aktüel tartışma üzerine

aktüel tartışma üzerine

1.Geçenelerde Habertürk Tv kanalında yayınlanan Caner Tslamam ve Ebu Bekir Sifil arasındaki tartışma, muhteva, amaç ve stratejik açıdan doğuracak sonuç itibarıyla ne ifade ediyor, görüşümüzü beyan edelim istedik.
2.Önce: Medyanın genel işlevi bellidir. Doğal olarak her çeşidiyle medya, kamusal alanda halkın haber alma ve bilgilenme hakkına hizmet eden, yönetim kademesinde olup bitenleri aktaran ve halk adına denetleyen ‘ticari’ bir kuruluş statüsüne sahiptir. Her ne kadar birinci derecede kar amacı gütmüyor olsa da günümüz rekabet dünyasında sermayeden, devasa giderlerden, kar ve zarar hesaplarından bağımsız bir medya düşünülmemelidir. Maliyet, üretim dağıtım, personel, yönetim, yazar çizer vs derken ilan ve reklam almadan ayakta durabilecek bir medyadan bahsetmek mümkün değildir.
Medya, görünürde halk adına kamu hizmeti yapıyor olsa da görünmeyen tarafıyla güçler dengesinde güç unsurlarından birinin sesi olmaya mahkumdur. Ya sermayenin ya görece özgür devletin ya da örgütlü sivil toplumlardan birinin sesidir. Yaşamasının gereği bunu icap ettiriyor. Bu bakımdan gönüllü ve amatör olarak yürütülen ama çok dar bir çevreye hitap edenler dışında genele hitap eden profesyonel, bağımsız, tarafsız ya da objektif bir haber akışından veya iletişimden bahsedilemez.
Bu kısa izahtan sonra o geceki tartışmanın stratejik olarak hangi amaca ya da hangi güç unsuruna hizmet etmiş olduğunu düşünmek en doğal hakkımızdır. Bu tavsif kişilerden bağımsız olarak anlaşılmalıdır. Tartışmacıların özel amaçlarının, iyi niyetlerinin, ahlaki tutumlarının çok ötesinde stratejik bir planlamadan bahsettiğimizi, şahıslarıyla bir işimizin olmadığını söyledikten sonra:
3.Tartışan taraflarlardan Ebu Bekir Sifil tarihi kökleri olan bir düşünüş biçiminin en sağlıklı ve doktriner temsilciliğini, Caner Taslamam modern bir akımın derinliksiz ve çalakalem bir temsilciliğini yaptılar. Caner Hocanın en temel görüşü ‘Kur’an’ın tek kaynak olduğu, Peygamberin Kur’an dışında bir hüküm veremeyeceği dolayısıyla hadislerin sonradan üretilmiş rivayetler olup kaynak olarak kullanılamayacağı’ idi. Ebu Bekir Hocanınsa ‘Hadisler senet ve metinleri itibarıyla sahih ya sahih olmayan şekilde tasnif edildiğini, hüküm verme konusu hariç olmak üzere sahih olanların kullanılması gerektiği’ idi.
4. Bu millet İslamı kabul ettiği günden bu yana iki tür İslami düşünce ve uygulamanın etkisinde kaldı. İlki, halk dini olarak niteleyebileceğimiz Tasavvuf felsefesine dayalı tarikat, tekke ve zaviye türü teşkilatlanmadır. Bu çizgi kendi bünyesinde Şamanizm, Zerdüştlük, Budizm, Hıristiyanlık ve Yahudilikten muhtelif unsurları taşıyageldi. En çokta hadis külliyatıyla birlikte, sözel olarak meşruiyet kazandı, kendini buna göre üretti. İçtihatlara ve yeniliklere kapalı durup taklit geleneğini yaşattı. Kapalı toplum biçiminde yaşadı. Kendi hiyerarşisini ve bağlılarını ayakta tuttu.
İkincisi, medreselerin temsil ettiği kitabi din olan Kur’an ve sünnete dayalı akımdır. Bu akım yazılı kaynaklara sahipti. Kendini bu kaynaklara dayalı olarak üretti ve yaşattı. Yeniliğe ve içtihada açık oldu. Siyasi ve toplumsal problemleri çözdü. Seçkinler arasında yaşadı. Devletle iç içe oldu. Uzun dönem devletten bağımsız kalma statüsünü koruduysa da giderek devletin resmi dini oldu. Fatih döneminden sonra bürokrasinin bir parçası olmaya başladı. Ondan sonra üretici yeteneğini yitirdi, şerh ve haşiyeci kaldı.
İlk akım kapalı devre yaşadığı için kendini korumayı bildi, değişen zaman dilimlerinde devletin şekil ve muhteva değiştirmesine rağmen özünü koruyup ayakta kaldı. İkinci akım cumhuriyet öncesi başlayan reformlardan sonra şöhretini ve kurumsal yapısını yitirdi, köklerinden kopartıldı. Bir daha kendini yenileyemedi. Diyanet, İmam Hatip ve İlahiyatlar bu akımın yerine ikame edildiyseler de bunlar modern nitelikleri gereği modern bilgiyi ve hayatı İslamileştirme çabasından öteye geçemedi, hayatı İslamileştiremedi.
5. Türkiye’de Kur’an akımı, tarihi kökleri olmayan, henüz kökleşmemiş bir akımdır. Tefsir, Kelam, Fıkıh, Hadis, Siyaset, Usul, Dil gibi dünya görüşü ve düşünce sistematiği oluşturan birikimden yoksun olduğu için ‘tek kaynak Kur’an’cı’ olması doğaldır. Modern düşünüşün etkisinde seyrettiği için de gelenek olarak kodladığı birikimle çatışma yaparak kendini soyutlaması meşruiyet arama zorunluluğundandı. Bireyselleşip sivilleşmesi bunun doğal sonucu oldu.
Şayet murad Allah’ın dinini doğru muhtevada anlayıp doğru bir şekilde yaşamaksa, çağdaş şartların ve tarihsel zamanın ilahlığına aldanmayıp tarihe ve topluma hakikatin şahitliğini bu dönemde de yapmaksa, insanların gündelik hayattaki sorunlarını çözerken İslam düşüncesine dayalı çözümler üretmek varken modern ölçülerin ve değerlerin etkisinde kalarak ‘soyut bir metin okur gibi Kur’an okumaktan’ öte geçmek çabası önemliyse, hadis savunuculuğu yapıyoruz diye bizi kültürel detaylara boğan rivayetlerle Peygamberi siyasi, iktisadi, sosyal ve toplumsal hayattan uzaklaştırmak istemiyorsak, o geceki tartışmadan ibret almak isteyenlerimize iyi bir fırsat doğmuştur.
6. Tartışmacılar şayet abdestin faziletlerini, orucu bozan şeyleri konuşan TV Şhow-Man’ları gibi tartışmanın çerçevesini deve sidiğinden, hurma meyvesinden vs çıkartıp gündelik hayatta lazım gerek husulara gelebilseydiler, hayırlı bir proğram olacaktı. Oysa benzerleri gibi her taraftan kuşatılmış tüketici sivil bireylere tüketecek yeni “dini” malzeme ve “manevi bir tatmin” sunan yeni bir tartışma izledik. Heyhat hakikaten sahici bir Peygamberi, hayata, topluma ve tarihe müdahale eden bir peygamberi duymak isteyenlerimizin olduğu adar, Allah’ın kafir ve müşrikleri zemmettiği, fesad olarak nitelediği yaşam biçimlerini duymak isteyenlerin hevesleri kursağında kaldı!
Acana bizim ya da biz gibilerin umduğu muhtevada bir konuşma olsaydı tartışmacılara bu fırsat verilir miydi? Bizce üzerinde düşünülecek bir konu da budur. Umarım tartışmacılar bunun farkındadırlar.
7. İyi hoşta hangi tarafı tuttunuz ya da beğendiniz diyecek olunursa derim ki, Ebu Bekir Sifil içerden, Caner Taslamam dışardan konuşan biri gibiydi. Acizane siyer araştırmalarında sıkça rastladığım “oryantalist yaklaşımları ve argümanalarına” vakıf olunca birine bakıp bu adam yanlışlarına rağmen bizden biri, diğerine bakıp bu adam dışarının etkisinde biri gibiydi derim. Özellikle modernistlerin en büyük argümanı olan “bilim” ön yargısıyla meselelere yaklaşım biçiminden hareketle, bilimsel üretimleri Kur’an’a tasdik ettirme yahut Kur’an’ı bilimsel bilgiye göre yeniden okuma biçimi, mental olarak bize çok yabancıydı.
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir