Türkiye'de Sol Söylem Eksikliği

Türkiye'de Sol Söylem Eksikliği

1.Bu gün bütün dünyada görülen, tekçi ve evrensel bir model olarak pazarlanan ve yaygınlaştırılan modern devlet biçimi, özü itibarıyla Avrupa merkezli, Avrupa tarihi sürecinin ve toplumsal şartlarının ürünüdür. Ortaçağda Katolik Roma kilisesinin siyaseten hükümran olduğu “Tanrı devleti” modelinin yerine 16. Yüzyılda kurumsallaşmaya başlamış, “kendisi tanrı olan” devlettir.
Devlet, eskiden olduğu gibi şimdi de muktedir bir sınıfın çıkarlarını sağlayan, kurumsal yapısı itibarıyla bu sınıfın hükümranlığını koruyacak şekilde yapılanan otoriter ve kurumsal bir güçtür. 18. Yüzyıla kadar geçen süreçte egemen unsurların üstünlüğü anayasal ve yasal teminatlarla sağlandıktan sonradır ki 19. Yüzyıldan sonra çok partili parlamenter sistemle, herkese eşit oy kullanma haklarıyla özgürlükçü ve demokratik bir biçim almıştır.
Modern devlet son haliyle biçimlendikten sonra parlamenterler meclislerde “sağcı” ve “solcu” ideolojik gruplar olarak ayrışıp temsil edildiler. Partiler de buna göre teşkilatlandılar.
2.Sağcılar, özel mülkiyete dayalı liberal serbest pazar ekonomi modelini savunurken siyasette, “özgürlükçülüğü” ve “bireyselliği” savundular. Toplumsal farklılıkların ya da çıkar gruplarının siyasi alanda “rasyonel” temelde rekabet ederek konsensüs sağlayacaklarını  söylediler. Onlar için siyaset alanı “nötr” dü, her türlü ideolojiden ayıklanmıştı.
Yahudi ve Hıristiyan kültüründen kaynaklanan evrensel “insan haklarını” ilan ettiklerinde, doğurgan özne doğanın bireye verdiği ve bireyin haysiyetini sağlayan “yaşama-mülkiyet-mutluluk” haklarının devlet tarafından korunması gerektiğini ileri sürdüler.
En belirgin nitelikleri özel sermayeden ve finans sisteminden yana olması, kapitalist serbest pazar ekonomisini savunması, piyasanın her şeyi belirleyeceğini dillendirmeleriydi. Dolayısıyla devletin piyasaya müdahale ederek herhangi bir grup lehine taraf olmamasını istiyorlardı. (Devlet, piyasada rekabeti bozar diyerek sosyal harcamaları dahi yapmamalıydı ama her ekonomik krizde batan şirketleri kurtarmalı, onların yükünü vergi yoluyla halka yüklemeliydi!)
3.Solcular, kamu mülkiyetine dayalı ekonomik modeli savunurken siyasette “eşitlik” ve “toplumsallıktan” yana taraf oldular. Toplumsal çıkar gruplarının çatışmasını engellemek ve herkesin eşit olacağı komin dönem kültürüne ulaşmak için “proleter diktatörlük” sürecini gerekli gördüler. Devrim yapamadıkları ülkelerde iktidara geldiklerinde, emekçiden yana oldular, toplumsal adaleti ve eşitliği savundular, mahrum bırakılmış, dışlanmış ve ezilmiş halk grupları lehine büyük kazanımlar sağladılar. Sağcılar gibi insan haklarını savundular.
Son bir kaç yüzyıldır devletler görece sosyalleşmiş, sosyal harcamaları ve sosyal nitelikli destekleri görece artırmış ve bu kazanımlar yasallaşmışsa bunda solcuların payı ve etkisi büyüktür. Modern devlet yapılanmasında sistem eleştirisi yapmak, eşitlik, sosyal adalet ve toplumsallık temelinde muhalefet etmek de solculuğun ayıracı oldu.
4.Modern devlet biçiminde sağcılar da solcular da detay farklar hariç siyasetin demokratik olmasında, halk iradesinin geçerli sayılmasında, toplumsal hayatın endüstriyel yapıya uygun biçimde düzenlenmesinde, kurumsal olarak sağcı veya solcu egemen sınıfların hegemonik gücü elde etmesinde, laik hukukun mutlak uygulanmasında, dolayısıyla iktidarların sivil olmasında aynıdırlar.
Sağcıların da solcularında en temel ve sabit ortak paydalarından birisi de, dinle ilgili anlayışlarında ve alandadır. Din, ya egemen sınıfın bir sömürü aracıdır, dolayısıyla değersizdir. Ya da sosyolojik gerçeklik olduğu için kişisel inanç olarak vicdanlardadır, dolayısıyla toplumsal ve kamusal alanın dışındadır.
Her ikisi içinde siyaset biçiminde, hukuk sisteminde, ekonomik düzende, sosyal hayat tarzında, dinin yeri yoktur. Kişiler dindar olabilirler ama dinlerini ve inançlarını siyasete, ekonomiye, hukuk sistemine ve sosyal hayata karıştıramazlar. Çünkü bu devlet biçimi, tanrı devletinin yerine ikame olmuştur. Çünkü sağcılar da solcular da Kiliseye, dine, dini devlete karşı olarak var olmuşlardır.
5.Türkiye, Avrupa’dan çok farklı bir tarihi süreçten, çok farklı bir toplumsal ve siyasal yapıdan geldiği halde, 19. Yüzyılda kendi geçmişinden kopmuş, Batılılaşarak Avrupa tarihine eklemlenmiştir. O gün bu gündür siyasi sistemini, idari kurumsal yapısını, ekonomik modelini, hukuk sistemini, eğitim düzenini ve toplumsal hayat yapısını modernleştirme istikametinde ilerliyor.
Bu bağlamlar sebebiyle bu ülkede ne sağcılar tam olarak sağcı, ne solcular tam olarak solcudur. Hepsi “mış” gibi yapmışlardır. Çünkü burada Avrupa’da olduğu gibi devletin eski yapısını savunan aristokrasi olmadığı için eski devlet yapısını dağıtıp yeniden bir devlet yapılandıran ama devletten bağımsız, özerk ve ayrı bir sınıf olan burjuvazi de olmadı.
Burada eski devlet biçimini dağıtarak dönüştüren ve yeni modern bir devlet biçimi kuran, devletin bizatihi kendisidir. İlk kurucu sınıf saraydır. Onları takiben ordu ve Batıcı aydınlardır. Kurucu iradenin tanzim ettiği sistemi yaşatanlarsa devlet partileridir. Devlet burjuvası, devlet işçisidir. Dolayısıyla bu ülkede sağcılık da, solculuk da devletçiliktir. Toplumsal gruplar arasındaki rekabetse, devleti dönüştürmek yerine devleti ele geçirmek, devlet imkanlarını ve gücünü kullanmaktan başka bir şey değildir.
6.Haklarını vermek gerekir: 1960 ihtilali sonrası ilk kez devlet ve sistem eleştirisi yapan, “kula kulluk yetti artık” sloganıyla sosyalist bir ekonomiyi savunan, eşitlikçi, halkçı ve toplumsal adaletçi solcular çıktı ortaya. Kapitalizme karşıydılar. Kurdukları işçi partisi meydan mitingleri yaparken okunan ezan süresince susan, ezana saygı gösteren ilk partiydi. Lakin bunlar kısa sürede devşirildiler ve ulusçuluk kategorisinde devletçi/orducu sol kanada kaydırıldılar.
Yine haklarını vermek gerekir: 1971 muhtırasından sonra ilk kez Osmanlı geçmişine öykünen ama ümmetçi İslami bir siyasi sistem savunan Müslümanlar çıktı ortaya. “Şeriat gelecek vahşet bitecek” diyorlardı. “Ne sağ ne sol ille İslam” dı. “La Şarkiyye La Garbiyye İllel illel İslamiyye” idi. Lakin bunlar da kısa sürede devşirildiler ve sağcı devletçi kanada kaydırıldılar.
1980 ihtilali ile her şey yenilendi ve değişti. Soğuk savaş bitmiş, Sovyetler birliği dağılmış, Neo-liberal kapitalist model evrensel tek model olarak küreselleşmişti. Finans sistemi sınırları, gümrükleri ve anayasaları aşmış, özelleştirme furyasıyla ulusal ekonomiler ve kaynaklar çok uluslu şirketlere teslim edilmişti. Tarihin sonu gelmişti, başka bir siyaset modeli, başka bir ekonomik sistem, başka bir hukuk düzeni ve başka bir toplumsal hayat artık yoktu!
7.Bu ülkede artık “mış” gibi de olsa Avrupa modeli solculuk yoktur. Siyasette ideoloji bitmiş, sağ-sol ayırımı yok olmuştur. Önemsiz detaylar ve isimler hariç bütün partilerin programları aynıdır. Bütün sivil toplum örgütleri sivil, özgürlükçü, küreselcidir.
Sivil devlet dini devlete karşı olandı, dine dayanmayandı. Sivil toplumda din ve devlet iktidarı ve hükümranlık alanı dışında kalan özgür/sivil bir alanda örgütlenip faaliyet gösterecekti. Dolayısıyla “başka bir dünya görüşünün üretildiği, başka bir siyaset ve yaşam biçiminin gerçekleştirildiği, başka bir ilişki biçiminin kurulduğu” pratik alan ve sivil toplumda kalmadı.
Yüzeysel olsun bakılıp görüldüğünde İslamcıların dahi laik, demokrat, liberal, kapitalist serbest pazarcı, insan hakları savunucusu ve yeni yükselen popüler sağcı oldukları ortadadır. Bunların ne demek olduğunu kuramsal düzeyde olsun henüz kavrayamayanlarınsa laikliğin, demokrasinin, neo-liberalizmin, kapitalist serbest pazar ekonomisinin, insan haklarının, sivil toplumculuğun ve popüler sağcılığın İslamcasını üretmeye çalıştıkları görülür.
Geçerken değinmeli ki, İslam, küresel neo-liberal ideolojinin kavramları ve popüler sağcılığın pratiğiyle anlaşıldığı için özgürlük ve bireysellik tarzında kişiselleşmiş, vicdan işi olmuş, ahlak ve ibadetten ibaret kılınmıştır. Bu hale düşenler hallerinin teolojik meşruiyetlerini üretme peşindeler. Dolayısıyla ülkede giderek artan Kur’an’cı Luther’lerin ve Calvin’lerin çoğalması kadar doğal bir şey yoktur.
Şu haliyle İslami bir siyaset yapısı, ekonomi sistemi, hukuk düzeni ve toplumsal hayat tarzı modeli talep edilmiyor. Mevcut yapısallık sanki tek evrensel modelmişçesine detay itirazi farklarla sistem içinde var olmak benimseniyor, buradan elde edilecek imkanlar yeterli sayılıyor.
Netice itibarıyla kaosu önleyecek, anarşiyi bitirecek, istikrarı sağlayacak güçlü, muktedir ve otoriter ama mümkünse adil bir yönetim isteniyor. Bunun meşruti monarşi ya da demokratik devlet eliyle olması önemli değildir. Luther ve Calvin Roma Kilisesinin otoritesine ve imtiyazlarına karşı çıkıp prenslerden ve burjuvaziden yana taraf olurken İncil’den bunları çıkartmamışlar mıydı?
8.Bu çerçevede söylenmeli ki bu ülkenin sol söyleme ihtiyacı vardır. Çünkü İslamcılar popüler sağcılığa demir atmış, mevcut yapısıyla devletin bürokratları/aparatları olmuş, elde ettikleri imkanlar onları uyuşturmuştur. Geriye modern çağlarda siyasi muhalefetin, başka bir ekonomik modelin, toplumsal eşitlik ve adaletin nasıl olması gerektiğine farklı taraf olan sol söylem kalmıştır.
Bu ülkenin solcuları yeniden derlenip toparlanabilir mi? Sol fikir kuramsal olarak bilimsel sosyalizm dogmasını yıkabilir mi? Her şeyi açıklayan alt yapı üst yapı ölçekli fasit daireyi kırabilir mi? İflas eden tarih kurgularını ve geçersizliği kanıtlanan ekonomik temelde sınıflandırdıkları toplum yapısını yenileyebilir mi? Yeniden toplumsal eşitlik ve adalet bayrağını dalgalandırabilir mi? Yapsalar iyi olacak. Ülke yararına olacak.
Sağcılarla varılacak yer her zaman bellidir: Dışarda dünya savaşının parçası olmak, bölge savaşlarına katılmak, içerde ırkçılık çatışmalarını alevlendirmek. Çünkü onların dünya görüşü ve dili aynıdır. Amerika’da bir wasp olan, cumhuriyetçi ve sağcı Trump süpriz yaparak iktidara geldi. Fransa, İtalya, Almanya ve Hollanda’da ırkçı çığlıklar atılmaya ve popüler sağcılık yükselmeye başladı.
Bu değerlendirmemizden sonra bize kızacak olanlara iki çift laf edelim: Sol fikriyatla cedelleşmek her zaman yeğdir. Onlarla çatışma noktası kuramsal, zihinsel ve fikirsel düzeyde, pratik toplumsal sistem, siyasal ve ekonomik düzen konusunda olur. Din konusunda ne düşündükleri hiç dert değildir çünkü kaypaklık etmezler. Bu bağlam Müslümanlara dünya görüşünü yeniden ihya etme fırsatı verir. Dinin maddi dünya hayatını düzenlemekle alakalı olduğu gerçeğini hatırlatır. İdeolojiyi yeniden diriltir. Rakip olarak da iyidirler.
 

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir