Tarih ve Siyaset Tartışması -III-

Tarih ve Siyaset Tartışması -III-

Özgürlük
Fikrimizce özgürlük dendiğinde gerçek özgürlük ile insanların bundan anladıklarının açıklığa kavuşması gerekmektedir. Özetle yaygın olarak sanıldığı gibi özgürlük ilk elde fikir, düşünce ve inançların üzerindeki baskıların kalkması, insanların serbestçe düşünüp düşündüklerini ifade etmesi ve örgütlenmesi ise böyle bir özgürlük kapitalizmde sadece vitrin malzemesidir. Şimdi söyleyeceklerimizi son beş yüz yıllık kötü dünya tarihine ve gelişmelere bakıp oradan bugüne gelerek anlamak lazım gelir.
Özgürlük denen şey gerçekte başından beri ticaretin ve mali sermayenin özgürlüğüdür. Bunların “köpeksiz köyde” serbest dolaşımıdır. Ticaretin ve mali sermayenin önündeki bütün engellerin kaldırılmasıdır. Bu engeller eskiden aristokratik sistem, toprak mülkiyeti, toprağa bağımlı serflik sistemi, bunları temsilen krallık ve kilise düzeniydi. Yeni durumdaysa ulusal sınırların, ulus devletlerin, gümrüklerin ve korumacı yasaların ortadan kaldırılmasıdır.
Lakin bu özgürlüğün yayılması için insanların da dinden, kiliseden, cemaatten, devletten, toprağa bağımlılıktan, kamusal yarardan, ahlaktan vs. bağımlılığını kopartıp sivilleşmesi, kent toplumu ve kültürüne adapte olması, bireysel geçim kaynaklarının yok edilmesi, emeğinden ve bilgisinden başka satacak bir şeyleri kalmayanların ücret karşılığı olarak çalışmaya mecbur bırakılması gerekiyor. Neticenin buraya geleceği insanlara açıkça anlatılmıyor elbette ama seyahat etme, istediği yerde çalışma, mülk edinme, dilediğince harcama gibi albenili sloganlarla ikna yöntemi devreye giriyor, itibarlı araçlar kullanılıyor ve sonuçta tüm yollar yukarıda anlatılan yere çıkıyor.
Bu sistem sadece askeri zorbalıkla, fiili işgalle, istihbarat faaliyetleri ile yürümüyor, soyguncu ve talancı devletlerle, diktatör yöneticiler ve işbirlikçilerle ayakta durmuyor. Sokaktaki tüketici insandan, özgür ama kapitalizmin müşterisi olmuş insan kitlesinden de destek alıyor. Bunun ne demek olduğu iyi anlaşılabilirse bugün bahsedilen demokrat, insan haklarına saygılı, serbest pazar ekonomisi olarak sürekli tekrarlanan bir dünya sisteminin ne olduğu da anlaşılır.
Bu sistem ahlakçılıkla, bireysel adalet talepleriyle, çevrecisi, yardım kuruluşları, sivil toplumlar ve düzen partileriyle değiştirilemeyeceği gibi, sermayenin ve devletlerin emrine girmiş bilimle, tekelleşmeci tekniğe ayarlı bilimsel çalışmalarla, üniversiteler ve modern ruhban sınıfıyla da değiştirilemez. Zira tüm bunların varlık gerekçesi böyle bir değişimden yana olmak değil, var olanın içinde üzerine düşen vazifeleri yapmakla kaimdir. Çünkü hepsi bu sistemin birer aparatlarıdırlar.
O halde burada kitleleri avutacak bir özgürlük efsanesi ya da ideolojik ikna durumu önemli hale geliyor. Bunun nasıl yapıldığının anlaşılması için kendi ülkemizden bir örnek vermek gerekirse daha yirmi-otuz sene evvelinde sürdürülen özelleştirmelerle ilgili kampanyaları hatırlayabiliriz. Orada devlet ya da kamu ağırlıklı bir ekonomik sistem yerine özelleştirme ve serbest ticaret lehine çok büyük propagandalar yapıldı. Hantal devletten, politikacıların torpil deposundan, zarar eden KİT’lerden, teknoloji üretemediği için rekabet edemeyen iktisadi kuruluşlardan vs. söze başlayarak özelleştirme lehine verimli ve kârlı, teknolojik yenilikle rekabet edebilir ve istihdam fazlası yaratabilir özelleştirmeden bahsediliyordu. Gerçekte bir iki problem büyütülerek söylenen büyük yalanlardı onlar.
Belki de şimdi bu büyük yalanların neden uydurulduğunu anlayabiliyoruz. Zira netice itibariyle görüldü ki devletlerin ve toplumların sahip oldukları ne kadar yatırım ve birikim varsa stratejik sektörler dâhil onların bütünü özel sektöre “peşkeş” çekildi, sermayenin emrine sunuldu. Kârsız ve verimsiz olanlarsa devlete ve topluma yıkıldı. Kamunun malı olanların bedelleri halka dağıtılmadığı gibi, onların hizmetleri pahalı fiyatlardan halka satılmaya başlandı. Özelleştirme ile küçüleceği söylenen devlet daha da güçlendi, sivil özgürlüklerin genişleyeceği söylenen alanlar daha da daraldı. Şu halde gerçekte bu özgürlük denen şey insanların kapitalizme, sermaye grubuna topluca “müşteri” olmasından başka ne anlam ifade ediyor?
Burada özgürlüğün kendisiyle ilgili tarihsel gelişimi hatırlarsak, üç aşamalı bir biçimden geçtiği ve üç türde şekillendiği görülecektir: liberty, freedom from/form, emansipasyon. İlki, ulusal sınırların tespiti ve ulus toplum bütünlüğünün sağlanması aşamasında düşmana/işgalciye/diğer burjuva devletlerine karşı bağımsızlık savaşı vermek ve kazanmaktı. İkincisi, ilkinin devamı olarak kurulan bağımsız, egemen ulus devletlerin/iktidarların baskısından kurtulmak üzere, ulus devleti reddetmeden sivil iktidar alanlarının korunması, sivil toplum şeklindeki örgütlenmeydi. Son aşama olarak üçüncüsü, her türden formun, fromun karşısında, birey, özne varlık olmaktı. Bu formlar din, ahlak, aile, kamusal yarar, iktidar, savaş gibi bireyin üstünde hâkimiyet kurmak ve bireyi kendi çıkarına uygun şeklide yönlendirmek isteyen her şeydir.
Dikkat buyrulsun, bu özgürlük biçimi toplumların, toplum içinde örgütlenen her türden sosyal grupların (dini, mezhebi, fikri, etnik, dil grubu, coğrafya, kültür vs.) ve bireylerin tümünün cümbür cemaat kapitalizmin kölesi olmalarıyla neticeleniyor. Bütün bağlarından kopartılmış ve yalnızlaştırılmış özgür insan, artık tamı tamına kapitalizmin insafına terk edilmiş sıradan bir müşteriden veya tüketiciden başkası değildir. Müşterinin özgürlüğü ya da sivil iktidarı ise tüketme hazzına sahip olmaktır.
Bu aşamadan sonra özne varlığa dönüşen insan tipi, dünya sistemine itaat ettiği kadar kendine yeniden bir yol çizebilir, yeniden dini, fikri, mezhebi, etnik temelli sosyal gruplar oluşturabilir. Aralarından bazıları siyasi dava güdebilir. Lakin artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Eski haliyle ulus devlet, ulus toplum, ulusal sınırlar, ulusal egemenlik, ulusal vatan, ulus içinde özgür birey vs. dönemi kapanmıştır. Kimi ülkelerin sürecin şurasında veya burasında olması esasa müteallik değildir.
Bu işin başka bir yönü daha vardır: Mümkündür ki liberal özgürlüklerde, serbest ticarette, finans oyunlarında ve yüzde onluk sınıfın küresel dolaşımında gelinecek nihai yere gelinmiştir. Çünkü kapitalist üretim ve teknolojik verimlilik daha çok üretip daha ucuza mal etmeye, daha çok rekabete ve daha çok kâr etmeye ayarlı bir üretim tarzıdır. Fakat bu teknolojik üretimin sürdürülebilmesi için tüketeceği, kullanacağı kaynak bitmek üzere. Bugün artı bir adet bilgisayar, bir adet cep telefonu, bir araba veya uçak yapmak için milyonlarca doğal kaynağın, temiz havanın, içilebilir suyun, sulanabilir ve ekilebilir toprağın, doğal atmosferin, sağlıklı yaşanabilir insan ve canlı hayatının tüketilmesi, zehirlenmesi, kirletilmesi ve yok edilmesi gerekiyor. Buysa artık sürdürülebilir bir şey değildir, çünkü doğal kaynaklar alarm veriyor, çevre ve hayat yaşanamaz hale geliyor.
Modernizm post dönemine evrilse de görülüyor ki artık eskisi gibi kendini yeniden üretemiyor. Daha çok zarar vermekten kurtulamıyor. Kapitalizmin kendisi de doğası gereği kendinden kaynaklanan krizleri aşamıyor. Daha sık aralıklarla buhran üretiyor. Dünyayı yaşanmaz hale getirdiği halde kendisi de işin içinden çıkamıyor, bundan sonrası ise meçhul.
Konuya tekrar dönersek bugün gelinen haliyle eskide kalmış, itibarsızlaştırılmış ideolojiler, fikirler ve dini söylemler birer retorikten ibaret kılınmıştı. O halleriyle onların mevcut şartlara ve toplumsal vaziyetlere kıyasla başka ve yeni bir önerisi yoktur, kalmamıştır. Çünkü onların özleri değiştirilmişti. Bu sebeple değişik tandanslı dillendirilen adalet, eşitlik ve özgürlük talepleri içi boş, işlevsiz ve karşılıksız sloganlardan öteye geçemiyor.
Bu sebeple biz de diyoruz ki diğerleri değil ama bu şartlarda İslam tarihe, topluma, hayata yeniden dönüyor, dönecek. Ara dönem bitti. İnsanlık tarihinde kapitalizmin gelişmesiyle açılan kısa parantez kapanmak üzeredir. İslam’ın bu seferki dönüşü elbette kendine has, kendi muhtevasında ve şeklinde bir dönüş olacak. Olacak olan bu.
Biz, tarih ve siyaset başlığında bir değerlendirme yaparken bu mevcut dünya düzeninin, günlük hayatları dahi etkileyecek kudrete ulaşmış bu sistemin, bugünkü durumu temsil ettiğini, muhalifmiş gibi gözükenlerin de sistem içinde küçük farklılıklarla yer alarak bu sistemi yeniden ürettiklerini anlatmaya çabaladık. Tüm dünyada hangi siyasi görüşü ortaya sürerse sürsün, mevcudun içinde, mevcudu kabul ederek yola çıkan ama ufak farklılıklarla bu mevcudun içinde yer tutmaya çalışanlardan bahsederken Türkçülüğün de, İslamcı çağrışımlı İslamcılığın da bunun dışında olmadığını izah etmeye çalıştık ve nedenlerini de sıraladık.
Hüseyin Alan

Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir