Dünyevi Devlet

Dünyevi Devlet

“O’nun devletinin Kisra ve Kayser’in devleti gibi dünyevi bir devlet olmadığını anladım.” Bu sözler Adiy b. Hatem’e ait.
Adiy, M. 600’lerin başında Suriye sınırlarında Tayy kabilesinin hükümdarıdır. İyi bir Hıristiyandı. Hicaz’da Hz. Peygamberin İslamı getirdiğini duyduğunda ondan nefret ediyor, her fırsatta onun aleyhinde bulunuyordu. H. 9. yılda yapılan Tebük seferinde ülkesi Müslümanlara yenilmiş, kendisi Suriye’ye kaçmıştı. Medine’ye getirilen esirler arasında onun kızkardeşi de vardı.
Kadın, kendisini tanıtıp halini arzetti, serbest bırakılmasını istedi, azad edildi. Hz. Peygamber ona Adiy’i Medine’ye gelmesi için davette bulunmuştu. Kadın ülkesinden gelecek bir kafileyi beklerken bir kaç hafta Medine’de kaldı. Bu sürede Peygamberin esirler dahil insanlara nasıl muamele ettiğine, arkadaşlarıyla kurduğu ilişkilerin çeşitlerine, kadınların ve erkeklerin hallerine, zayıflara ve yaşlılara yapılan muamelelere şahitlik etti. Soylu ve yönetici bir aileden geldiği için iyi bir gözlem yaptı. Nihayet yolculuk hususunda güvenilir bir kafile denk gelince onlarla birlikte Şam’a gitti. Adiy’i buldu. Başından geçenleri anlattı ve daveti iletti. Cezalandırılacağını düşündüğü için kaçan Adiy, rahatlamıştı.
Adiy, kısa süre sonra Medine’ye geldi, Hz. Peygamberin misafiri oldu. Müslüman olmadan önce aralarında uzun uzun konuştular. Peygamber ona yanlış inançlara sahip olduğunu, yanlış ameller yaptığını, doğrusunun İslam olduğunu anlatıyordu. O, İslamı kabul etmesinde en büyük etkenleri şöyle anlattı:
Peygamber bir ara beni evine götürüyordu. Yolda zayıf ve yaşlı bir kadın onu durdurdu, onunla uzun uzun konuştu. Ben onun bu halini görünce içimden ‘Bu zat hükümdar değildir’ dedim. Odasına girdik, baktım sade döşenmişti. İçine hurma lifi doldurulmuş yastığı ban attı ve ‘otur dedi.’ Başka yastık olmadığı için reddettiysem de ısrar etti. Kendisi yere oturdu. Bu halini görünce içimden ‘bu bir hükümdar işi olamaz’ dedim. Ben hükümdarlık zamanımda ganimetlerin dörtte birini alıyordum, bana o uygulamayı sordu, ben ‘evet öyleydi’ dediğimde bana ‘kendi dinime göre de bunun caiz olmadığını’ söyledi. Ben o sözleri işitince ‘bu adamın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu anladım.’
Sohbetimiz sürerken bana üç şey daha söyledi. Birincisi, ‘Senin bu dini kabul etmeyişin Müslümanların fakir olduğunu görmenden ileri geliyor olabilir’ dedi. ‘Yakın zamanda onların arasında mal ve servet o kadar çoğalacak ki, o mal ve serveti alan bulunmayacak.’
İkincisi, ‘Senin bu dini kabule yanaşmaman belki, Müslümanların az düşmanların çok olmasından ileri geliyor’ dedi. ‘Allah adına and içerek söylüyorum ki, yakın zamanda bir kadının Kadisiye’den devesine binerek Allah’tan başka kimseden korkmadan Kâbe’yi ziyaret edebileceğini göreceksin.’
Üçüncüsü, ‘Belki de senin Müslüman olmaman devlet ve saltanatın diğer kavimler elinde olmasından ileri geliyordur’ dedi. ‘Allah adına and içerek söylüyorum ki yakın br zamanda Babil topraklarındaki beyaz sarayların fetholunduğu haberini işiteceksin.’
Adiy b. Hatem diyor ki, Babil topraklarındaki beyaz sarayların fethedilmiş olduğunu duydum. Kadınların Kadisiye’den develere binerek kimseden korkmadan Mekke’ye gidip hac ettiklerini gördüm. Mal ve servetin alanı olmayacak derecede çoğaldığına şahit oldum…
Hz. Peygamberin söyledikleri daha Hz. Ömer devrinde yani beş on yıl içinde gerçekleşti. Kısa bir sürede bütün bunların nasıl olduğunun bir tek izahı vardır: Müslümanların devleti, ‘Kisra ve Kayser’in devleti gibi dünyevi bir devlet’ değildi. Adiy’in peygamberin evinde misafir olduğunda onun odasını tasviri, peygamberin fakirliğinden değildi. Çünkü o sıralar peygamber bir devlet başkanıydı, ganimetlerin beşte biri onun tasarrufundaydı, Medine’de mali ve maddi durum eskisine kıyasla çok daha iyi olmuştu. Adiy’in tasvir ettiği o durum, bir devlet başkanı olarak peygamberin tercihiydi. O tarz yöneticiliği peygamberden öğrenen Hz. Ebu Bekir ve Ömer’de aynı şekilde yöneticilik yapmışlardı. Nitekim bu üçlü vefat ettiklerinde geriye miras bırakmamışlardı.
Kisra ve Kayser tipi devletlerde “devlet” ahaliden ayrı, ahalinin üstünde bir güçtür. Başkanlar ve adamları ülkelerinin en zenginleridir. Çalışmadıkları, bir işle uğraşmadıkları halde lüks ve şatafat içinde yaşarlar. Ayrıca Weber’in tanımıyla ‘şiddet kullanma tekeli elinde olan’ tek güç devlettir. Dolayısıyla zorbadır. Halktan itaat ister. Vergilerden, zulümlerden, baskılardan vs dolayı isyan edenin haklı olup olmadığına bakmaksızın bastırır. Adiy’in deyimiyle ‘dünyevi devlet’ budur.
İslam’da devlet, Müslümanların kendisinin organize ettiği bir teşkilattır. İnsanların işlerini görmek üzere görevlendirilmiş yetkililerdir. Statü farkı yoktur, imtiyazlı sınıf olmaz. Lüks ve şatafat devlette olmaz. Devletin varlık sebebi ve vazifeleri gereği onun yakasından yapışılır, hesaba çekilir, yanlışı düzeltilir. Bu hususlar kaybolduğu zamansa Kisra’nın ve Kayser’in uygulamaları devreye girer.
 
 
 
 
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir