Her Şey Aslına Rücu eder

Her Şey Aslına Rücu eder

 
Çağdaş bir oryantaliste göre, tarihte kendi ideolojik temelinde kurulmuş krallık, monarşi, cumhuriyet şeklindeki hükümet, devlet ve imparatorluklar, bir kez yıkılıp çöktükten sonra, bir daha geriye dönmedi. Onların yerine hep daha farklıları ve başkaları kuruldu.
 
Bu yargı tarihselcilik anlayışına dayalı, sürekli ileriye doğru değişimin kaçınılmazlığıyla ilgili bir yargı. Kısmen gerçeklik payı var. Fakat adamın buradan hareketle söylediği başka bir şey var ki bizi ilgilendiren taraf burası.
 
İki hükümet, devlet veya yönetim şekli var ki diyor, tarihten geri döndü. İlki, Yunan site devletlerinde uygulanan demokrasi, ikibin yıl sonra aynı temeller üzerine gelişerek döndü.
İkincisi, Hz Muhammedin kurduğu İslam devleti 1924’de hılafetin ilgasına kadar şu veya bu biçimde aralıksız sürdü, o tarihte ortadan kalktı/kaldırıldı fakat çok sürmedi tarihe ve toplumsal hayata yeniden geri döndü.
 
Bu gün islam devlet fikri iki şekilde savunuluyor ve peşine düşülmüş durumda. İlki İslam demokrasisi talebi ve biçimiyle, ikincisi kendine has biçimiyle İslam devleti talebiyle. Bu ikisi arasında bir mücadeledir devam ediyor.
 
İslam demokrasi talebi Batı ve dünya sistemi tarafından destek görüyor, Müslümanların yaşadıkları coğrafyanın monarşileri ve krallıkları bu destekle dönüştürülüyor. Bu gelişmenin fikri tabanı, meşruiyet ölçüsü sadece tarihselciler tarafından savunuluyor, Batı destekli iktidarlar tarafından yürütülüyor.
İslam Devleti talebinde bulunanların çok güçlü fikri tabanları, tarihsel dayanakları var. Hukuki meşruiyete de sahipler. Tıpkı demokrasiyi icat eden filozof ve aydınların bilimsel temellerinin günümüzde dahi yol göstericiliğinin yok sayılamadığı, onlarsız demokrasiden bahsedilemediği ve sürekli referans olarak gösterildikleri gibi…
 
Arap Baharı sayesinde Ortadoğu’da, daha önceden Türkiye ve Balkanlar’da, beraberinde Kuzey Afrika ve Uzak Doğu’da devam edip duran iktisadi, siyasi ve askeri operasyonların nihai noktada varmak istediği yer, ılımlı İslam’da denilen İslam demokrasisini savunanların yönetime getirilip dünya barışı ve istikrarının sağlanmasıdır. Yani kapitalist sömürü düzeninin her yere yerleşmesidir.
 
Bu değişim Batılıların isteği ve arzusu doğrultusunda gerçekleşirse İslam devleti geldiği yere, tarihe geri yollanacak. Fakat işler sanıldığı ya da umulduğu gibi yürümüyor, hala dünyada milyonlarca Müslüman şeriatın yasamanın ve toplumsal hayatın tek dayanağı olması gerektiğini savunuyor.
 
Bunu her ne kadar henüz kapsayıcı örgütlü bir ümmet hareketine dönüştürecek imkana ve güce dönüştüremediyse de, bu olmayacak manasına değildir çünkü, öldüğü sanılan vücuttan beslenen, nefes alıp veren bir canlı cenin gibi beslenip büyüyen Müslümanlık, çok sürmez kendi öznelliğiyle bu dünyaya gelir. İslam’da her ölen nesilden bu haliyle beslenip daha sağlıklı halde yeniden yeniden doğup yaşamını devam ettiriyor.1400 yıl boyunca İslam din olarak siyasi adaleti, iktisadi dağılımı ve toplumsal düzenlemeyi, adalet ve şeri hukuk temelinde bir şekilde Müslümanların siyasi ve toplumsal hayatını kurdu, belirledi, yönlendirdi. Hanedanlık ya da sultanlık biçimine dönüşen yönetim şekillerinde şeriattan bağımsızlık kazanmak ve mutlak iktidar elde etmek isteyen yöneticileri sınırlayan, onları şeriata uymaya zorlayan ya da nasihat eden ilim ehli, ulema ve kadılar hep oldu.
 

  1. Yüzyılda İslam terakkiye mani sayıldı, Son hilafet devleti gerici bulundu, yönetimi altındaki toplumların istila edilip sömürülmesini engelleyemediği için parçalanmasına sebep sayıldı.

Yüzyıllar boyunca Batılılar, Son dönemlerde Batıda eğitim görmüş aydınlar ve modern eğitim tezgahından geçenler, Doğu despotluğu adıyla İslam yönetimlerini aşağıladı ve Batılı yönetimleri yüceltti.
 
Aynı tarihte başka bir paylaşım
Müslüman coğrafyada son yüzyılda laik, milliyetçi ve sosyalist devletler kuruldu. Yüz yıl sonra anlaşıldı ki bu devletler derde derman olamadı, Müslüman toplumlar ne ilerleyebildi, ne kalkınabildi ne de izzetli bir seviye tutturabildi. Siyasi adalet, iktisadi paylaşım ve hukuki sistem olarak gerici ve zorba yönetimlere mahkum olan toplum tekrar İslam çağrısı yapmaya başladı.
Buna sebep sadece laik, milliyetçi ve sosyalist devletlerin kötü yönetimleri ve politikaları mıydı? Bunun da payı var elbet ama sadece bu neden sebep olsaydı Müslümanlar Doğu Avrupa toplumları gibi liberal demokrasiyi ister, onun için harekete geçen hareketler kurar, mücadele ederlerdi. Fakat böyle olmadı. Ismarlama, Batı güdümlü bir azınlık dışında bunu dillendiren olmadı.
O halde Müslüman toplumların tekrar İslam devlet talebinin başka sebepleri olmalı. 1400 yılı asıl, son yüzyılı bir sapma olarak görürsek, sapma dönemi kapanmış, asliyete rücu başlamıştır. Bunu bir anlamalıyız önce.
 
Sapma dönemini geride bırakan temel sebep, İslam dininin siyasi adalet, iktisadi dağılım ve şeri hukuka dayalı hak sisteminin “İslam çözümdür” sloganıyla geri dönüşüdür.
 
Batı var gücüyle bu geri dönüşü bir kez daha saptırmak istiyor fakat onca çabası işin aslına rücu etmesinin önünü açmaktan başka bir işe yaramayacak. İslam demokrasisi yerini İslam devletine terk edecek. Sorunlar yok mu, yüzyıllık cüruftan geriye kalanlar kadar var. Bundan sonra her gelişme cüruf temizleme ameliyesi olur başka değil.

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir