ikiye ayrışır. İslami literatürdeyse tevhid dini, şirk dini olarak iki farklı kategoriye ayrışır.
Müslümanlar için din kelimesi, esasları ve çerçevesi Kur’an ve sünnet temelli bir inanç ve teslimiyet bütünlüğüdür. İnanç unsurlarının toplumsal hayatla bütünleşmesi, düzenlemesidir. Bu çerçevede iktidar itaat ilişkisiyle diğerlerinden ayrışan, tevhidi inanç temelinde şekillenen bir ‘milleti’ ifade eder.
Bu millet, dünya işlerini İslami şeri hukuk nizamına dayanarak çözmek için birleştiği için diğer milletlerden bu temel sebeple ayrışan İslam milletidir. Dolayısıyla millet nas temelli istişare, içtihat ve icma yolu ile her bakımdan toplumsal ihtiyaçlarını karşılar, muhtemel ihtilaflarını bitirip ittifakı sağlayarak kendi yolunda devam eder.
2.Çağdaş Şartlar Bağlamı
Dünyada modern çağ olarak ifade edilen husus, 15. Yüzyılda başlayıp 18. Yüzyılda kurumlaşarak şekillenen bütünsel bir yeniliğin ve insanlık tarihinde gelişen tarihsel bir kırılmanın neticesidir.
Kırılma, kendinden önceki klasik millet yapısı ve yönetim şekli anlayış ve uygulayışının devre dışı kalmasını, yerini, modern anlayış ve uygulayışa bırakmasını ifade eder. Batıdan başlayıp doğuya doğru yayılan bu gelişme ‘ülkelere’ göre değişse de 20. Yüzyılda bütün dünyayı sarmıştır.
Batıda, imparatorların, kralların ve prenslerin milletinden ulusal birliğe ve kent devletlerinden ulusal devlete geçişi en son Almanya ve İtalya yaptı. 1870 yılında iç savaşların ve sınır çatışmalarının neticesinde ortaya çıkan ‘İtalyan ulusal birliği’ kurulduktan sonra Massimo D’azeglio, meclis açılışında yaptığı ünlü konuşmasında aynen şu cümleyi sarf eder:
”İtalya’yı yarattık şimdi sıra İtalyanları yaratmakta.”
1799 yılında Napolyon Mısır’ı işgal ettiğinde Mısır valisi M. Ali Paşa, “burası Osmanlı sultanın topraklarıdır, burayı derhal terk edin” dediğinde henüz Mısır diye bir ülke, Mısırlılar diye bir ulus yoktu.
3.Modern devlet denen siyasi yapı en temelde, soya ve kana dayalı klasik hanedanlık tipi yönetim şeklinden ulus devlete, din temelli millet anlayışından ulusa geçişi temsil eder. Sınırları belli olmayan ülkeden sınırları tayin edilmiş vatan fikrine geçişi ifade eder. O sınırlarda yaşayan ulusun birliğini sağlayan ortak dili, tarihi, kültürü, marşı, bayrağı, bayramları ve sembolleri tayin eder. Nereden baktığımıza göre sıralaması değişse de öne çıkan ana unsurlar bunlardır.
Aydınlanma çağıyla başlayan bilginin mahiyeti, kaynağı ve amacı hususundaki değişim etkin unsur sayılabilir. Dini ile aklını birbirinden ayıran, aklı otorite yapan hümanizm akımı, bu akıl yapısıyla anlayış, kavrayış ve tanımlamayı yeniler, değişimin istikametini tayin eder.
Artık eşya, varlık, evren, insan, toplum ve elbette din, nesnelleştirilir, gözlem ve deneyle tahlil edilir, elde edilen bu bilgiyle başka bir şekilde tanımlanır. Yeniden doğuş olarak nitelenen Rönesans, ardından gelen reform süreci bu gelişmeleri hem ikmal eder, hem de temsil eder.
Bu değişim kendi icat ettiği değer yargısı ve değerler sistemiyle insan insan, insan varlık, insan Allah ve insan devlet arasındaki münasebetleri yeniden tanzim eder. Bu yenilik siyasi, iktisadi, hukuki ve sosyal toplumsal alanları yeniden düzenler. Mimari, eğitim, meslek, sanat, müzik, üretim, pazar, tüketim, mali işler, vs de buna göre yeniden şekillenir.
4.Hemen bütün dünyada klasik devrede siyasi hayattaki hiyerarşi şu sıralama ile dizilirdi: “Kana ve soya dayalı imtiyazı temsil eden prens ve imparator; toprağa dayalı imtiyazı temsil eden aristokrat; tanrısal imtiyazı temsil eden ruhban sınıfı; savaşçılığı temsil eden askerler.”
Sosyal hayattaki hiyerarşi şu sıralama ile dizilirdi: “Şehirlerde meslek birliklerini oluşturan loncalar; köylerde toprak ve hayvancılıkla uğraşan köylüler; köleler ve aylaklar; seyyar tüccarlar.”
O devrede insanlar değişik etnik yapıya ve renge sahiptiler. Farklı farklı lisanlar konuşurlardı. Eğitimleri yereldi, serbestti. Cemaat halindeydiler, dayanışma vardı. Toprak aidiyeti bilinmezdi. Ülke sınırları yoktu. Siyasi bağlılık yönetici sınıfa, dini bağlılık kiliseye ait idi.
5.Uzunca süren mücadeleden sonra bir yer gelir tüccar burjuva sanayileşme aşamasına geçer. Bilimsel icatlar, teknolojik yenilikler üretimde kullanılmaya başlanır. Buhar, kömür ve elektrik enerjisi üretimin tetikleyicisi olmuştur. Makinaya dayalı seri üretime geçilir ve devasa ürün imal edilir.
İşçi ihtiyacı, ulaşım, hammadde ve pazar gereksinimi sebebiyle çevreye saldırı başlar. Rekabet etmemesi için köylerdeki tarım ve hayvancılık bitirilir, köylüler yeni kurulan sivil kentlere tıkıştırılır. Şehirlerde işleri bozulan esnaf ve zanaatkar köylüyle birlikte işçi olur. Böylece endüstriyel toplum kurulmaya başlanır. Zaman ve hayat, endüstriyel akışa göre yeniden planlanır. Ardından bankacılık ve mali piyasa düzenlemesi gelir.
Kent insanı kent kültürüne uyum sağlar. Geleneğinden kopmuş, kendi kazanıp kendi harcayan, emeğini satarak karnını doyuran, kimselere hesap vermeyen bağımsız, sivil, özgür bireyler oluşur.
Sanayicilik geliştikçe, kütle üretimi arttıkça, ticaret hacmi geometrik artışla büyüdükçe komşu tüccar ve sanayici arasında emek, hammadde ve pazar çatışması yaşanır. Acımasız rekabet baş gösterir. Pazara, emeğe, tüketiciye ve hammaddeye ulaşım ve bunları sahiplenmek önemli hale gelir.
Tarihte ilk kez toprakla kurulan ilişki bu şartların neticesi olarak değişecektir. İç çatışmalarla içerde karışık halde yaşayan etnik ve dini unsurlar ayıklanır, komşularla sınır savaşları yapılır ve ulusal birlik ve bağımsızlık sağlanır. Kutsal vatan fikri gelişir ve ulus devlet dediğimiz varlık böylece oluşur.
Ulus devletleri kuran sınıf, klasik devrede siyasi statüsü olmayan, sosyal hiyerarşide en altta yer alan tüccar sınıftı. Bu sınıf, ulus devlet aracılığıyla hem siyasi hem de sosyal hayattaki rakiplerinin bir kısmını devre dışı bırakır, kalanların sıralamasını değiştirir. Ticareti, üretimi, mali sistemi, pazarı tekeline alır.
Ulus devlet aşaması gerçekte burjuvanın kendi pazarını rakibinden korumak istediği pazarıdır, ulus işçisidir. Devletinse yeni ülkesi, yeni vatandaşı, vergi mükellefi ve askeridir. Devlet, vatan sınırları içinde hükümran olan, iç çatışmaları bitiren, güvenliği sağlayan, gümrük vergileri koyan, adli mekanizmayı ve kolluk kuvvetlerini mekanize eden, yasa çıkartan, yasal koruma tedbirleri alan tek yetkili otoritedir.
Yeni devlet Hobbes’in, Lock’un, Machiavelli’nin, Weber’in, Hegel’in vs anlatımlarıyla siyasal alandaki sınırları ve yetkileri, toplumsal yaşamdaki kaide ve kuralları belirleyen ‘tanrıdır.’
Ulusal sınırlar çizilip ulus devlet kurulduktan sonra sıra, ulusu yaratma aşamasına gelir. Bunun en temel unsuru eğitimdir. Tekli eğitim sistemi, tek dil mecburiyeti hasıl olur, bu işe ilk başlayan Fransa’dır. Ardından ulusal tarih yazılır, ulus kültürü icat edilir. Ulusal semboller, ulusal din ve ulus aidiyeti gelişir, anayasalar, parlamenter siyaset ve seçim sistemi finali belirler.
Kiliseler Roma Katolik kilisesine bağlı olmaktan çıkartılır, ulusal kiliseler olarak devlete bağlanır, ruhban sınıf devletin personeli olur. Ordu imparatorun ordusu olmaktan çıkar ulusun ordusu, okullar devletin piyasanın ihtiyacına uygun eleman yetiştiren dairesi olur.
6.Ulus devletin ve toplumun en temel niteliği laik olmasıdır. Siyasi düzen, yasama, adli mekanizma, maddi ve mali ekonomik sistem, eğitim, mimari, sanat, edebiyat, mesleki hayat vs bütünüyle dinden bağımsız olarak düzenlenmiştir. Bu işlerin dayanağı akıl ve bilim temelinde endüstrinin ve toplumsal yapının ihtiyaçlarıdır.
Din, bu alanlardan çıkartılınca bireysel bir tercihe, kişisel bir inanca, vicdani bir alana yollanır. Maneviyat ve ruhaniyat işlerine kaydırılır. Dua, ibadet, ahlak, vaftiz, nikah ve cenaze merasimi gibi şahsi tasarrufa dönüşür. Devlet bireylerin dini inancına ve tercihine karışmaz, bütün inançlara karşı eşit mesafede durur.
Belirlenen ve düzenlenen alanlar devlet toplum ilişkisine yansıdığı için, toplumsal alandaki zaman kullanımını, vakit tayinini, mimariyi, sanatı, edebiyatı, mesleki hayatı, kar zarar algısını, kariyeri, statüyü, aile yapısını, komşuluğu, dini ibadetleri, dost düşman duygusunu, değer yargılarını ve davranış ölçülerini vs de etkiler, bu alandaki münasebetlerde doğal olarak dinle bağını kopartır.
Bunca değişim yada yenilikler Rönesans ve Reform çağının sonuçları, hümanist paradigmanın tasarımı olarak ortaya çıkıyor, modern çağ olarak niteleniyor.
7.Çağdaş Muhalefetin Niteliği
Felsefik düşünüş ve siyaset bilimi açısından “kamusal ve özel alan” ayırımı yapıldığında, devletin yetkisindeki ve tekelindeki işler ‘resmi ve politik işler’, toplumsa taraftaki işler ‘sivil ve özel işler’ olarak kategorize edilir. Bu ayırım, dünyada özel mülkiyetin olup olmaması bağlamında iki türlü karşılık buluyor:
Liberalizm’de özel mülkiyetten doğan, mülkiyete dayalı bir özgürlük kabulü var. Girişimci de denen bireyler, özel mülkiyetten aldıkları bir güçle politik iktidarın yani devletin karşısında ekonomik, sosyal ve siyasi alanda bir iktidar imkanı buluyor ve kullanıyor.
Marksizm’de özel mülkiyet yerine kamu mülkiyeti olduğu için bireylere sivil bir alan kalmıyor çünkü, her tarafta yaygın olan ve her tarafı kuşatan bir parti örgütlenmesi var. Bu sebeple diktatörlük oluşuyor.
Bu mesele Türkiye’de ‘kamusal alan ve özel alan’ ayırımıyla, sivilin kullanabileceği iktidar alanının sınırlarıyla ilgili olarak ele alınıyor. Cumhuriyetin ilk evresindeki laiklik uygulamasında sivil sadece evi içinde özgür, evinin dışına çıktığında kamusal alana dahildir. Sekülerizme evrilişte sivil alanın sınırları ibadet alanına, nikaha, dini merasimlere, kültürel ve sosyal faaliyetlere taşınıyor fakat buralar dahi devletin denetiminde kalıyor.
Gerek ‘kamusal ve sivil alan’, gerek ‘politik toplum ve sivil toplum’ tasnifinde laiklik değişmez bir veri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla laik devletin bu niteliğine dair bir itiraz söz konusu değildir.
Şu halde modern çağ genelinde ve ülkemiz özelinde muhalefet, devletle ilişkisi bakımından nitelik, dayanak, amaç ve hedef olarak şu şıklara ayrılabilir:
Ya, dünya düzenine ve yerel parçasının kurucu değerlerine karşı bir meselesi olmaksızın kendisine tanınan özgürlük alanlarının genişletilmesine dayalı paradigma içi bir sivil ‘hak’ talebidir. Yahut düzenin ve devletin yapısal dayanağına yöneliktir, toplumsal ve siyasal olarak başka bir düzenleme iradesiyle paradigma dışıdır. Misallersek:
Muhalefet şayet Marksist temeldeyse, ihtilafın nedeni politik iktidarın mülkiyetle ilişkisine ve değişmesine dairdir. Eşitlik, özgürlük, dayanışma ve adalet talebi, özel mülkiyetin olmadığı bir düzenleme iradesidir
 Muhalefet şayet liberal temeldeyse, özel mülkiyete getirilen sınırlamayla ilgilidir. Buna göre politik iktidarlar sadece düzenleyici olmalıdır. Üretime, mali işlere, pazara, kâra, harcamaya, rekabete sınır getirmemelidir. Doğal kaynaklar, emek, girişim, aletler, sermaye gibi üretim araçları serbestçe kullanılmalıdır. ‘Gizli el’ denilen pazarın kuralları ekonomik ve sosyal dengeyi kendiliğinden sağlayacaktır.
Muhalefet şayet Faşist temeldeyse, dünya düzeni içinde milli kimlik ve kültürün yüceltildiği disiplinli bir topluma dayalı iktidarı muhafaza etmek, militarist ve kutsal bir devletten yanalık söz konusudur. Ekonomik, teknolojik, mali ve hukuki düzen karma sistemdir. Politik iktidarın değişmesi yeterlidir.
 Muhalefet şayet muhafazakar temeldeyse, dünya düzeni ve modern devlet tipiyle bir işi yoktur. Kurucu paradigmanın takipçisidir. Modernleşmenin getirdiği hızlı değişimden rahatsızdır, ahlaki ve manevi değerlerin korunmasından yanadır.
Buradan çağdaş dönemde Müslümanların muhalefetine, muhalefetin var oluş gerekçesine, niteliğine ve hedefine geçersek neler söyleyebiliriz.
8.Müslümanların Muhalefeti
İlkin belirtmeli ki modern çağda dini telakki değişmiş, bu değişim inanç unsurlarıyla toplumsal hayatın bütünlüğünü kopartmıştır. Bu kopuş devlet toplum münasebetinde eşit yurttaşlık statüsünü normalleştirmiş, laik devlet yapısını doğallaştırmıştır.
Modern dönemde yaşanan bu tecrübe sebebiyle genel olarak Müslümanların muhalefeti nitelik olarak değişime uğramış, bağımsız bir sistem talebi yerine mevcut paradigma içinde ‘hak’ talebinde bulunan sivil karakterli bir muhalif kimliğe bürünmüştür. Bunun neticesidir ki düşünsel, fikirsel, sosyal ve kültürel alanda iktidar imkanı arayan muhalif bir gruba dönüşmüştür.
Bu çerçeveden bakıldığında söylenmeli ki genel olarak, dünya düzenine ve yerel devletin niteliğine, meşruiyetine, yasal ve kurumsal yapısına, ideolojik dayanağına karşı paradigma dışı bir muhalefet yerine, paradigma içinden bir muhalefetten bahsedilebilir.
Paradigma içinde kalmak, devlet imkanlarından ve gücünden daha fazla yararlanmaya dayalı bir sivil toplum talebi olarak, insan hakları hukuku çerçevesinde kalarak daha özgür bir alan isteyerek yapılan bir muhalefeti resmeder.
Bu analize göre modern çağda öne çıkan muhalefetin niteliği doğal olarak “mağdur ve mazlum” karakterini benimsemiş kalabalıkların, dünya sistemi ve yerel uzantısından kendisini “sevmesini ve okşamasını” ummakla sınırlı kalacaktır.
Modern çağda değişen dini telakkiden dünya düzenini ve mevcudu eleştirecek, aşacak ve başka bir mevcut ve düzen kuracak nitelikli bir muhalefet beklemek, doğrusu pek akıllıca olmaz. Çünkü İslami şeri nizamına dayanarak bir araya gelip kendi aralarındaki işlerini ve diğerleriyle olan münasebetlerini kendi hukuklarıyla yürüten bir cemaat yapısı aşaması söz konusu olmayacak.
9.Muhalefeti neden böyle tasniflediğimizi izah için denebilir ki: Günümüzü belirleyen mevcut Batılı tarih sürecinin ve modern toplumsal bilincin yaygınlığı ve etkisi, Müslümanları da yörüngesinde tutma başarısı göstermiştir. Bu bakımdan en yakın tarihi kopuşu temsil eden Osmanlı sonrası kaybedilen iki temel unsur tespit edilebilir:
İlki, milleti hakime olarak elde tutulan siyasi bir statü vardı, bu devleti İslam ile muaheze etme sorumluluğu veriyordu, bu nitelik elden gitti. İkincisi, diğerlerinden inançları nedeniyle ayrıştığı için birlik olmuş Müslüman bir millet varlığı söz konusuydu, bu da unutuldu.
Bu gün bu iki unsurun kurucu bir kıymet olduğu, uğrunda var olunması gerekecek bir stratejiye dönüşmesi gerektiği ihmal edilmiş durumdadır. Dolayısıyla neyi kaybettiğini unutan, kaybettiğinin değil mevcuttan daha fazla nasıl istifade ederimin peşinde koşan bir muhalefet söz konusudur.
Bu çerçeveden bakıldığında toplumsal hafızayı kuran, bu günün itaat ve isyan refleksini belirleyen, toplumsal statüye rızayı sağlayan tarih bilincinin İslami tarih değil, modern ulus tarihi olduğu gerçeği karşımıza çıkar.
Şu halde genel olarak söylenebilir ki bu gün, öyle yada böyle dün elinde bir İslami devlet vardı da onu kaybetti, kaybettiği mülkünün peşine düştü, varlığını buna adadı, bu yönde muhalif bir harekete büründü diyebilmek, pek mümkün gözükmüyor.
10.Neyi Gözden Kaçırıyoruz
Bize göre Müslümanlar, dünyada modernlik istikametinde gelişen değişimi üç temel sebeple anlayamadılar:
İlki: Tarihten gelen sebeplerle mali ve maddi sermaye sahibi olmadıkları için dünyadaki değişimin yönünü, yeni dünyayı kuran kurucu sermaye temelli ilkeleri ve iradeyi anlamadılar. Çünkü İslami kültüründe maddi sermaye hiç bir devirde kurucu bir unsur olmadı. Dolayısıyla dünya değişirken kendi değerleri istikametinde kurucu aktör olarak rol almaları mümkün olmadı. Kaldı ki son iki yüzyılda kurucu millet olma statüsünü kaybetmiş, eşit yurttaş statüsüne dahil olarak tebaya dönüşmüştü.
İkincisi: Tarihsel ve toplumsal tecrübe aristokratik bir yapıya imkan vermemiş, ilim erbabı devletin kadrosu olmayı içine sindirmiş, ileri gelenler bu hengamede bozulmuştu. Bu sebeple siyaseti yapan modern aydınlara, askeri devletli sınıfa ve ittihatçı kadroya tabi oldu. Siyasi alanın dışında kaldığı için de resen yapılan reformlara istemese de muhatap oldu.
Üçüncüsü: Yeni devleti kuran kadroların Osmanlı bürokrasisi içinde ezeli rakipleri olmaları sıfatıyla baskı altına alındıklarında, sosyo-siyasi hayattan dışlanmaya, kapalı devre yaşamaya, gizli saklı bilgi nakli yapmaya zorlandılar. Bu sürecin doğal sonucu olarak dışarıyla ve yeni gelişmelerle irtibatı koptu, temellerine dayanarak yenilenmek yerine fanatizme ve husumete kaydı.
Netice itibarıyla denebilir ki, çağdaş dünyadaki gelişmeleri doğru okuyacak pozisyonda olmayınca çağdaş dünya düzeninin ‘lanetlisi’, devletinin ‘mağduru’ olmaktan kurtulamadı, kendisini ‘sevip okşayacak’ müşfik devletini aradı durdu.
 Dünya düzeninde devran dönüp sistem başka aşamalara geçtiğinde, dünkü dışlanmışlar meşruiyet imkanı ve serbest alan imkanına kavuştu. Sosyo-ekonomik ve siyasi alanda iktidar imkanı elde etti. Kendilerini ifade edecek iletişim araçlarına ve mali güce sahip oldu.
İşlerin bu aşamaya varacağını daha önceden hesaplamadığı için bir anda kamusal alan ve devlet idaresi sorumluluğu ile yüz yüze geldiğinde, çağdaş şartlara ve realiteye teslim olmaktan, milli ve manevi değerlere sığınarak yeni bir kimlik inşa etmekten, modern devleti ve laikliği savunmaktan başka seçeneklerinin olmadığını gördüler.
Mağduriyet psikolojisi ve mağdur karakteri sermaye ve modern devletle kuracağı ilişkinin niteliğini ve mesafesini belirleyemez, yeni ama başka türlü şartları düzenleyecek irade gösteremezdi. Buradan nitelikli bir muhalefet yerine kendini kapitalist serbest pazar içinde ve insan hakları hukuku çerçevesinde ifade eden bir sivillik çıkması normaldi…
Modern çağda, verili reel politikte, sosyal, hukuki ve ekonomik toplumsal şartlarda İslami muhalefet nasıl olabilirdi? Bu çerçeveden bakıldığında Ercümend Özkan’ın İslami Partisi bize farklı bir pencere açıyor. Ama önce farkı anlamak için Kur’an’a ve Hz. Peygamberin sünnetine müracaat ederek sahici muhalefete ve referansa dair iki kelam edelim.
11.Referans Çerçevesi
Kur’an’ın bu yöndeki işaretlerini dikkate alırsak, insan kalabalıklarını bir araya getirip onları birlik kılan ‘değerler sistemi ve bunun dayanağı’ her neyse, dünya işlerinin nasıl düzenleneceğini belirten değerler ve dayanakları da aynıdır. Buna göre iki tür toplumsal biçim söz konusudur: Cahiliye toplumu, Müslüman millet.
Müslüman millet Allah’tan gelenleri tasdik eden, dünya işlerini buna göre düzenleyenler, cahili toplumsa kısmen veya tamamen bunun tersini yapanlardır.
Hz. Muhammed, tarihin ve insanlığın ortalama emsalini temsil eden cahili bir toplumda, cahili değerlere dayalı siyasi, iktisadi ve hukuki şartların hükümran olduğu bir toplumda vazifeye başladı, Risâlet’inin ilk 13 yılını burada geçirdi. Bu konuda Kureyş suresi bize yol gösterebilir:
Kureyş’i bir araya getirip anlaştıran, yaz kış ticari yolculuklarla onları açlıktan kurtarıp doyuran, korkudan güvenliğe kavuşturan, Kâbe’nin rabbidir. O halde ona kulluk etsinler.”
Kureyş kan ve soy bağına dayalı değerlerle birlik olmuş bir toplumdu. Atalar yolunu yücelten ve sürdüren bir tarih bilincine ve referansına sahiptiler. Siyasi ve sosyal statüde üstünlük servet fazlalığı ve sayısal çoklukla ölçülüyordu. İhtilaflarını kabile hukuku ve geleneksel değerlere göre çözüyorlardı. Hayatı parçalı yaşıyorlar, her parçanın ayrı ilahları vardı. Yüce bir Allah inançları vardı ama bu Allah her işlerine karıştırılmıyordu. İçinde bidat ve hurafe unsurları olsa da bu gün bizim bildiğimiz ibadetlerin tümünü yapıyorlardı.
Hz. Muhammed, davetinin temelini bir tek ilah ve rab olan Allah’a çağrıyla temellendirdi. Bu Allah yaratan, hayat veren, rızıklandıran, dirliği, düzeni ve güvenliği sağlayan, geleceği tayin eden, varlıklar arası münasebetleri belirleyen, kainatın düzenli işleyişini tesis eden, devranı döndüren velhasıl, Rab olarak her işe müdahale eden bir Allah’tı.
Peygamberi duyurunun esası şöyleydi: İnsanlar cahiliye bağlarını, hükümlerini ve geleneklerini terk etmeli, inanç temelinde bir araya gelip birlik (ancak inanalar kardeştir) olmalı, bu sebeple kavimlerinden ayrışmalı ve parçalamadan dünyevi işlerinin tümünü Allah’tan gelenlere göre düzenlemeliydiler.
Hz. Muhammed’in çağrısı şu doğru bu yanlış, şu hak bu batıl diyerek hayata, topluma ve tarihe doğrudan müdahale anlamına geliyordu. Değerler sistemini ve ölçüleri eleştiriyor, düşünüş biçimine karşı çıkıyor, doğrusunu öğretiyor, duyurduklarını tavra, tarza dönüştürerek gösteriyordu.
Hz. Peygamber ile kavmi arasındaki çatışmanın tüm sebebi buraya dayalıydı. Burada düzelme olmadığı sürece uzlaşma da yoktu. Nitekim 13 yıl boyunca diğerlerini dikkate almayan Peygamber ve arkadaşları kendi inançlarına göre birlik oldular, kendi değerleriyle hayatlarını sürdürdüler, bağımsız hareket edip kendi yollarına gittiler, diğerleriyle münasebetlerini de aynı değerlere göre kurdular.
Buna karşılık diğerleri küfürlerinde ısrar ettiler, çatışma çıkarttılar, zulme saptılar, siyasi manada din çatışması nedeniyle Müslümanları yurtlarından sürgün ettiler.
Kureyş suresini toplumsal planda stratejiye dönüştüren Kafirûn suresi örnekliğinde Müslümanların neye muhalefet edecekleri, neden uzlaşmayacakları, insanları neye çağıracakları ve kendilerinin nerede duracakları (sadece Allah’a itaat) izah edilmektedir.
İşin özü, insanların her şeyini borçlu olduklarını bildikleri halde neden bütün işlerini Allah’a göre düzenlemediklerinde yatıyor. Dolayısıyla Allah’tan gelenleri doğrulayanlarla eksik bulanların yahut yalanlayanların farkında açığa çıkıyor.
İman edenler Hz. Adem’den bu yana hep aynısı yaptılar. İman etmek, dünya hayatının bir iman küfür çatışma alanı olduğunu bilmek, inanç unsurlarıyla toplumsal hayatı bütünleştirmekti. Benzerleriyle birlikte hareket etmekti. Bu sebeple diğerlerinin arasında kaybolmadan uyarma, hatırlatma, müjdeleme ve korkutma görevini sürdürmekti.
Bu çerçeveden bakıldığında Müslümanların cahili toplumlar içinde kalarak, cahili değerlere göre günlük hayatlarını sürdürmeleri, diğerleriyle münasebetlerini bu çerçevede kurmaları, bu hayatta sahip oldukları pozisyonlarını genişletmek için yürütecekleri bir muhalefetin pek bir anlamı kalmıyor.
12.Ercümend Özkan Farkı
Ercümend Özkan, modern dünyayı, çağdaş sosyo politik, hukuki ve ekonomik şartları doğru kavramış, toplumsal yaşamın modern değerlere dayalı olarak düzenlendiğini ve fesadın hükümran edildiğini fark etmiş bir mümin.
İmanın, evvela Allahtan gelenleri doğrulamak olduğunu, buna göre niyetini, amacını ve kendisini arındırmak gerektiğini, arınmanın şirkten, küfürden, günahlardan ve kötü huylardan sıyrılmakla neticelendiğini, arınanın dışa dönük tavırlarını, dışarıyla kurulacak münasebetlerini imanî unsurlara göre düzeltmesi gerekeceğini dosdoğru kavramış ve bunu bizatihi yapmak için titizlik göstermiş bir Müslüman.
Arınmanın verdiği sorumluluk ve sabırla insanlara hayatlarını Allah’tan gelenlere göre düzenlemesi gerektiğini duyuran bir uyarıcı. Yaşadığı çağa ve topluma karşı tevhid inancına dayalı değerleri benimsendikçe cahili değerlerle sürdürülen yaşayışın terk edileceği çağrısını yapan bir çağrıcı.
Yaşadığı dönemde insanlara şu hak bu batıl, şu yanlış bu doğru diyerek hayata ve topluma müdahale eden bir sünnet ehli… Onu farklı ve özgün kılan iki belirgin vasfı var:
İlki, insanlara dinlerini kitap ve sünnetten öğrenmeleri gereğini hatırlatmak. Sahih inanca, salih tavırlara ve sünnete uygun münasebetlere ancak bu sayede sahip olunabilirdi. Buna dayalı olarak bu esaslarla çelişen ve çatışan anlayış ve uygulayışları eleştirmiş, karşı çıkmış ve doğrusunu ifade etmeye çalışarak onları aşmış olmasıdır.
İkincisi, toplumsal hayatı düzenleyen, kalabalıklara yol ve yön göstererek yasal sınırlar tayin eden siyasi sisteme, sistemin hükümranlığını dayadığı cahili değerlere karşı sistematik bir karşı çıkışla mücadele yürütmüş olması, meşruiyet tartışmasını güncellemesidir. Bunun neticesinde normal bir hayat süremeyecek, doğal olarak tarihin şahitlik ettiği salihlerin başına gelenlerle haşir neşir olacaktır…
Özkan, iman ettiği için haklı ve güçlü olduğuna inanmış, direncini buradan almıştı. ‘Küfre olan hasımlığım İslam’a olan hısımlığındandır’ sözü, temel dayanağının, neyin yanında olduğunun dolayısıyla neye neden karşı çıktığının en veciz bir ifadesidir.
O, ‘mağduru ve mazlumu’ oynamayı benimsemedi. Dünya düzeninden ve yerel uzantısından ‘sevilip okşanmayı’ beklemedi. ‘Lütuf’ olarak sunulanların ‘azına’ tamah edip ‘çoğunun’ peşine düşmek gibi bir acze düşmedi.
Mümin bir kişiliğin taşıdığı sorumluluk ve vazife bilinciyle hareket etti. Gücünce ve mucibince hayata, topluma ve tarihe İslami değerlerle müdahale etti. Bu hak şu batıl, şu yanlış bu doğru demeye ısrarla devam etti. Bu sebeple başına gelenlere aldırmadı.
Bu tarz bir kulluk, imanî unsurların yönlendirdiği dışa vuran tavırlar olarak kimliklenir. Bu kimlik imanî unsurlarla davranışı icbar edicidir. Bu sebepledir ki Özkan bir düşünce ve fikir adamı olarak temayüz etmedi. Düşünen ve fikir üreten soyut bir bilgi peşine düşen bilim adamlığı yapmadı. Dinini ideolojiye çevirmedi. Buna karşılık İslami tarihsel çizgideki ‘ilmiyle amil’ salihlerin hattını ihya etti.
Zihinsel alanla kayıtlı düşünüş ve fikir alanına sarılmak yerine doğru düşünmenin ve fikretmenin yolunu göstermesi, sahiplendiği kimliğin en saf görüntüsü, imanın kalbi bir teslimiyet, dışa yansıyan salih bir tavır olduğunun şahididir. Bu sebeple yanlışın karşısında, doğrunun yanında durmayı önemsedi. Uyarısını bu yönde yaptı. Duyurusunu bu bağlamda ilan etti. Dolayısıyla sünnete uygun olarak inançlarını toplumsal hayatla bütünleştirmek için çabaladı durdu…
Onun için fazla söze hacet yoktur. Söyledikleri, yazdıkları ve yaptıklarıyla ortadadır. Onu en iyi ve en özlü tanıtan hareketi, İslam hakkında ne düşündüğünü, ne yapılması gerektiğini, buna dayanarak neye ve niye karşı olduğunu ortaya koyan İslami siyasi partisinin tüzük ve programıdır…
13.Dememiz O Ki
Mevcut şartları veri kabul etmiyorsanız, vahyin şartlara değil insanlara indiğini kabul etmişseniz, şartların vahyi değil vahyin şartları yönetmesi gerektiğine ikna olmuşsanız, şartlara uygun düzenlenmiş bir hayatta size uygun görülmüş bir pozisyonda durmayı reddetmeniz kadar doğal bir şey olamaz.
Bu durumda cahili değerlere dayalı mevcut düzenden ayrı ama İslami değerlere dayalı bir düzen peşinde olmanız doğaldır. Bu doğallık mevcudun niteliğine ve meşruiyetine karşı olduğunuz kadar inancınızın ve dünya görüşünüzün hükümran olacağı bir düzenin peşine düşmenizi,  varlığınızı bu duruma adamanızı gerektirir.
Böyle bir inancınız varsa mevcuda razı gelmezsiniz. Mevcutla uzlaşmazsınız. Buna karşılık dışa yansıyan tavırlarınızı inancınıza göre belirlersiniz. Bunu var oluşunuzun gerekçesi yapar, bu işi dava edinir, bu uğurda mücadele edersiniz. Duyurunuzu böyle yapacağınız için insanlar da sizi öyle bilirler.
Böylesi bir dava peşine düşüp duyurusunu yapanlar iki şeyi muhakkak yapıyor olmalıdır:
İlki, karşı olduğunuz sistemden beslenmeyecek, devletle iş tutmayacak, aranıza bir mesafe koyacaksınız. Geçiminizi helal yoldan ve serbestçe kazanacaksınız. Ki ahlaki tutarlığınız olsun, özgür ve bağımsız kalasınız.
İkincisi, niye karşı çıktığınızı, neyi önerdiğinizi belirleyen inancınızı bir tüzükle, bir programla ortaya koyacak, bir strateji sahibi olacaksınız. Strateji, varlık yokluk meselesidir. Uğrunda var olduğunuz şeydir. Ki işinizi düşünceden, fikirden, sanattan, kültürden kurtarasınız, halinizi mağdurdan ayrıştırasınız.  
Strateji, bu dünya hayatında ne uğrunda var olduğunuzu, neyin peşinde olmanız gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla bu dünya hayatında eksiklik olarak neleri gördüğünüzü, eksikleri elde ederken nasıl elde ettiğinizi, elde ettiklerinizle ne yapacağınızı ifşa eder.
Strateji, insanları kurtarıcı rolüne soyunmak değil, insanları kendinize çağırmak değil, haddinizi bilip doğrusunu göstermek, sorumluluğu insana bırakıp ortak çalışmaya davettir. Söylediklerinizin şahidi olmaktır. Hatırlanmalı ki kurtulan kendisi için kurtulmuştur.
Her şeyini Allah’a borçlu olduğunu düşünen ve Allah’tan gayrısına boyun eğmeyen bir mümin, devlete, servete, sayısal çokluğa olduğu kadar kurtarıcılara da mihnet etmez. Gelecek kaygısı çekmez. Sorumluluk bilinciyle ve kardeşlik hukukuyla yoluna devam eder.
14.Parti Meselesi
Ercümend Özkan’ın İslami Partisi hakkında genel olarak söyleyeceklerimize gelince: Bu parti bildiğimiz demokratik parlamenter sistemdeki siyasi partiler gibi bir parti değildir. İsim benzerliğinden başka ortak bir yanları yoktur.
Mevcut demokratik partiler, sistem muhaliflerinin değil paradigma içi muhaliflerin bir araya gelerek, tüzük ve programını anayasal laik düzene uyarlayarak örgütlenen, seçimlere giren, aldıkları oy nispetine göre muhalefet yahut iktidar rolüne oynayan partilerdir.
Demokratik parlamenter sistemde partiler, esas olarak bir taraftan meri mevzuata göre devleti idare etmeyi, diğer taraftan devletin imkan ve gücünden istifade ederek oy tabanını sistemle uyumlu hale getirmeyi vazife edinmişlerdir.
Mevcut devlet, teşkilatlanma yapısı, temel kurumsal düzeni, anayasal dayanağı itibarıyla hem partilerin üstünde asıldır, hem dünya sistemine uyarlı modern devlet biçimidir. Bu sebeple devletler kalıcı partiler geçicidir. Yasama, emniyet, adli mekanizma, savunma, yüksek bürokrasi, vergi, temel iç ve dış politika, eğitim normalde devlettir.
İktidarlar, anayasal çerçevede kalmak şartıyla mali politikalarda, ekonomik düzenlemelerde, sermaye emek ayırımında, kamu özel sektör tercihinde, gelir dağılımında, hazine arazilerinin teşvikinde, sağlık hizmetlerinde, iletişim ve ulaşımda vs insiyatif kullanabilir. Muhalefet, iktidar sırasının kendisine gelmesi için rolünü oynar, sosyal toplumsal huzursuzlukları ve itirazları teskin edip sistem içinde tutar.
Siyasi partiler seçim denen bir ‘tiyatro oyununda’ rol alan ‘aktörler’ gibidir. Senaryo dünya düzeni tarafından yazılır, işlerin nereye varacağı baştan belirlenir, oyuncular kendilerine verilen rolleri oynarlar. Rolünü abartanlar kurulu mekanizmalar aracılığıyla çok sürmez oyundan çıkartılır.
Dünya düzeni ‘kapitalist serbest pazar’ ekonomisidir. Mali sistem hükümranlığıdır. Sistemin oyun dışına çıkan devleti cezalandırma mekanizması olan insan haklarıdır. Dinin siyasi hükümranlık iradesinden vazgeçmesine dayalı sivilliktir. Çoğunluğa onaylatılan demokratik siyaset biçimidir.
2016 sonu itibarıyla dünyada reel üretime dayalı ekonomik hacim 80 trilyon dolar, elektronik fon akışıyla dolaşan mali piyasanın hacmi 750 trilyon dolar, günlük sistemde dolaşan paranın hacmi 5 trilyon dolardır. Sadece bu kıyas dahi hükümranlığın kimde olduğunu, paranın ilahlığını izaha yeter.
BM’nin beş daimi üyesi dünya sistemini yürüten ve denetleyen ülkelerdir. Bunlar arasında hiyerarşik bir diziliş vardır. Hükümetlerin kurulması ve devrilmesi, devletlerin kurulması ve yıkılması, iç çatışmalar ve barışın sağlanması bunların dolaylı elleriyle yapılır. Patronlar arasında çıkacak bir çatlak kısa vadede dünyada bölgesel dengelerin bozulmasını getirir ama çok sürmez pazarlıklar neticesinde orta vadede denge tekrar sağlanır.
Dünya düzeninde mali sermayenin sınır tanımadan serbestçe dolaşımını sağlayan siyasal sistem, laik demokratik yapıda çalışabiliyor. Sisteme uyanlar teknoloji ve finans desteği gibi sistemin imkanlarından hissesine düşen kadar pay alır. Ayak direyenler yoksulluğa ve iç çatışmalara maruz kalır.
İnsanların bu sisteme ikna edilmesi, dönen dolapların gizlenmesi üniversitelerin, aydınların, medyanın ve ruhbanların görevidir. Şirketler pazardan pay alma yarışını sürdüren, sistemin imkanlarından istifade etmeye çalışan kurumlardır.
Bu sistemde dünyanın her yerinde nüfusun yüzde beşi ulusal servetlerin yüzde seksenine, geri kalan yüzde doksan beş servetin yüzde yirmisine sahip olur. Orta ve alt grup sınıf atlamak, küresel vatandaş olmak için sınıf atlama yarışına katılır.
Bu düzen böyle bir düzendir. Bu dünya düzeninde istikrarı, güveni ve dünya barışını sağlamak demek, kapitalist serbest pazar ekonomisini geçerli tutmak, insan hak ve özgürlüklerini yaymak, dolayısıyla düzenin sağlıklı şekilde işlemesini temin etmektir. İktidarı olsun muhalefeti olsun demokratik partiler bunun için siyaset yaparlar.
Partiler arasındaki rekabet yahut iktidar yarışı bir bakıma, bütün bu gerçekleri gizlemek, gerçekler anlaşılmaya başlanacağı zamanlarda birikecek kitle patlamasını seçimlerle önlemek, duruma göre iktidar değişimi yaparak illizyonu sürdürmektir…
Ercümend Özkan mevcut paradigmanın dışında farklı bir paradigmaya sahip olduğu için hem dünya düzenine, hem de yerel sisteme esastan karşıdır. Dolayısıyla onun muhalefeti paradigma dışıdır. Kurma girişiminde bulunduğu partisinin tüzük ve programı bunun açık göstergesidir.
İslami siyasi parti, toplumsal düzeni ve devlet yapısını İslam’i şeri hukuk düzenine göre yeniden tanzim etmeyi isteyen bir partidir. Kuruluş kaideleri, dayandığı referans yeri, amacı ve yöntemi itibarıyla esastan farklı olduğu için stratejisi de farklıdır. Bu haliyle mevcut düzen partileriyle benzerliği sadece ‘parti’ ismi nedeniyledir.
İslami Partinin seçimlerle bir ilgisi yoktur. Vekil seçilmek, parlamentoya girmek, yasama faaliyetine katılmak, muhalefete yahut iktidara oynamak, yürürlükteki düzenin işlemesinde ve istikrarında hissedar olmak, devlet imkan ve gücünden istifade etmek gibi bir amaç gütmez…
Özkan’ın benimsediği tarzı, İslam dini adına duyurdukları ve yaptıkları hakkında yeterli bir fikir sahibi olmak için onun, hemen her konuda ne düşündüğünü, neyin duyurusunu yapıp fiiliyata geçirmek istediğini özlü olarak ifade eden paradigması, partisinin tüzüğü ve programında izah edilmiştir.
Şimdi bizzat kendi açıklamalarına, kamuoyuna duyurduğu ve ilan ettiği haliyle girişimde bulunduğu İslami Partisi hakkındaki yazdıklarına müracaat edelim. Alıntılar orijinaldir.[1] Biz sadece program kısmındaki maddelere, maddede izaha içkin küçük başlıklar koymakla yetindik.
13.İslami Parti Tüzüğü:
 Madde 1, “Partinin adı ‘İslami Parti’dir.”
Madde 2, Partinin Amacı:

  1. İslam’ı, Kur’an’a ve Kur’an’ı ahlak edinmeye dayalı sünnete uygun olarak anlamak, yaşamak, fert ve toplum yaşamına geçirmek.
  2. Nefislerindekileri Kur’an’dakilerle değiştirmiş fertlerin, yaşayarak da tebliğ ettiği İslam lehine meydana gelecek kamuoyuna dayanarak, toplum düzenini İslamileştirmek.
  3. İslami temel ilkeleri, devlet düzeni olarak da uygulayıp dünyaya da yaymak için çalışmaktır.

Madde 3, Partinin Amacına Ulaşabilme Yolu:

  1. Yukarıdaki amaçlarına ulaşabilmek için parti, İslam’ı bir bütün olarak kabul eder. İslam’ın fert ve toplum hayatında uygulanması ancak bütün halinde mümkündür. Bu sebeple düşünce ve metod da Kur’an’i bütünlük vazgeçilmezdir. Düşüncedeki tevhid, metotta da kendini aksettirir ve bütün peygamberler için değişmeden yürünülen yol, uygulanan metod; taviz vermeme, uzlaşmaya yanaşmama ve hakikat olan İslam bütününün en küçük zerresinden dahi vazgeçmeme düşüncesi, metot da esas alınarak beliren partinin yolunun değiştirilmesine de meydan verilmez.
  2. Parti, görüşlerini açıklama imkanı bulduğu her toplantıya katılır, medyayı kullanır ve görüşlerini taviz vermeden açıklar.

Madde 4, Partinin Görevleri:

  1. Kur’an’ı esas alan parti görüşleri, insanlara rızalarına dayanarak eğitim yoluyla verilir.
  2. Partinin görüşlerinin verildiği kimselerde bu görüşlerin yaşam biçimine dönüşmesi için gayret gösterilir; bilen ve yaşayan partililerin oluşmasına çalışılır.
  3. Kur’an’ı esas alarak düşünen ve davranan insanlar, çevrelerinde de aynı düşünce ve davranış biçimleriyle örnekler oluştururlar. Bu hal diğer insanların ilgisini çekeceğinden imrendirici rol oynar. Çevrelerinde birer “güzel örnek” olan partililer kendilerindeki fikirleri ve davranış biçimlerini, toplumsal düşünce ve yaşam biçimine dönüştürmek için çalışırlar; bildiklerini öğretirler ve davranışlarıyla örnek olurlar.
  4. İslam Ümmeti için siyasi, içtimai, ticari, iktisadi, ailevi ve her alanda yararlı işlerin günümüzdeki güzel örneklerini oluşturmak ve temelini atmak.
  5. Gerek ülke içinde gerekse ülke dışında bulunsun, eli ümmetin yakasındaki zalim güçlerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması, halka tanıtılması ve toplumsal uyanışın sağlanması için çalışmaktır. Bu cümleden olarak kafirlerin planları halka açıklanır ve halk uyarılır.

Madde 5. Partini Üyeliği:

  1. Partinin üyeliği, kişinin partinin düşünce ve davranışlarını kavrama ve hayatına geçirmesi sonucu Kur’ani bir kişilik sahibi olmasıyla kazanılmaya müsait hale gelir.
  2. Kişinin parti üyeliğine elverişli olması; partinin görüşlerini benimsemesi, hayatına geçirmesi ve parti potasında kendini erimiş görmesiyle, bütünleşmesiyle mümkündür. Bu da kişinin Kur’an’a dayalı görüşleri benimsemesi, hayatına geçirmesi, akidesinin sahih olması, sahibi bulunduğu bu görüşleri ayakta tutması ve parti disiplinine bağlı olmasıyla sağlanır.
  3. Eğitim alt ünitelerinde ders gören kişilerden, üyeliğe elverişli oldukları anlaşılanları ve durumlarının aşağıdaki şartlara uyduğu görülenleri, “Mahalli istişare kurulu” partiye üye yapmaya karar verir.
  4. 1. Kadın veya erkek, Müslüman olması,
  5. Reşit olması,
  6. Başka bir politik kuruluşta ya da bir başka teşkilatta üye olmaması.

Madde 6. Partinin Yemini:

  1. İslami Partiye üyeliği kararlaştırılan herkes, bir önderin ya da Mahalli İstişare Kurulu üyelerinin en az ikisinin önünde yemin eder.
  2. Yemin: “Sahih akidemi koruyacağıma, salih ameller sahibi olacağıma (münkerlerden sakınıp, farzları yerine getireceğime) velhasıl İslam’a güvenilir bir bekçi olacağıma, İslami Parti’nin görüşlerine ve temel yasasına dayalı kararları kişisel görüşüme aykırı olsa bile uygulayacağıma; Parti’nin üyesi bulunduğum sürece, amacımı gerçekleştirme çabasında tüm gücümü kullanacağıma, büyük olan Allah’ın üzerine yemin ederim. Söylediklerime Allah ve yanımdakiler şahittir. “

Madde 7. Partiye İtaat:
İslami Parti’nin üyesi olan herkes, Parti’ye uyma (itaat) sorumluluğunun yükleyeceği tüm “vecibelerle” (borçlarla) zorunlu olarak bağlanır.
Madde 8. Partinin İstişare (yönetim) Kurulları:

  1. Lider
  2. Lider İstişare (yönetim) Kurulu (Merkez İstişare Kurulu)
  3. İl İstişare (yönetim) Kurulları
  4. Mahalli İstişare (yönetim) Kurulları

Madde 9 . Lider İstişare (merkez yönetim) Kurulu:

  1. İslami Parti topluluğunun doğmasını sağlayan kişiler, merkez istişare (yönetim) kurulunu oluşturur.
  2. Merkez istişare (yönetim) kurulu süresizdir. Yeri boşalan bir üyenin yerini, merkez istişare kurulu üyeleri mevcut parti üyeleri arasından seçerek doldurur.
  3. Merkez istişare kurulu, partinin işlerini ve kumandasını yürütür. İslam’ a davet sorumluluğunu yüklenir ve buna ilişkin gelişmeleri gözden geçirir. İslami Parti’ye ait kavramları belirler; tüm yargı ve olaylarla ilgili parti görüşlerini tespit eder ve partinin temel yasasını ve kanunlarını koyar.
  4. Merkez istişare (yönetim) kurulu, il ve mahalli istişare (yönetim) kurullarının işlerini doğrudan doğruya yürütme yetkisine de sahiptir.
  5. Bir üyeyi hiç neden belirtmeksizin partiden ayırmak veya nötrleştirmek yetkisi sadece merkez istişare (yönetim) kuruluna aittir. Bu üye ister lider istişare kurulu üyesi, ister partinin öteki kurullarının üyesi olsun, ister herhangi bir üye olsun fark etmez.
  6. Merkez istişare (yönetim) kurulu, parti işlerini görüşmek üzere her ay toplanır. Gerekli gördüğünde il istişare (yönetim) kurullarının üyelerini toplantıya çağırır. Yine gerek görürse ülke çapında bütün üyelerini toplar ve istişare eder, bilgi verir.

MADDE 10. İl İstişare (yönetim) Kurulları:

  1. İslam ülkeleri bir bütündür ve merkez istişare (yönetim) kurulunun sınırını çizeceği ülkeleri kapsar. Bu ülkelerde her ülkenin bir merkez istişare kurulu bulunur ve merkez istişare kuruluna bağlı olarak çalışır.
  2. İslami Parti’nin illerdeki üyeleri, il istişare (yönetim) kurulunu doğrudan doğruya seçer.
  3. İl istişare (yönetim) kurulunun üyelerinin sayısı o ildeki parti üye sayısı ile orantılı olup bu sayı ‘10’u’ aşamaz.
  4. Her il istişare (yönetim) kurulu üyeleri arasından, her açıdan kendisine güvenilen biri kurula başkan olur ve bu kişiyi merkez istişare (yönetim) kurulu atar.
  5. Merkez istişare (yönetim) kurulu, illerin istişare kurullarının seçimlerini yürütme işine başlayacağı zamanı ve bu kurulların üyelik sürelerini belirler. Bunlar biter ve seçimler yürürken merkez istişare kurulu, il istişare kurullarının üyelerini (her il’de üye sayısı 10’u geçmemek üzere) tayin eder.
  6. İl istişare (yönetim) kurulu aşağıdaki işleri görür:
  7. İslam’a davetin sorumluluğunu taşımak,
  8. Merkez istişare kurulunun kararlarını uygulamak,
  9. İl’indeki parti işlerini yönetmek,
  10. İl’indeki mahalli istişare (yönetim) kurullarını kurmak, geliştirmek ve denetlemek.

Madde 11. Mahalli İstişare (yönetim) Kurulları:

  1. İl istişare (yönetim) kurulu her şehirde sayısı 5’i geçmemek üzere (parti üyelerinden seçerek) bir mahalli istişare kurulu kurar. Üyeler arasından bir lider seçilir ve bu il’ deki il istişare kurulu, seçilen liderin atamasını yapar. Bu lider, mahalli istişare kurulunun başkanı ve tüm alt ünitelerden sorumlu kişidir.
  2. Mahalli istişare Kurulu, kişilerin partiye üye olma ehliyetlerine karar verir.
  3. Her mahalli istişare kurulu, İslam davetinin gereğini yerine getirmek, partinin şehirde ve o şehre bağlı ilçe, belde ve köylerdeki işlerini yönetmek, alt ünitelerde görülen İslami parti kültürüne ilişkin dersleri düzene koymak biçiminde sorumluluk yüklenir. Alt Üniteler kişi sayısı 10 civarında düzenlenir. Bu sayıya partili eğitici nezaret eder.
  4. Alt Üniteleri denetleyenlerin de parti üyesi olmaları gerekir ve atanmalarını mahalli istişare (yönetim) kurulları yapar.
  5. Mahalli istişare (yönetim) kurulunun her üyesi alt ünitelerin çalışmalarını kontrol etmekle yükümlüdür.

 Madde 12. Mali İşler:

  1. İslami Parti’nin Gelirleri:
  2. Parti üyelerinin yapacağı bağışlardan ve aylık teferru’lardan,
  3. Alt Ünitelerdeki derslere devam edenlerin yapacakları bağışlar ve her ay ödeyecekleri aylık teferru’lardan,
  4. İslam’ın cevaz verdiği ve merkez istişare (yönetim) kurulunun almaya karar vereceği öteki bağışlardan sağlanır.
  5. Partinin geliri, merkez istişare (yönetim) kurulunun tasarrufu altında bulunur. Lider istişare kurulu bu gelirleri uygun göreceği şekilde parti işlerine harcar.

Madde 13: Tüzüğün Adı ve Değiştirilmesi:

  1. Bu tüzüğe “İslami Parti Tüzüğü” denilir.
  2. Bu tüzük ancak lider (merkez) istişare kurulu tarafından değiştirilir.

Ek Madde. Karar Alma Biçimi:
Lider (merkez) istişare (yönetim) kurulu kararlarını:

  1. Hemen her konuda, liderin konuyu kurul üyeleri ve ehil olan kimselerle istişaresi sonucu en isabetli gördüğü görüşleri kararlaştırarak,
  2. Parti topluluğunun çoğunluğuna dayalı işlerde kurul üyeleriyle istişaresinde cumhurun görüşünün kararlaştırılması şeklinde,
  3. Çoğunlukla yapılacak işlerde görüşler arasındaki dengeyi liderin bulunduğu tarafın görüşü ile bağlayıcı hale getirmek şeklinde tezahür eder. Bu tarz takip edilerek alınacak kararlar bütün partilileri ilzam edicidir.

Ek Madde.  Partinin Amblemi:
Partinin amblemi; içine Kelime-i Tevhid istif edilmiş hilal ile, içine besmele istif edilmiş yıldızdan oluşur.
EK Madde. Olağanüstü Toplantı:
Lider (merkez) istişare kurulu üyeleri, liderin ve en az iki merkez istişare kurulu üyesinin isteği ile olağanüstü toplantıya çağırılır. Toplantı gerekçesi toplantıyı gerekli kılar.
Ek Madde. Günlük İşler:
Merkez istişare (yönetim) kurulu üyelerinden en az iki kişinin, lider yardımcısı olarak atanması ve partinin işlerinin görülmesinde bunların müteferri olarak çalışmasının sağlanması. Günlük işlerin yürütülmesinde, lider bu iki kişi ile acilen kararlar alıp yürürlüğe koyabilmelidir.
İSLAMİ PARTİ PROGRAMI ANA BAŞLIKLAR:
Genel Hükümler… Devlet ve Yönetim… Toplum Yapısı… İnsan Yapısı… Doğa ve Yapısı… Kültür… İş-İşyeri-İşveren ve Çalışma Hayatı… Ekonomik Yapı-Ekonomi İlmi ve Ekonomi Politikası… Maliye İlmi ve Maliye Politikası… Dahili Emniyet… Otorite ve İdare… Eğitim-Öğretim ve Politikası… Sağlık… Spor… Ordu ve Savunma… Dış Politika… İskan… Ulaştırma… Tanıtma-Tebliğ… Seyahat-Dinlenme… Yargı… Yasama… İdare… İttifaklar-İyi Komşuluk İlişkileri… Muhalefet-Murakabe-İtaatsizlik ve Kıyam… Aile… Özel hayat ve Mahremiyeti… Vergi… Zekat ve Sadaka… Sanayi… Esnaf… Ticaret… Toprak Mülkiyeti… Çocuk-Kadın-Erkek… İşkence ve Ceza… Bilim ve Sanat… Bürokrasi-Teknokrasi… Devlet Başkanı-Şura Meclisi… Devlet Başkan Yardımcıları… Devletin Şekli-Resmi Dili-Bayrağı-Başkenti-Marşı… İslam Devleti Dışındaki Müslümanlar ve Hukuku.
İSLAMİ PARTİNİN PROGRAMI:
Amaç ve Yöntem:
Madde 1. İslami Parti’nin amacı Allah’ın ismini ilâ’dır.
Madde 2. Allah’ın isminin i’lâsı, tevhid akidesi sahibi bulunmak ve Allah’ın hükümlerine teslim olmakla mümkündür.
Madde 3. Bir toplumun halinin değişmesi ancak o toplumdaki insanların bazı kimselerden başlayarak insanların nefislerindekileri değiştirmesi ile mümkündür. İslami Parti, toplum olarak halimizin değişmesi için insanlarımızın nefislerindekileri Kur’an’daki Allah’ın hükümleriyle değiştirmemizin zaruretine inanmaktadır. Bunun için, dünya görüşümüzden hayat tarzımıza kadar her hususu Kur’an ışığında yeniden elden geçirmek ve Kur’an dışı pisliklerden insanımızı arındırmak; düşünce ve davranış bazında olmazsa olmaz gördüğümüz gerçeklerdir. Bir diğer tabirle, tıpkı Peygamberimizin yaptığı gibi Kur’an’ı ahlak edinmek ve edindirmeye çalışmaktır. Bu esastan tek kişi de kalınsa kesinlikle vazgeçmek, İslam dışılıklarla uyuşmaya ve uzlaşmaya gitmek, düşünülmesini bile korkutucu bulduğumuz esaslı sapmalardır.
Madde 4. Düşünce ve metod beraberliğinin ve aynı cinsten oluşunu Kur’an’dan alarak düşünmek ve hareket etmek zarureti vazgeçilmezdir. Zira metod düşüncenin cinsindendir; ayrılması söz konusu olamaz.
Madde 5. Kur’an kalkışlı olarak insanımızı eğitmek, Peygamber’in Allah’ın elçisi sıfatını ve ‘güzel bir örnek’ oluşunu teoriyi pratiğe dönüştürürken hep göz önünde bulundurmak, İslami Parti’nin varlığının hikmetidir. Eşyanın tabiatını, insanın fıtratını gerçeğine uygun olarak anlamayı İslami Parti Allah’ın Kur’an dışındaki ayetlerini anlamak ve kabullenmek olduğunu bilir ve gereğince hareket eder.
 Sosyal Statü:
Madde 6. İslam insana itibar ettiğinden İslami Parti de kadın-erkek, aydın-halk, yönetici-yönetilen, zengin-fakir, işçi-işveren gibi herhangi bir sınıflandırmayı reddeder. Zira Allah’ın kullan olarak, O’na teslim olmuşluklarıyla temayüz edenler olarak hangi halde bulunursa bulunsun tüm insanlar Allah’ın kulları olarak eşit durumdadırlar ve haklarındaki hüküm Kur’an’ın koyduğu ölçülere göre verilir.
Madde 7. İslam insan için izzettir, şereftir. İnsan ancak İslam’la şereflenir. Şereflenme imkanı bütün insanlara sunulacak, bu yapılırken hiçbir fark göz önünde bulundurulmayacaktır.
 Şahsiyet Kazandırma:
Madde 8. Gerçek kalkınma fikri seviyenin yükselmesidir. Bu sebeple Allah’ın kullarının kalkınmışlığının nimetlerinden yararlanması için fikri seviyelerinin yükseltilmesi görülüp, gözetilecektir. Şahsiyet sahibi bulunma, saygınlık kazanma her insanın tabii hakkıdır. Her insana, insan olabilmesinin bütün imkanları arz edilecek ve yararlanması sağlanarak saygınlık kazanmasına çalışılacaktır. Bu konuda kimse ikinci derecede mütalaa edilemez; herkesin aynı nispette muamele görmesi ve kendisine hakkın sunulması hakkı tanıyanlara borç iken, ondan mahrum olanlara haktır. Bu bilinç yayılıp, yaşatılacaktır.
Madde 9. Kimsenin kendini insanlardan üstün görmesinin hiçbir geçerli gerekçesi yoktur ve olamaz. Üstünlük ancak takva iledir ve Allah katındadır. Takvalı olsa dahi herhangi bir insanın kendini başkalarından üstün görmesi takvaya aykırı olduğundan caiz değildir ve kabul edilemez.
 İslami Duyuru:
Madde 10. İslam anlatılırken en güzel şekilde anlatılacak; yumuşak bir dil, ikna edici bir üslup, muhatabı rezonansa getirici bir yol izlenecektir. İslam’ın kabul ettirilmesi için kesinlikle “ikrah” (zor) kullanılamaz, haramdır ve kabul edeni bağlamaz. İnsanlar arasında temayüz ancak doğru düşünce ve doğru davranışla sağlanabilir. İslam’ı gereği gibi anlamış ve hayatına geçirmiş bir partili, başkalarına da aynı tarzı önerecek, benimsemesine çalışacaktır. İnsanları midesinden bağlamak, hırsından ve zaaflarından yararlanmak kesinlikle İslami bir yöntem olmayıp ancak akıl ve gönüllerinden bağlamak alternatifsiz olarak İslami bir yoldur. Bu yol asla terkedilemez. Nefislerindekileri değiştirenler, henüz değiştirmemiş olanlar için birer canlı kılavuzdurlar, güzel birer örnektirler. Ki insanları kendilerini güzel örnek haline getiren Kur’an’a ve Kur’an’ı ahlak edinen Peygamber’e insanları yönlendirirler. Hakk’ı, sabırla ve yaşayarak tavsiye etmek şiarımızdır.
Madde 11. İslam, ne demokrasilerde olduğu gibi kişiye toplumu ifsad imkanı tanır ne de sosyalizmde olduğu gibi toplumun, kişiliği ezip mustazaf olmasına meydan verir. Kişi de, hukuku gözetilmek ve korunmak durumunda bulanan bir objedir, toplum da düzeninin korunması gereken, hukukuna riayet edilmesi zaruri bir objedir. Bu sebeple kişinin kişilere karşı hakları öylesine düzenlenmiştir ki herhangi bir kişinin diğer kişinin hukukuna tecavüzü asla caiz değildir. Yine kişinin Allah’a karşı riayet etmesi gereken borçları vardır. Kişilerin Allah tarafından belirlenmiş haklarına riayet etmesi, hem diğer kişileri, hem de toplumu üzerinde bulunduğu düzen itibariyle koruyucudur, hem de topluma tanınan haklar kişiliği ezip, yok edici değildir. İnsan üzerinde Allah’ın hakları olduğu gibi kullarının da hakları vardır. Kişi bunlara riayet ettikçe ne kendisinin başı ağrır ne de toplumun başını ağrıtır. Aslolan, ‘Hukuk’ul ibad’a ve Hukukullah’a’ riayettir.
 İslami Devlet:
Madde 12. İslam Devleti, toplum içinde organize olmuş insanları münkerden nehyederek, ma’ruf ile emrederek hayra yed’en bir topluluğun yanında ve onun da yardımı ile aynı amacı gerçekleştirmekle görevli resmi bir organizasyondur. İşlevi; Allah’ın kullarını hayra çağırmak, hakkı uygulamak, ifsada müsaade etmemektir. Müeyyide uygulama yetkisi esas itibariyle devlete aittir.
Madde 13. Türkiye’nin bütünlüğünü korumak İslam Devleti’nin ilk ve başlangıç hedefidir. Giderek, bütün halkı Müslümanım diyen ülkeleri bu bütünlük içinde bulundurmak, bu ülkeler halklarının nefislerindekileri Kur’an’dakilerle değiştirmesi sonucu takip edilecek en tabii süreçtir. İnsanlar rızalarıyla, tıpkı Akabe’de olduğu gibi Allah’ın hükümleriyle hükmedilmeye talip olarak bu bütünlüğe dahil olacaklardır. Halkı bunu istediği halde, halkının isteğine mani olanlar engel olmaktan çıkarılırlar.
Madde 14. İslam Devleti’ni meydana getirecek her kavmin (toplumun) İslam’ a aykırı bulunmayan örfü, adetleri, doğal özellikleri tıpkı doğanın korunduğu gibi korunur, yaşaması için bütün imkanlar hazır bulundurulur. Bu farklı özellikler, bizleri yaratanın muradı olduğu göz önünde bulundurularak, kavimlerin tanışmaları, kaynaşmaları ve bilişmeleri içindir. Bu cümleden olarak kimseye ana dilini konuşmak, yazmak ve onunla yayın yapmak yasaklanamaz. Ne var ki müşterek iradeleri ile kurdukları devletin bir müşterek dili resmi dil olarak kullanması da hayatın zaruretlerindendir. Bir dilin resmi dil olarak kullanılması zarureti herkese o dil ile resmi işlerini yürütme zorunluğu getirmez ve devlet bu noktada, hangi dil ana dili olursa olsun herkese, devlet ile muhatap olabilmesi için yardımcı olur. Örneğin, kendi dili ile verdiği dilekçeyi resmi dile çevirtir. Bu görev devletin görevlerindendir.
 Eğitim ve Okullar:
Madde 15. Ülkede bulunan bütün okullarda, devlet en alt basamaktan başlayarak İslam’ı tanıtır, öğretir. Lakin kabul etmeye kimseyi zorlayamaz. İslam Devleti tebaası bulunan fakat Müslüman olmayanların dinlerini öğrenmeleri ve onunla amel etmeleri de sağlanır. Devlet, insanının ve insanların fikri gelişimleri için bütün bilinen ve bulunan imkanları hazır eder. Yaşadığı dünyayı tanımayan, gerçeklerden habersiz tebaa, devlet için mürüvvet değil, yüktür. Bu yükü hafifletmek için her meşru işi yapmak devlet için zaruridir.
 Devlete İtaat:
Madde 16. Allah’a masiyette devlete itaat yoktur. İslam dışılık devletten de sadır olsa itaat edilmez ve karşı çıkılır. Bu karşı çıkış, kendisinden masiyet sadır olanı düzeltene kadardır. Devlet bazında bu işle görevli “Zulüm Mahkemeleri” tam yetkili olarak devlet ile tebaa arasındaki İslam dışılıkları yargılama, karar verme yetkisini haizdir. Yargı ve verilen karar kamuoyuna açıklanarak insanların ona göre hareket etmesi sağlanır. Ayrıca mahkeme kararını infaz edecek görevliler, kararı devlet yetkilisi üzerinde uygulama yetkisini de haizdir.
Madde 17. Kişilerin hangi cinsten olursa olsun görüşlerini dinlemek devlete vaciptir. Ne var ki toplumu ifsad edici, insanlık aleyhine düşünce ve amellerin yayılması ve yeryüzünü ifsadı kesinlikle mübah olamaz, engellenir. Bunu tespitte kıstas mutlaka Kur’an’dır ve Peygamber’ in Kur’an’i sünnetidir.
 Adli Mekanizma:
Madde 18. Her hak sahibi ile o hakkı sahibine ödemek durumunda bulunan arasında mutlaka hükümleri geçerli olan mahkemeler bulunacaktır. Bu mahkemelerin hükümleri nafizdir. Bu sebeple ne işçi sendikalarına, ne işveren sendikalarına, ne greve, ne lokavta; toplumu üretimden alıkoyması, çalışan-çalıştıran arasına nifak sokması, ülkenin, devletin ve insanların zarar görmesine neden olması sebebiyle, müsaade edilemez. İslam bu gibi örgütlenmeleri arzın ifsadı olarak değerlendirir ve engel olur. Her hak sahibi hakkını alana kadar devleti yanında bulur. Hak sahibinin konumuna bakılmaksızın, yalnızca hak sahibi bulunuşuna bakarak bu işleri deruhte eder.
Madde 19. Kimsenin sahibi bulunduğu hakka kavuşmasında rengi, dili, dini, içtimai konumu ne öncelik sebebi olabilir, ne de hakkına kavuşmakta geciktirici bir sebep olabilir. İslam Devleti her hakk sahibini hakkına kavuşturana kadar hak sahibinin yanında olacağı gibi, haksızlığa uğrayanın da yanında olacak ve haksızlık yapanın karşısında, haksızlığa uğrayanla birlikte bulunacaktır.
 Toplumsal Sınıflar:
Madde 20. İslam içtimai sınıflar tanımadığından, sınıfsal örgütlenmeleri de tanımaz. Ruhban sınıfı, işçi sınıfı, sermayedar sınıfı gibi sınıflanmalara asla müsaade edilmez. Örgütlenme ancak insanları münkerden nehyederek, ma’ruf ile emrederek hayra yed’mek için olmalıdır.
Madde 21. Toplumun gelişmesi hak üzerinde bütünleşmesi ile mümkündür. Hangi meslek ve içtimai durumda olursa olsun her kesimden kadın ve erkeğin çocukluktan itibaren gelişmesini sağlamak için devlet her türlü tedbiri alır ve insanına arz eder. Bunu yaparken herhangi bir ayrım gözetmez. Fiziki ve fikri gelişmenin bütün imkanlarını tebaasına hazır eder. Bu amaca yönelik olarak toplumu örgütler.
 Devletin Varlık Gerekçesi:
Madde 22. Devlet varlığını İslam’a borçludur. İslam üzerinde sağlanmış konsensüs, devletin varlığının ve devamının hikmetidir. İslam varsa ve İslam üzerindeyse devletin, meşru devletin varlığından söz edilebilir. Bu sebeple devletin korunması da İslam’ın korunmasına, yaşatılmasına bağlıdır. Devlet meşruiyetini şeriattan alır.
Madde 23. İslam Devleti’nde otorite merkezi, idare ise adem-i merkezidir. Otorite de, idare de meşruiyetini şer’i oluşundan alır. Bu sebeple, ne otoritede ne de idarede İslam dışılığa göz yumulamaz.
Madde 24. İslam toplumunu meydana getiren ırkların, dillerin, coğrafyaların ve sair farklılıkların korunması devletin varlığını sağlamlaştırıcı, farklı toplumların birinin diğeri ile yakınlaşmasını sağlayıcı, tanışıp bilişmesini temin edici olarak görülür. Bütün bu farklılıklarına rağmen İslam toplumunu meydana getiren kavimler, sahih İslam akidesi ve buna dayalı yaşam biçimini benimsemekle bütünleşirler. Bu bütünlüğün ne akide, ne yaşam biçimi, ne coğrafya ne de sair farklılıklara bakılmaksızın ve itibar olunmaksızın korunması gerekir.
 Yasama:
Madde 25. Yasama esas itibariyle Allah’a aittir. Herhangi bir hususun kanunlaşması ancak İslami temellere dayalı görüşlerin istişaresi sonucu devlet başkanınca yapılır. En güçlü delillerin temellendirdiği görüşler, tealluk ettiği konulardaki ulaşılmış gerçeğe en yakın görüşler olarak benimsenir ve kanunlaşır. Herhangi bir konuda kanun değişikliği de, mevcut kanunun tealluk ettiği konu ile ilgili olarak daha sağlam delillere dayalı daha isabetli görüşlerin en kısa zamanda devlete iletilmesi ile üzerinde görüşme sağlanıp, en geniş şekilde istişare edilerek yine devlet başkanınca yapılır; eski kanun yürürlükten kaldırılıp, yenisi tamim edilir. Böylece ümmet otoriteyi sürekli olarak üzerinde hisseder. Asıl otorite İslam’a aittir. Öylesine aittir ki devletin başkanından, bütün organlarına ve sade bir vatandaşa kadar herkes İslam’ın otoritesini üzerinde hisseder ve İslam’ın üstünlüğü bu otoritenin meşru olarak tanınması ve itaatinin geçerli sebebini teşkil eder.
 Sağlık:
Madde 26. Devlet içtimai tedavi edicilikten önce koruyucu bir devlettir. İnsanını her türlü İslam dışılıktan; fıtratına ve eşyanın tabiatına aykırı yönlendirmelerden sakınır ve İslam ile insanını terbiye eder. Buna rağmen tedavisi gereken durumlar ortaya çıktığında, yalnız bu durumlar için tedaviye önem ve öncelik verir. Aslolan, insanı ve toplumu İslam dışılıklardan koruyuculuktur. Tedavi bunu takiben söz konusudur.
Madde 27. Tedavi hastanın tedaviden önceki sağlıklı durumuna kavuşturulması içindir. Bu sebeple yargı sonucu ıslahı mümkün kılacak ta’zirden başlayarak tecziye dahi yapılır.
 İhtilafların Halli:
Madde 28. İnsanlar arasındaki nizaların halline, en küçük yerleşim birimleri olarak mahalle sakinlerinin basiret, feraset ve takvalarıyla tanınanlarından oluşan anlaştırma, vazgeçirme ve nizaa son verme için teşekkül ettirilecek hey’etlerden başlayarak çalışılır. Mahkemeye intikal etmeden halledilen nizalar hal olunmuş sayılır.
Madde 29. Yasaların İslam’a dayalı anayasaya uygunluğu esastır. Ne bu anayasa hükümleri ne de sair kanunlar, İslam’a aykırı olamazlar.
 Başkanın Seçimi:
Madde 30. Devlet başkanını halk seçer ve ona Allah’ın hükümleriyle hükmetmesi üzerine biat eder.
Madde 31. Devlet başkanı, gerek belli işler için ayrı ayrı ve yalnızca o işe münhasır olmak üzere, gerekse bazı belli işlerle sürekli meşguliyeti için yardımcılar seçer. Bunların sayısı, işlerin en iyi yürütülmesini sağlayacak ve ülkenin ihtiyacını karşılayacak kadardır.
 Maruf’un Emri Münker’in Nehyi:
Madde 32. Müslümanların içinde, münkerden nehyetmek ma’ruf ile emrederek insanları hayra yed’ecek en az bir siyasi parti bulundurmaları farzdır. Bu birden fazla da olabilir, ki olmalıdır da. İslam’da iktidar nasıl İslam ile bağlı ise, fiilen iktidar olamayan partinin mensupları da İslam’a bağlıdırlar. Bu sebeple muhalefetin görevi iktidarı İslam dışılıklardan korumak, sakındırmak bu konuda kamuoyunu canlı ve uyanık tutmak ve İslam’a uygunluklarında İslam’ın iktidarına ve bunu sağlayan yönetime bütün gücü ile yardımcı olmaktır. Demokrasilerde olduğu gibi, iktidarda bulunan ne yaparsa yapsın ona karşı çıkmak değildir. İslami olmayan bu yöntem hakka karşı çıkmaktır, ki İslam’da yeri olamaz. Velhasıl, iktidarı ve muhalefeti ile bir bütün olan İslam ümmeti için tek amaç ancak Allah’ı razı etmek olup, buna aykırı düşen işlerinde, iktidar olsun muhalefet olsun tecviz edilemez. İktidara ancak Allah’a ma’siyet olan işlerinde itaat etmemek farzdır.
Görüşleri İslam dışında bulunmadığı sürece farklı görüşlerine itaat edilir, şayet yanlışlığı düşünülüyorsa bu düzeltilmeye çalışılır. Ki usulü genel gidişi bozmadan, ifsad edici olmadan kendi görüşlerini iktidara ulaştırmak ve ikna ederek daha doğru görüşün geçerli hale getirilmesine çalışmaktır.
 İdari Birimler:
Madde 33. Ülke, eyalet veya vilayetlere ayrılarak yönetilir. Daha küçük birimler de ihtiyaca göre düzenlenir. Eyalet veya vilayetlerin yönetiminde eyalet veya vilayet valileri, eyaletlerin veya vilayetlerin kendine mahsus özellikleri göz önünde bulundurularak halk tarafından seçilir ve devlet başkanı tarafından atanırlar.
 Mülkiyet İlişkileri:
Madde 34. Mülk Allah’ındır. İnsanlara yararlanma hakkı tanımıştır. İslam özel mülkiyeti, ümmet mülkiyetini ve devlet mülkiyetini tanır. Lakin hangi türden olursa olsun mülk edinmeyi şeriatın belirlediği sınırların dışında elde etmeyi mübah görmez. Bununla birlikte elde edilen mülke sahipliği sürdürmeyi ve bunda tasarrufu da İslam dışılıklar gördüğü takdirde tecviz etmez ve engel olur. Kimse haramdan kazanamayacağı gibi, haram şekilde tasarrufta da bulunamaz ve harama da sarf edemez. Allah insanlara mülkü, yararlanacakları bir nimet olarak vermiş, verdiklerine de vermediklerini de yararlandırsın için vermiştir. Bu sürekli olarak tavsiye edilir, teşvik edilir.
Madde 35. İnsanını her açıdan güçlü yapmayı ve bulundurmayı hedefleyen devlet, siyasi ve ekonomik ve sanayi alanında sürekli olarak geliştirmeyi amaçlar ve bunun için imkanlar hazırlar. Onu teşvik eder. Başarısı ve becerisi için yanında bulunur. Bu sebeple içtimai alanda olsun, sanayi alanında olsun, bilimsel alanda olsun, çalışma alanında olsun hayatı kolaylaştırıcı yöntemlerin geliştirilmesi ve bundan istisnasız herkesin yararlanması için çalışır.
 Devlet Görevlisi:
Madde 36. Devlet, gerek kendi görevlerinin verilmesinde gerekse kamuda ehliyete, seceriye, çalışkanlığa ve akıllılığa öncelik ve önem verir. Uyuşukluğa, çalışmadan yemeye, miskinliğe, fakirliğe iyi gözle bakmaz. Bir işi bulunmayı insanlar için yaşama hakkı olarak görür. Herkesin bir işinin bulunmasını temin devlete vaciptir. İnsanlar çalışırken ve kazanırken nasıl geçiniyorlarsa, çalışamaz hale geldiklerinde de onları aynı yaşam düzeyinde bulundurmak devletin ve ümmetin görevidir. Ümmet adına bu görevi devlet, ümmetten alacakları ile gerçekleştirir.
 Aile:
Madde 37. Aileyi, bir bütün olan vücudun en küçük birimi olarak, en sağlıklı şekilde tutmak devletin başta gelen görevidir. En küçük birimleri sağlıklı olmayan vücudun (bütünün) sağlıklı olabileceğine inanmaz. Büyük aileyi teşvik eder ve üç neslin mümkün olduğunca bir arada, bir evde yaşamasının şartlarını hazırlar. Hayatı daha önce yaşamış olanların tecrübelerinden, henüz yaşamaya başlayanların yararlanmasına imkan hazırlar.
 Memur Politikası:
Madde 38. Devlet, personel politikasında az insanla çok iş yapmayı önde tutar. Devlet hizmetinin, Allah’ın hükümlerinin uygulaması hizmeti olduğu bilinci ile, Allah’ın kullarına şefkat, anlayış ve dirayetle yapılmasına özen gösterilir. Bu hizmette bulunacaklara biniti yoksa binit, evi yoksa ev, hizmetçisi yoksa hizmetçi verilir ki hizmeti yapabilmesine en küçük bir mani dahi bırakılmasın. Devlet hizmetinde bulunanların insanlara kötü muamelesi veya suiistimali asla hoş görülemez ve derhal görevli azlolunur ve gerekiyorsa cezalandırılır.
Madde 39. Devlet görevlilerinin görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmesine yardımcı olmak da tebaanın asıl görevlerindendir.
 Bilimsel Çalışma ve Amaç:
Madde 40. Bilim kuruluşlarından başlayarak halkın arasında da her alanda bilimsel çalışmalara, bunların en kısa zamanda pratiğe dönüştürülerek insanların yararına sunulmasına devlet imkan hazırlar. Bu cümleden olarak dünyadaki bilimsel yenilikleri, araştırmaları ve sonuçlarını insanlarına iletmek için çalışır. İnsanının bu alanda da yeteneklerinin gelişmesi için imkanlar hazırlar ve bunların ürünlerinden diğer insanların da yararlanmasını temin eder.
Madde 41. Her türlü eğitim-öğretim kurumu açma ve işletme, başta devlet olmak üzere herkese serbesttir. Lakin kim olursa olsun İslam dışı bir eğitim yapamaz ve yaptıramaz. Eğitimin bütün alanlarında İslam ve İslami bakış açısı vazgeçilmezdir. İnsanlara İslam tanıtılırken, İslam dışılıklar da gerçeğine uygun olarak tanıtılır ki mukayese ve muhakemenin gelişmesi sağlanabilsin.
 Medya:
Madde 42. Her türlü iletişim aracı tv, video, radyo, gazete, dergi sahibi olmak ve yayınlamak kimsenin tekelinde değildir; belki İslam’ın tekelindedir. Olaylar ve gerçekler her tür yayın aracı ile ancak gerçeklerine uygun düşen şekli ile verilebilir. Çarpıtma veya saptırma kamuoyunu yanıltma olarak değerlendirilir ve cezalandırılır. İddialar delillendirilmedikçe yayılamaz, yayınlanamaz. Kimsenin kimseyi, kişiden devlete, küçük düşürmeyi ve insanların su’izann taşımasına sebep olunmasına müsaade edilemez.
 Tekelleşme ve Mafya:
Madde 43. Hiçbir alanda tekele müsaade edilemez; belki yalnız İslam’ın tekelindedir her şey. Bu itibarla devlet sektörü veya özel sektör için ayrı ayrı ölçüler söz konusu olmayıp, tek ölçü olarak İslam’ın ölçüleri herkesi bağlayıcıdır. Devlet, İslam dışılıkları her alanda arzın ifsadı olarak değerlendirir ve imkan tanımaz.
Madde 44. Hiçbir alanda, görünür veya görünmez mafyaya en küçük bir anlayış dahi gösterilemez. Şehirlerin, kasabaların, mahallelerin hangi alanda olursa olsun, satıcılar tarafından parsellenmesi ve diğerine kapatılmasına, alınıp satılmasına asla izin verilemez. Devlet, tekel kırmakta en etkili yöntemleri kullanır ve tekellerin kökünü kazır, yeşermesine imkan tanımaz.
 Günlük Mesai:
Madde 45. İnsanların birbirleriyle sıcak ilişkilerine imkan tanımak üzere, gerek münferit olarak gerekse ailecek görüşüp tanışmalarına, ziyaretler yapmalarına imkan verecek bir çalışma hayatı
düzenler. Bu sebeple hayat sabah namazını takiben başlar. Resmi ve özel mesai, günün ortasını biraz geçe biter. Akşama kadar insanların birbirleriyle görüşüp, konuşmaları, tanışmaları ve ilişkilerini güçlendirmeleri, akrabalık bağlarını, dostluk ilişkilerini, komşuluk ilişkilerini güçlendirmeye imkan sağlanır. Yine bunun sonucu olarak yaratılış sebebine uygun düşecek şekilde ‘gündüz çalışma, gece istirahat içindir’ ilkesi gerçekleştirilir.
 Kişiliğin Geliştirilmesi:
Madde 46. Kişiliğin geliştirilmesi, kimsenin kimseye kul olmasına meydan verilmemesi, yalnızca Allah’a kulluğun kapısının açık tutulacağı bir yapı İslam devletinin öncelikli gördüğü hayati bir zarurettir. İnsanlar ahirete göre hazırlanacaklar, yaptıkları her işi ahirini düşünerek, hesap ederek yapmaları bilinci verilecektir. Ki ahiret duygusu ve düşüncesidir insanları yeryüzünü ifsatdan alıkoyan. Bu düşüncenin en canlı bir şekilde yaşatılması ferden ferda temin edilmeye çalışılacaktır. Bir işin ahirini düşünmek kısaca ‘şunu şöyle yaparsam sonu ne olur, böyle yaparsam sonu nasıl olur?’ diye düşünmektir ki bu düşüncenin köklü olarak yerleştiği kimse, sonu olmayan ahireti de düşünür hale gelecektir. Yalnız bu dünya için sınırlı kalsa bile, insanların ahir düşüncesiyle hareket etmeleri kendilerini de toplumu da ifsatdan alıkoyan bir asıldır.
Madde 47. İnsanın fıtratı ve tabiatın olduğu gibiliği korunmalı, buna özel özen gösterilmelidir. Zira Allah her şeyi kulları için yaratmıştır. Kimsenin kendisinden sonra geleceklere bırakacağı şeyler kendisininkinden daha az ve daha kötü olmamalıdır. Ne nimetlerin yerli yerince kullanılmayışına, ne tüketilip bitirilmesine, ne de bir neslin diğer nesli düşünmeden hareket etmesine imkan bırakılmaz. İslam’ da “Benden sonra tufan!” anlayışına asla yer bulunamaz. Bu cümleden olarak havanın, suyun, karanın, denizlerin kirlenmesi ve kirletilmesi, insan kirlenmesini takiben titizlikle engellenmesi gereken münkerlerdir. Zaten bütün kirliliklerin başı insan kirlenmesidir ki insan kirlenmesine imkan tanımayan İslam, insan için ve insanın yararlandığı şeylerin de kirlenmesinin baştan önüne geçmiş olacaktır.
 Kültür:
Madde 48. Kültürlü olmak, gelip geçmiş kavimler hakkında bilgi sahibi bulunmak olduğu gibi el’ an yaşayan toplumların da durumlarından haberdar olmak dernek olduğundan, toplumun bu açıdan da bilgilendirilmesinde devlet öncülük eder ve insanının da bu öncülüğe katkıda bulunmasına, bu öncülükte yanında bulunmasına imkan hazırlar. Seyahati teşvik eder ve kolaylaştırır. Müslim, Gayr’i Müslim herkesin, gerek ülkeyi gerekse dünyayı gezip görmesi ve düşünmesine, doğru sonuçlar çıkarmasına yardımcı olacak şekilde maddi ve kültürel yönde yardımcı olur. Bu cümleden olarak İslam devleti topraklarında ve mümkün olduğunca başka devletlerin topraklarında seyahati kolaylaştıracak imkanlar hazırlar. Bunun için vakıfları teşvik eder, konaklama yerleri hazırlar ve parasız olarak insanlara ve vasıtalara sunar. Belli bir süre de olsa parasız kalabilmeleri imkanını sağlamaya çalışır. Bu amaca yönelik eskiden yaşamış ve yaşatılmış ‘Kervan Sarayları’ canlandırır, diriltir ve geliştirir. Çevre insanlarının bu kurumların yaşamasına katkıda bulunmasını teşvik eder.
 Tarih:
Madde 49. Tarih, yaşandığı devrin gerçeklerine göre herkese tanıtılır. İbret alınsın için öğretilir. Dünü bilmeyenlerin bugünü değerlendirmeleri ve yarınlara hazırlıklı olabilmeleri mümkün değildir. Bu imkansızlığı kaldırıcı şekilde öğretilir. Dokunulmazlık söz konusu olamaz. Her devir gerektiği şekilde ve İslam’ın koyduğu ölçüler içinde kalmak kaydı ile değerlendirilir ve yargılanır, eleştirilerek öğretilir.
Madde 50. Özellikle televizyon, insanları eğitmekte görsel ve duyumsal olarak başta kullanılacak bir iletişim aracıdır. Elbette yazılı basına ve diğerlerine de önem verilmekle birlikte tv dizileriyle tarih, coğrafya, İslam tarihi, Peygamber’in hayatı insanlara sahih kaynaklara dayalı olarak filmler şeklinde gösterilerek, standart olan doğru bilgilerle insanların bilgilerinin paydaları eşitlenmeye çalışılır. Bu yapılırken, insanların kalıplara dökülmüş şekilde düşünmesi önlenir ve gelişmeye açık düşüncenin yücelip yükselmesi sağlanmaya çalışılır. İslam anlatılırken Kur’an esas alınacağı gibi, mezhebi görüşlere kesinlikle bir üstünlük tanınmaz ve objektif olarak tanıtılır. Peygamberin Kur’an’i düşünce ve davranışları, O’nun da bizler gibi bir insan olduğu göz önünde bulundurularak ve insanüstülükten kaçınılarak anlatılıp tanıtılır. Ki Müslümanlar O’na benzeyebilmek için Kur’an’ı ahlak edinme yolunu tutsunlar ve birer güzel örnek kişilik oluşturabilsinler. İnsanların zihninde çok tanrılı dinlerin ögelerinden insanüstülük izleri tamamen silinmeli ve bir daha yer tutmasına imkan bırakılmamalıdır. Ki insanlar puta tapıcılığa yönelmesinler. Allah’tan başkasını Rabler edinmesinler. Rab olarak yalnızca Allah’ı bilsinler, ki Rab olmaya yalnızca O layıktır.
 Dayanışma ve Paylaşma:
Madde 51. İnsanların diğerkâmlığı geliştirilerek kendini düşündüğü kadar başkalarını da düşünmesi eğitimle sağlanacaktır.
Madde 52. Güçsüz, geçici ve sürekli olarak çalışamaz halde bulunanlar, yaşlılar, dullar, öksüz ve yetimler ve acezeler, ümmetin kendilerine bakmakla mükellef bulunduğu zümreler olup, devlet ümmete vekaleten bunların sıkıntılarını üstlenir. Geçimlerini sağlar, her türlü imkanı kendilerine hazırlar.
Madde 53. Devlet her türlü hurafeye, batıla, uydurma her şeye karşı en büyük engeli insanını yetiştirerek oluşturur. Bunun en geçerli yolu ise İslam’ı gerçeğine uygun olarak öğretmektir. Hurafelerin İslam’da yeri yoktur ve olamaz. Ne kadar eskimiş ve ne kadar toplumda yer etmiş olursa olsun bütün hurafeler temizlenmelidir ki tevhid akidesi korunabilsin.
 İşyeri, İşçi İşveren Münasebetleri:
Madde 54. İşçi-işveren arasındaki münasebetler; işyerinin, işin, işçi ücretinin belirlenmesinde, işyeri şartlarının, çalışma koşullarının iyileştirilmesinde her işyerinde işçi ve işveren temsilcilerinden oluşan ve beş kişiyi geçmeyen kurullar kurulur. Bu kurulların işyeri ve iş (çalışma) şartlarıyla ilgili verecekleri bilgi muvacehesinde devlet bu işlerle görevlendirdiği ve yetkili kıldığı görevlileri vasıtasıyla gerek işyeri şartları, gerek çalışma şartları, gerekse ücret konusunda bu kurulların istişari mahiyetteki görüş ve verdiği bilgilerden yararlanarak yapacağı değerlendirmeler sonucu kararlar verir ve uygulanması için de işverene emirler verir. Bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğinden devlet görevlisi sorumludur. İşyeri kurulları uygulamadan periyodik olarak devlet görevlilerini haberdar eder. Grev, lokavt, işgal, işi engelleme, işi tavsatma türünden üretimi menfi yolda etkileyecek ve ülke ekonomisine zarar verecek her tür eylemden işçiler men edildiği gibi, işveren de kendine ait görevleri yerine getirmekten kesinlikle kaçınamaz. Her iki halde de devlet müdahale eder. İşçi ile işveren arasındaki ilişki bir aile ilişkisi gibi olup, aile fertleri arasındaki sıcaklık ve yakınlık, işçinin işini sevmesi, işverenin işçisini sevmesi; işverenin işçisine hakkını vermesi ve işçinin de aldığı ücreti hak etmesi, helal dairesi içinde yürüyen ilişkiler, işçi ve işverenin bir ailenin fertleri gibi biri diğerine yakın olmasını sağlayacak boyutlarda geliştirilecek ve uygulanacaktır.
 Ekonomik Politik:
Madde 55. Mülkiyet üç türlüdür:

  1. Özel mülkiyet
  2. Ümmet (Kamu) mülkiyeti
  3. Devlet mülkiyeti

     1.Özel mülkiyet fertlerin; çalışarak, bularak, devletin vermesi ile, miras yoluyla ve ganimet suretiyle sahibi bulunabileceği şeylerdeki tasarruf hakkıdır. Miras bırakabilir, bağışlayabilir, vasiyet edebilir. Lakin asla haramdan kazanmadığı gibi harama da sarf edemez.
II.Ümmet mülkiyeti:

  1. Tükenmez madenler,
  2. Su, ateş ve otlak gibi şeyler,
  3. Tabiatı ferdi mülkiyete müsait bulunmayan meydanlar, caddeler, sahiller, denizler, göller, ırmaklar, hava, güneş enerjisi, dalgalar, gezegenler türünden şeyleri kapsar.

İşletilmesi, ümmet adına ve hesabına devlet tarafından yürütülür. En verimli şekilde işletilmesi için, devlet gerekli gördüğü işletme tarzını seçer. Yıllık olarak meydana gelen hasıla, tüm toplum fertleri arasında kadın-erkek, zengin-fakir, çocuk veya büyük ayırt etmeksizin eşit olarak dağıtılır. Meydana gelen hasıladan devlet (işletme) kendini geliştirme, verimliliğini yükseltme gibi amaçlarla ve öncelikle işletmeye ayrılandan geriye kalan dağıtılır.
III. Devletin sahibi bulunduğu menkul ve gayr’i menkul eşyadan ibarettir. Ki devlet İslam’ın koyduğu kurallar çerçevesinde dilediği gibi tasarruf yetkisini haizdir.
 Ticaret, Para ve Faiz:
Madde 56. Ticaret helal, faiz haramdır. Ticarette tekelleşme kesinlikle yasaktır. Fiyatlara narh koyma haramdır. Bir malın fiyatının serbestçe teşekkül etmesi için devlet bütün gayretini sarf eder. Fiyatların serbestçe teşekkül etmesi için müdahale edeceği gibi tekelleşmeyi önlemek için de müdahale eder. Rekabet asıl olmakla birlikte kesinlikle başkalarını çökertme şeklinde tezahür edemez. Buna engel olunur. Kalite ve fiyat arasındaki uyum sürekli kontrol edilerek tüketicinin zarar görmesi önlenir. Ekonomik düzenden maksat, ülke insanlarının Allah’ın verdiği nimetlerden bunların esiri olmadan ve uçurumlar doğmadan yararlandırılmasını sağlamaktır. Bunu sağlamada ise haram ve helal hudutlarının çiğnenmemesi en önde dikkat edilecek husustur.
Madde 57. Paranın esası altına dayandırılacaktır. Altına nispeti oranında da gümüş yine bizatihi para olarak kullanılacak veya bunların karşılığında gaime çıkarılacaktır.
 Üretim Politikası:
Madde 58. Üretim, kabil olduğunca ucuz maliyetle yapılmaya çalışılacak, bu ucuzluk emeğin, hammaddenin ve sermayenin aleyhine olmayacağı gibi tüketicinin aleyhine de olmayacaktır. Esas itibariyle ham madde en ekonomik şekilde kullanılacak; emek, üretimdeki artışındaki oranı nispetinde değerlendirilecektir. Hiçbir maliyet faktörü sömürülmeyecek ancak belli zamanda yapılan üretim azami oranda yapılarak maliyetlerin düşüklüğü sağlanacaktır.
Madde 59. İnsan sağlığı için iş bizzat önemli olduğundan insanın işsiz kalması önlenecek, emek yoğun işler yaygınlaştırılarak makina zorunlu olmadıkça az kullanılacaktır.
Madde 60. Dünyada mevcut halkı Müslüman ülkeler arasında sanayi ve ticaret teşvik edilerek entegrasyona gidilecek ve bir bütün olma sağlanacaktır. Bu bütünlükte ekonominin, sanayi ve ticaretin önemi yerinde kullanılacaktır. Müslümanların herhangi bir hususta başkalarına muhtaç olmaması için gereken her şey yapılacak; ticaret geliştirilecek, sanayi yaygınlaştırılacak, üretim artırılacak ve paylaşımında bütün insanların yararlanmasına özen gösterilecektir. Emperyalistlikte sabıka sahibi devletlerden uzak durulacak, bunun aksine Gayr’i Müslim olmalarına rağmen ezilmiş halkların yaşadığı ülkelerle daha yakından ilgilenilerek onlara da İslam’ın izzeti her açıdan gösterilecektir. Tarımsal üretimde de belli bir araziden azamı verimin alınmasında, insan sağlığının ön planda tutulmasına dikkat edilerek çalışılacaktır. İslam ekonomisi, tüketimi ile övünen ekonomi değil; üretimi, üretiminin çok ve ucuzluğu sonucu Allah’ın kullarının bu üretimden yararlanabilmesine azami imkan tanıyan yönüyle temayüz eden bir ekonomidir. Yararlandırdığı insan sayısının fazlalığı, toplam tüketim rakamlarının çokluğu değil, ferden ferda insanların üretilenden yararlanmasını istihdaf eden bir ekonomidir. Bu sebeple üretim, tüketimin satın alma gücü yüksek insanlar arasında körüklenmesine değil, bütün insanların üretimden yararlanmasına yönelik olacaktır. Bu da üretilen şeylerin herkes tarafından alınabilirliği ile kabildir. Hayatı kolaylaştıracak eşyanın üretimine önem verilir, lüks eşyanın üretimine değil.
 Çevre Politikası:
Madde 61. Hava, su dahil, çevrenin temizliğinin(doğallığının) korunması asıldır. Kirlenmeye sebep olanlar engellenir. Bize teslim edildiği gibi bir tabiatı, bizden sonrakilere miras bırakmak zorunda oluşumuz onların bizlerin üzerindeki haklarındandır. Toprağın erozyonu önleneceği gibi, atıl bırakılmasına da göz yumulmaz.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
[1]Laiklik-Demokrasi ve İslam, anlam basın yayınevi
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir