Türkiye'nin Laikleri!

Türkiye'nin Laikleri!

1.Türkiye’de Müftülere nikah akdi yapma yetkisinin yasalaşması üzerine çıkan tartışmalarla ilgili olarak:
2.Memlekette kendilerini laik olarak niteleyip, laikliğin bekçiliğini yaptığını söyleyerek bu meseleye de beklenmeyen tarzda karşı çıkanlarımız, iki dünya savaşı arası tarihte kalmış, kendi zamanlarını durdurmuş, dolayısıyla siyaseten ‘gerici’ bir pozisyonda olduklarını bir kez daha ortaya koymuşlardır. Niye?
İki dünya savaş arası dönemde Kilise ile çatışmasını sürdüren ve dinle uzlaşmaya henüz geçemeyen Fransız modelini taklit edip yaşatmayı sürdürmeleri, hala o tarzı en doğrusu olarak yaşatmak istemeleri, bizce en büyük sebeptir. Oysa Fransa, ikinci dünya savaşı sonrası dinle uzlaşıp İngiliz tipi sekülerliğe geçmişti. Fakat bizimkiler düşünüş biçimi olarak bu geçişi yapamayınca, seküler kabuldeki sınırlar içindeki dini taleplere yahut dini ihtiyaçların karşılanmasına direnç gösterip, bu güne değin uzanan istikrarlı ‘din karşıtlığını’ sürdürme başarısını gösterebildiler!
3.Laiklik, ilkel biçimiyle dine karşı olmak, dinle siyasi mücadele edip dinin siyasal ve toplumsal hayattaki pozisyonlarını  bütünüyle ortadan kaldırmaktı. Hatırlanırsa modern çağa geçişte yeni devlet biçimleri oluşurken, klasik devredeki iktidar sınıfını teşkil eden kral, prens, aristokrat ve ruhban gibi yönetici sınıfla, yeni gelişen ve sermayeyi temsil eden burjuva sınıfı arasında uzun süren siyasi mücadeleler sonrasında var olabildi. Bu çatışmada din, eski ve yeni yorumuyla bu kavganın görünür sebebi ve eskiyi temsil eden aktör olmaktan kurtulamadı dolayısıyla sanki din savaşı varmışçasına yazılan tarihler gelişmeleri saptırmayı becerdi.
Gelişmeler böyle aktarılınca rasyonel ve bilimsel kabul, yeni gelişmelere karşı dinin direnmesi olarak reform ve rönesansa karşı modernizmin var olması için dinle kapıştığı, dine dair her ne varsa yok saydığı bir devre hikayesine dönüştü. Kilisenin elinde tuttuğu bütün pozisyonları elinden alıp hükümran olmak isteyen burjuvanın bu hikayedeki asıl rolü bu sayede örtüldü. Bu sebeple Avrupada bir kaç yüz yıl süren iç çatışmalar, mezhep ve din savaşları olarak yansıdı. Dinin hiç rolü olmadı denemez ama işin esasının din savaşları olduğu da söylenemez.
4.Kıta Avrupasında İtalya, Almanya ve Fransa gibi sayılı bir kaç ülkede olup biten sanayileşme, sınırlar ötesi mali serbestliği savunan liberalleşme ve iç pazar tekelini elde etme amacını sağlayan uluslaşma sürecinde, taraflar kavgasını din üzerinden sürdürdüler. Daha geçen yüzyılın başına kadar süren çatışmalar neticesinde birbirilerini alt edip ortadan kaldıramayacağı noktasına gelen eskisi yenisi yönetici sınıflar, bir uzlaşı noktasında buluştu, yeni iktidar alanı tayinleriyle kendi pozisyonlarını sağlama aldılar. İkinci dünya savaşı sonrası bu taraflar bütünüyle seküler laiklik aşamasına geçmek durumunda kaldılar zira yeni patron Amerikan düzeni bunu gerektiriyordu.
Modernleşme ve ululaşma süreci olarak bilinen siyasi çatışma süreci, aslında devlet iktidarının yapısal ve sınıfsal olarak el değiştirmesiydi.
Avrupanın Anglo-Sakson denen okyanus kıyısı ülkelerinde, bu işler içerde din savaşına varmadan yahut bu işi daha fazla uzatmadan erken dönemde halledildi. Aristokrasi, prensler, ruhban sınıfı ve kral, burjuva ile anlaşıp birlikte güç olmayı, yeni düzeni birlikte omuzlamayı becerdiler ve zaten imparatorluğuda bu sebeple kurabildiler.
Deniz kıyısı ülkelerde laikliğin seküler boyutu gelişmişti. Bu biçimde din karşıtlığı değil, dinle savaş değil, dine yeni açılan alan ile din barışı sağlanmıştı. Bu modelde siyasi, maddi ve mali ekonomik, sosyal ve hukuk sistemi dinden bağımsız olmuş, din bu işlere karışmayıp kendi özel alanına çekilmişti. Böylece din, bireysel, özel, vicdani, ruhani ve manevi bir inanç ve kişisel bir ibadet ve ahlak olarak kendi alanını yaratmış, buralara çekilmiş, ortaçağ öncesi Roma dönemindeki konsüller devrine geri dönmüştü.
5.Laikliğin seküler boyutunda toplumsal uzlaşma neticesinde ortaya çıkan pozisyonda devlet, hem kendi başına otonom bir kategori olacak ve dolayısıyla kendi işlerini dinden bağımsız olarak yürütecek, her dine hukuki planda eşit mesafede kalarak dini hizmetleri vermeye veya organize etmeye yetkili olarak devam edecekti. Ulus devletin vatandaşları birey olarak istedikleri dini seçebilecek, istedikleri kamusal görevlerde bulunabilecekti ama dini inançlarını, sembollerini ve uygulama biçimlerini kamusal işlerine karıştırmayacaktı. Bu bakımdan dindar bireyin ibadeti, doğum, nikah, ölüm merasimleri, giyim kuşam ve aile yaşamı gibi kişisel yaşam tarzı tercihleri, devletin teminatı altında koruma altına alındı.
Türkiye, cumhuriyetin kuruluş yıllarında ulus devlete ve ulus topluma dönüşürken laiklik tercihinde Fransız modelini kabullenmişti. Dolayısıyla burada devlet ve din ilişkisi başından beri hep sorunlu olacaktır. Devlet, ikinci savaş sonuna kadar bu modelde sert ve acımasız politikalar güderek ısrarcı oldu ama savaş sonu dünya değişince devlette ayak direye direye değişmek zorunda kaldı. Son mücadeleyi 28 Şubat 1997’de verirken aslında ‘kendi ayağına sıkarak’ kaybetti.
6.Bizim laiklerin neden gerici olduğu, neden ilk devrede takılı kalıp değişim ve dönüşümün karşısında olduğu meselesi, bir çok sebeple izah edilebilir ama bizce en belirgin olanı, modernizmi pozitivist versiyonuyla kabul etmek kadar, uzun süre iktidarı kendi ellerinde ve dar bir sınıfla tekellerinde tutmuş olmalarından, devletin imkan ve gücünü tasarruf etmeye alışık olmalarından kaynaklandı. Bu sebeplerledir ki dünyadaki değişime ayak direrken içerde ortaya çıkan normal ama farklı toplumsal talepleri görmezden gelip sürekli ‘rejim meselesi’ mazeretinin arkasına sığınarak içerde hasıl olan gerginliklerden  nemalanmayı sürdürebildiler.
Bu izahlardan sonra aktüel tartışmaya ve laiklerin alışık olduğumuz klasik tepkisine dönersek, bunların neden gerici olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz. Seküler laiklikte nikah akdini belediye memurları kıydığında, bu akdi ve akıbetini nasıl laik hukuk otoritesi koruyorsa, laik devletin memurları olan müftüler ve imamlar da nikah akdi yaptıklarında, bu nikahı da laik hukuk otoritesi koruyacaktır.
Burada bütün işlerini dinden bağımsız olarak yürüten laik devlet, olması gerektiği gibi dindar yurttaşlarının dini hassasiyetlerini de gözetmektedir aslında. Bu sebeple laik yurttaşların belediyede, dindar yurttaşların müftülükte nikah kıydırabilmeleri kadar doğal bir şey olamaz. Boşanma, çocukların vesayeti ve miras konuları da aynı şekilde laik hukuk otoritesine bağlı kalacaktır. Laikliğin mucidi Avrupa’da bu işler yüz yıllar önceden çözülmüştü çünkü.
7.Laiklerin korkusu, kurulduğundan beri seküler laikliği savunan ve uygulayan AKP’nin 2019 seçimlerinde stratejik bir hamle yapıyor omasından kaynaklanmıyorsa, yazı boyunca anlattığımız gericiliklerinden kaynaklanıyordur.
AKP, hiç bir zaman ‘İslamcı bir parti’ olduğunu söylemedi. AKP’liler bireysel tercih olarak dindar İslamcı olabilir ama kurumsal olarak, parti olarak, tüzük ve proğram olarak değiller. Anayasal mevzuat ve partiler yasası gereği olarakta olamazlar zaten. nitekim iktidarda kaldıkları sürece devlet işlerini yürütürkende laiklik kurallarını uyguladılar.
Haa, bu memlekette yaygın din İslam ise, devletin bu dine daha fazla hizmet vermesi, yurttaşlarının dini ihtiyaçlarını düzenleyip denetlemesi kadar normal bir şey olamaz. Avrupalıların ülkelerinde yaygın olan Hıristiyanlığa daha fazla hizmet vermesi gibi düşünün bunu.

8.Bir şey daha, sevgili laikler, yakın geçmişte baş örtüsü meselesinde gösterdiğiniz gerici ve yobaz tavrınızı nikah meselesinde de göstermeyiniz. Politik olarak zararlı çıkan siz olursunuz. Zira bu nikah meselesinin sizinde bildiğiniz gibi toplumsal bir talepten kaynaklanmadığı, daha çok politik bir manevra olarak ve laikliğin bir gereği olarak gündem edilip toplumsal destek amaçlı olduğu ortadadır.
CHP sözcüsünün mecliste yasa tartışması yapılırken ‘ya bir süre sonra Hıristiyan ve diğer dini cemaatler de bu hakkı isterse ne yapacaksınız’ savunusu, anlaşılır ve savunulur gibi bir şey değildir. Hakkaten bu kadar katı mısınız? Şayet buraya kadar evrilen gerici tutumunuzu sürdürürseniz dünya, özellikle meftunu olduğunuz ve daimi referansınız Batılı dünya size güler, biz de sizin namınıza üzülürüz! Ne de olsa bizim laiklerimizsiniz çünkü!
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir