Kulak Ver Hacım!

Kulak Ver Hacım!

Önce bir şeyde anlaşalım, dünyanın hiç bir yerinde en küçük bir çete yakınındaki karakoldan, onun iricesi mafya ait olduğu devletten bağımsız değildir.
Terör denen şey, elbette dünya sisteminden, sistemi temsil eden küçüklü büyüklü devletlerden, onların istihbarat örgütlerinden bağımsız değildir. Aksi eşyanın tabiatına ayrıkırı olur, akıllarla alay etmek olurdu. Hele ki pasaportsuz, vizesiz adım atılamayan, ulusal sınırların titizlikle korunduğu kutsal ulus devletler çağında!
Sonra bir şey de daha anlaşalım, çete ve mafya genelde orta düzeyde, terörse uluslararası düzeyde bir “endüstridir.” Evet yanlış okumadınız, para kazanan bir sektördür. Tıpkı her düzeydeki spor organizasyonları, müzik yarışmaları, fuar düzenlemeleri, siyasi propaganda mitingleri, TV dizileri ve tartışma programları, Hollywod filimleri, Oscar ödülleri, üniversiteler, seks turizmi, insan ve uyuşturucu kaçaklığı vs gibi.
Uzatmadan, bize “evrensel değerler” olarak propaganda edilen “serbest pazar ekonomisi, laiklik, birey özgürlüğü, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi” gibi çağdaş değerler yanında “uluslararası toplum, uluslararası hukuk, insan hakları evrensel beyannamesi” gibi şeyler de birer endüstridir. Bunların hepsi organize işlerdir. Dikkat edilirse bunların tümü Batı menşelidir.
Bu da ne demek şimdi? Buna kapitalist sistem deniyor. Yani işin ucunda para varsa, menfaat varsa her iş yapılır. Tanrısı para olmuş milyarlarca insan var dünyada. Aklında bulunsun, birileri sıkça ahlaktan, ilkeden, samimiyetten bahsediyorsa, dikkat edeceksin. Acaba neyi gizliyor diye düşüneceksin. Kulağında küpe olsun, ahlaklı olan, ilkeli olan, samimi olan bu işlerin lafını yapmaz, kendini öyle pazarlamaz, ya ne yapar, öyle davranır… Gelelim konumuza.
Batı bir kaç yüzyıl öncesinden askeri, teknik, sanayi, ticaret ve bankacılık alanlarında dünyanın diğer ülkelerine göre ezici biçimde üstünlüğü ele geçirdi. Hammadde, enerji, köle/emek ve ürünlerin satılacağı pazara ihtiyacı vardı. Bu sebeple şartlara göre üç ayrı karakterde koloni siyaseti güttü, dünyayı parselledi. Önce uygarlaştırma misyonu üstlenerek doğrudan işgal etti, köle muamelesi yaptı. Sonra alçak kültürleri yüceltmek ve barbarları medenileştirmek bahanesiyle yenilenmiş sömürge düzenini kurdu ve kendine bağlı sadık adamlar yetiştirdi. Şimdi de o düzenleri ve adamlarıyla demokrasi getirerek ülkeleri kalkındırıyor!
Doğrudan işgal döneminde bir kaç ülkeydiler, fazla bir sorun yoktu. sonradan rakipler çoğaldı, Amerika da bağımsızlaşıp devreye girdikten, paylaşım ve rekabet için iki dünya savaşı yaptıktan sonra, kimileri zayıfladı geri çekildi, bu sebeple eskiden sömürge olan ülkelere “bağımsızlık” verilerek patronajı değiştirildi. Eski işbirlikçiler yeni patronlarıyla muhatap oldular. Sömürge sistemi yenilendi, uyum sağlayanlar devam etti, sağlayamayanlar devrildiler. 70’lerden sonra da finans sermayesi düzeni devreye girdi ve kapitalizm hükümranlığını pekiştirdi.
Geçen zaman içinde BM, NATO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası adalet Divanı gibi kurumlar, diğer “evrensel değerler” gibi Batının gücünü korumak, denetlemek, rakiplerini kontrol etmek ve dünyayı yönetmek için kullandığı kurumlar ve araçlardır. Her bağımsız devlet tanınmak, güvenliğini sağlamak, desteklenmek, savunma harcamaları, üretim vs derken finans, teknik ve uzmanlık desteği almak için bu kurumlara üye olmak zorundadır. Tezgah kurulu olduğu için kaçarı yoktur. Sizin de eliniz mahkumdur. Kafa tutacak olursanız iç siyasi muhalefetiniz ve yukardaki kurumlar sizi cezalandırmaya hazır kıta beklemektedir.
Peki terör neden bu kadar yaygınlaştı, kullanışlı bir endüstri ve “evrensel bir değer” olarak devreye girdi? Bir kaç sebebi var elbet.
Önce, Batıda teknolojik ilerleme sebebiyle üretim hacminde devasa patlama oldu, hem daha ucuz hem de daha çok üretiyorsunuz. Buna karşı pazar aynı seviyede büyüyemedi, bazı yerlerde doyum noktasına geldi ya da rakipleriniz dolayısıyla daralmaya başladı… Finans sermayesi bütün dünyada özelleştirmeler yoluyla ülkelerde para kazanacak hangi sektör varsa el koydu, artık ülkelerin daha fazla satacağı şeyler kalmadı, bu yol da tıkandı… Çin, Hindistan gibi eski sömürgelerden bazıları kapitalistleşti, rekabete soyundu, pazardan pay kapar oldu…
Daha önemlisi, şimdi dünyadaki stratejik doğal kaynaklar, enerji rezervleri artık bu devasa üretime yetmiyor. Fabrikaları da kapatamıyorsunuz. Ne yapmak lazım, bu kaynakları rakiplere kaptırmamak, rakiplerin büyümesini denetlemek ya da stratejik kaynaklara ulaşmasını engellemek lazım. Bunun için önemli yerlere hakim olmanız gerekiyor. Yaşamsal derecede önemli bu. Her yere savaş açarak kahramanlık yapamazsınız. Buna gücünüz de yetmez. Yapacak olursanız bunu dünyaya izah edemezsiniz, gereksiz yere bir sürü düşman edinirsiniz. Yaptığınızın izahı da mümkün olmaz. Ne kaldı geriye, en yeni icat, terör.
Terör çok kullanışlı bir yöntem. Organizatör olarak güvenlik şirketleri, paralı askerler kullanıyorsunuz. Eskisi gibi askeri müdahale yapmadığınız için bir sürü mali ve fiziki yükten kurtuluyorsunuz. Ülkeye asker cenazesi gelmediği için iç ve dış kamuoyundan tepki almıyorsunuz. Finans maliyeti de çok ucuza geliyor.
Ne yapıyorsunuz? Hangi ülkede operasyon yapacaksanız, nerede stratejik hammadde varsa, orada piar çalışması yapıyorsunuz. Daha önceden hazırlanmış sosyolojik, psikolojik ve toplumsal araştırmalar elinizin altında zaten. Sanal örgütlenmeler, sivil toplum hareketleri ve değişik amaçlı milis örgütler peydahlıyorsunuz. Var olanlarla ilişkiye geçiyorsunuz. Lojistik ve istihbarat desteği sağlıyor, silah temin ediyor, finans veriyorsunuz. Lider tipli, etkili olanlarla pazarlık ediyor, onlara iş bittiğinde değişik kimlik ve rahat yaşayacağı ömür vadediyorsunuz. Zamanı geldiğinde düğmeye basıyor, her kanaldan harekete geçiyorsunuz. Operasyon yaptığınız yerde safça size katılacak, masumca size destek verecek, o ülkede sağlanacak değişiklikten sonra kendi nam ve hesaplarına siyasi ve iktisadi güç sahibi olmak için sizinle çalışacak o kadar çok mahrum, ezik, yoksul var ki, toplumsal destek bulmakta zorlanmıyorsunuz.
Benzer operasyonları bütün dünyada çokça yaptığınız için zaten çok tecrübelisiniz. Dünya basını, üniversiteler, aydınlar, ruhbanlar elinizde zaten. Olayları ve gelişmeleri istediğiniz gibi çarpıtıp yalanı gerçekmiş gibi satıyorsunuz.
Sizin bir hesabınız var, yereldeki destekçilerinizin de bir hesabı var, işte tam burada denge kuruluyor. İkiniz de aranızdaki nihai hesaplaşmayı ileriye erteliyorsunuz, olsun, acil olan ortak “düşmana karşı birlik” olmak ya, karşı tarafın basireti bağlanmış durumda zaten. Operasyon sonucunda elde edeceğini sandıkları imkanlar gözlerini kör etmiş durumda, siz işbirliğine devam ediyorsunuz. Gerekirse diye yedekli çalıştığınız için sizin için bir sorun yok… Acıtıcı ama gerçek bu. İşler uzar, bazı şeyler ters giderse ne olacak, destekçileriniz zaten size bağlanmış, gözünüze bakıp duruyor, iknası kolay. Hasta doktor ilişkisi gibi, karşı taraf çaresiz. Olmadı operasyon içinde operasyon yapar işinize bakarsınız.
1990’lı yılların başında Nato’da alınmış bir karar var, “önleyici savaş stratejisi” adlı. Ne demek bu, bir şeylerden şüphelenmeniz yeterli. Dünya barışını, ülkeniz çıkarlarını ve güvenliğini tehdit ettiğini söylemeniz yeterlidir. Medyada şişirmek en kolayı. Saddam’da “cehennem topu” var, Kaddafi “terörist”, Esad’da “kimyasal gaz var”, bazılarında “insan hakları” ihlali var. Önleyici müdahale yapmaya “hak” kazanıyorsunuz. 11 Eylül’ü tezgahlamak da bu gibi bir şey zaten! BM’den karar çıkartıyor, çıkartamazsanız da kendiniz bir kaç müttefikle yola devam ediyorsunuz.
BM güvenlik konseyi beş daimi üyeden oluşuyor. Dünyanın patron bunlardır. Aralarında bir hiyerarşi var, her kes gücüyle orantılı olarak payına düşen kadar alıyor, onay veriyor. Oldu mu size uluslararası toplum kararı, sorun yok. Zaten uluslaraarası hukuku da siz belirliyorsunuz. İsrail BM’in aleyhine aldığı hiç bir kararı uygulamıyor, hukuk mukuk da tanımıyor, hesap soran, sorabilen mi var? Güvenlik konseyinde Rusya da var, eski kulağı kesiklerdendir, o da iyi bilir bu işleri! Bakmayın Amerika ile takışıyor gözükmesine, paylaşım meselesidir.
Demek ki neymiş, terör, bir endüstri imiş. Bayağı işe yarıyormuş. Dilimiz sürçtü efendim aslında o “evrensel bir değerdir.” Tıpkı ne gibi, demokrasi gibi, laiklik gibi, bireysel özgürlük gibi, insan hakları gibi, serbest pazar ekonomisi gibi… Saflık etmeyelim, bunların tümü denetleme mekanizması, yönetme aracı, kullanışlı aparatlardır. Kapitalist sistemin en temel kurumlarıdır. Bu evrensel değerlerden bazılarının ideolojik, bazılarının iktisadi, bazılarının siyasi, bazılarının sosyal nitelikli ve amaçlı göründüklerine bakmayınız, totalde hepsi aynı vazifeyi görüyor. Sistemi ayakta tutuyor, istikrarlı şekilde yürümesin temin ediyor…
Hacım, diyeceğim o ki, ister gafil ister hain olsun netice olarak fark etmiyor, kim bu evrensel değerleri savunuyorsa, dikkat kesileceksin. Yukarıya selam çakmaktır çoğu kez, “abi ben senle çalışırım, sorun yok demektir!” Yahu amma da ettin, oysa bu değerlerden bazıları hakkaten bizim de ihtiyacımız olan değerlerdir. Diktatörlerimiz var, yoksuluz, cahiliz, sosyal problemlerimiz had safhada, siyasi haklarımızı kullanamıyoruz vs. Sahi mi? Sakın seni öyle uyutuyor, böyle düşünmeni sağlıyor olmasınlar! Hiç yok demiyorum hacı’m, ama bi daha düşün! Başka türlü de çözülür o meseleler unutma.
Bana inanmıyorsan bu evrensel değerlere prim verip peşine düşen ülkelere, yahut patronların demokrasi götürdükleri yerlere bir bak güzel kardeşim. Ayırım yapma hepsine bak. Yakın tarihe bak. İşbirlikçiliği sayesinde sınıf atlayanlar hariç nerede düzelme olmuş, hangi dertler dermana kavuşmuş, hangi ülkeye refah, huzur gelmiş, hangisi kalkınmış, hangisinde siyasi ve sosyal adalet sağlanmış? Yahut ne zaman bu dünya barışı kurulmuş? Bari bi de böyle bak. Bak ki ne kötü bildiğin yüzyıldır sürdürülen bu pis oyuna dahil olma, tezgaha düşme! Aldanmak maharet değil hacı!
Hüseyin Alan
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir