İcat Edilen "Din"

İcat Edilen "Din"

Zihinsel ve fikri ürünlerde olduğu kadar maddi eşya türünde de bir şey icat etmek zordur, konuyla ilgili geçmişi iyi bilmek ister, üzerinde sabırla çalışmak, zaman, dikkat, gayret, deneme yanılma ve sonucu bir kaç kez doğrulama gibi uğraş ister. En çok da özgünlük ister. Taklitçilik, kopyacılık, aktarmacılık ve intihal yollarından bir şey çıkmaz, icatçıya bağımlılık olur.
İcat bir şeyi sıfırdan yaratmak veya üretmek değildir, eskiden var olan bir fikrin ya da aletin üzerine eklemek, onu daha da geliştirmektir. İnsanlığın fikri planda ilerlemesi ve gelişmesi maddi alanın da gelişmesini sağlayacağı için hayatın kalitesinin yükselip kolaylaşması icatlarla mümkün olur. Zihinsel olarak siyasi, hukuki, iktisadi, sınai, zirai, mimari gibi alanlarda gelişme olmazsa teknik ve teknolojik olarak günlük hayatta kullanılan alet edevat gibi maddi araçlarda da gelişme olmaz. İşin özü fikri icatçılığa dayalıdır.
Taklitçilik, kopyacılık ve intihal gibi kabızlığı ve taklidi anlamak için şu örneğe bir bakalım. Hayvanlar aleminde papağan gibi yaratılış özellikleri gereği konuşmaya yatkın hayvan cinsleri var, bu özellikleri keşfeden icatçı, evcilleştirdiği hayvanı hem besler, hem de ona öğrettikleri kelimelerle onun konuşabilmesini sağlar. Hayvan, kendisini besleyen sahibi ne öğrettiyse tekrarlar, öğretilenleri konuşabilir, başkasını değil.
Uzun bir zaman var ki bizim memlekette bir icat yapılmadı. Siyasi, iktisadi, askeri, mesleki, eğitim, estetik, mimari, spor gibi fikri alanlarda olmadığı gibi gündelik hayatta kullanılan telefon, uçak, otomobil, traktör, buzdolabı, elektrik süpürgesi, bilgisayar, silah gibi araçlarda da olmadı. Yapıldığı sanılanlar Batıda yapıldı, maddi olanlar patent ve lisans anlaşmasıyla fasonculuk ve tedarikçilikten, fikri olanlarsa Batı üniversitelerinde üretilen bilgilerin tercüme ve intihalinden öteye geçemedi. Hemen her alanda “papağanlık” yapıldığı söylense yeridir. Bunun en kötüsü İlahiyat alanında olanlardır.
Konuyu izah sadedinde her alanda icat yapılır mı, gerekli mi sorusunu cevaplamalıyız. Maddi olarak otomobilde, telefonda, gıda ürünlerinde, fiziki mimaride, giyimde vs icada gerek varken fikri sahayı ilgilendiren doğumda, ölümde, uykuda, hazda, öfkede, sevgide, cinsellikte icat olur mu? Ya dinde, değerde ve törede olmalı mı?
Şartların, çağın, kozmik alem anlayışının, kültürün, dilin imkanlarının değişmesi ve gelişmesiyle ideolojilerde, fikirlerde, düşünüş biçimlerinde icat olur, olmalıdır da. Zira burada başlayan gelişmeler maddi alanı da etkileyeceğinden hayatın kalitesini yükselten araç ve gereçlerde de icatçılık gerçekleşecektir. O halde icatçılığın kaderi öncelikle önceden var olan bir sabiteye, bir ilk değere bağlı zihni ve fikri bir seviyenin yükselmesine bağlıdır.
Bizi ilgilen tarafıyla asıl soru şudur, “din” de icat olur mu? İcat, değerleri ve sabiteyi değiştirirse bir haram helal olur mu? Namazın rekatları, vakti değişir mi? Oruç eksilebilir ya da ramazan ayı yerine kış aylarına sabitlenebilir mi? Şirk unsurları çağdaş yorumlarla tevhid inancını yenileyebilir mi? Sosyo siyasi ve iktisadi hayatta Allah’a yardımcı ve ortak kılınır mı? Tağuta itaat helalleşir mi?
Yahut maddi alanda tahtadan yapılmış yuvarlak tekerlekle hareket eden kağnı arabaları, onu çeken at veya öküzle başlayan ulaşım ve nakliye işi, konforu ve hızı artmış otomobil ve kamyona dönüşünce, geliştirilen bu icat, nakliye ve ulaşım işinde sağladığı kolaylık dışında amaç gibi sabite ve değer olarak neyi değiştirir? Kapitalist iktisadın teknolojik esaretini paranteze alarak ninelerimizin tel kafesli eşya dolabı buzdolabına dönüşünce ilişki biçimi olarak değişen ne olur?
Esasa dönecek olursak iddiamız o ki bizim memlekette fikri ve zihinsel planda yapılamayan icatlar maddi alanda geriliğimize ve tüketiciliğimize sebep olmaktadır. Fizik, tıp, astronomi, matematik, biyoloji, mühendislik, edebiyat, dil gibi alanlardaki “mütercimliğimiz” doğal olarak “ilahiyat” sahasına da yansıdı. Özal’lı yıllardan sonra en çok göze batan ve günümüzde zirve yapan icat türü din alanında yapıldı! Lakin din alanında yapılan icat bir asla bağlı olmadığı, kendi geçmişinden koptuğu, sabitesi de olmayan türdendi. Bu da ne demek şimdi?
Meramımızı doğru anlatabilmek için önce bir ayırım yapalım: Din deyince Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Taoizm gibi dinler ile İslam aynı kategoride bir din midir? Yazıya geçirilmiş kutsal kitapları, kitaplardaki metinlerde mündemiç kabul edilen ve okurun keşfine muhtaç vahy telakkisi itibarıyla bu dinler, İslam ile aynı cinsten midir?
İlk cevabımız şu ki İslam’ın korunmuş kitabına, vahyin bütünüyle kitaptaki metinler olduğu inancına göre diğer dinler bozulmuş, tahrif edilmiştir dolayısıyla Allah indinde geçerli değildir. Kaldıysa şayet diğer dinlerin kitaplarında var olan sahih öğretiler Kur’an’da tekrarlanmıştır dolayısıyla onlar iptal edilmiştir.
İkinci cevabımız, çağdaş dünyada varlık alemiyle ilgili olsun siyasi ve toplumsal planda değerler alanıyla ilgili olsun bütün “dinler”, modern anlayışa ve kültüre göre “hukuki” olarak eşittirler. Hiç bir din ya da ideoloji tek başına hakikati, doğru açıklamayı temsil iddiası taşıyamaz, diğerlerini yönetecek “siyasi” bir irade ortaya süremez. Sürmeye kalkanlar “eşitliği” ve uluslararası “barışı” bozacağı için “terörist” ilan edilir, dışlanır. Bu kural, tek “hak din” olan İslam’ın ilan ve temsil ettiği hakikate uymaz. Çünkü diğerleri sapkın, İslam tek hak olandır.
Mesele buraya gelmişken “din” den ne anladığımızın izahı gerekir. Belirtilmeli ki bunun izahı insana değil dinin kendisine ait bir husustur. Şu halde önce din nedir, sabite olarak dini olan nedir izah edilmeli, sınırları çizilmeli. Sonra da insana ait olan kısım olarak dinden olan nedir, olmayan nedir kısmı doğru anlaşılmalı.
Her Müslümanın ittifak, itiraf ve kabul edeceği ortak ilkeye göre din, Kur’an ve sünnettir. Genel olarak inanç unsurları, haram ve helaller ve ölçüsü, özü itibarıyla hukuki, ameli ve ahlaki emirler ve yasaklar Kur’an’da, inanç unsurlarının toplumsal hayata uygulanmasının örnekliği de sünnettedir. O halde esas olarak Hz. Muhammed’e gelen, onun açıkladığı ve öğrettiği din, İslam’dır. Çünkü beşer varlık içinde anlayışı, açıklaması ve uygulaması “onaylanmış” son insan Hz. Muhammed’dir.
Örfe, coğrafik farklılığa, toplumsal sürece, tarihsel mirasa ait, zihinsel çapta üretilenler içtihadi alana ait olanlardır. İçtihadi alana ait olanlar ayı zamanda dinden olanlardır. Dinden olanlarsa aynı zamanda icatların alanıdır. İçtihadi olanın dinden olmasının şartı, nassa dayanması, nasların işaretlerinin farklı yorumlamaya müsait olması, Müslüman toplumun akıl, nesil ve din emniyetinin sağlanması kaydıdır. Bu alanın “din” olmadığının ama dinden olduğunun bilinmesi önemlidir.
DİNDEN KASIT NEDİR
Önce bir kaç ayet: “Bu din/kitap Allah’dan size hak olarak gönderilmiş bir hidayet ve rahmettir”, “Dinde ihtilaf etmeyiniz, şayet ihtilaf edecek olursanız onu Allah’a döndürün”, “İhtilaflarınızı Allah ve resulüne götürün şayet ahirete inanıyorsanız”, “Dinde eksiltme yapmayınız.”
Demek ki kızılı beyazı, sarısı siyahı her renkten insan, Türkçe Arapça, İngilizce Urduca, Japonca Rusça dillerde konuşan her insan, karada denizde, Asya’da Avrupa’da, Afrika’da Amerika’da yaşayan her insan “Ben Müslüman oldum” dediğinde Allah’dan gelene teslim oluyor, hepsi bir ve aynı olan tek bir dinden bahsediyor. Bu sebeple aynı ortak anlayışı, aynı ortak uygulamayı sürdürüyor, aynı ortak şeylere karşı çıkıyor. Çünkü din tektir, Müslümanlar da o tek olan dindendirler.
O halde şu İslam bu İslam ifadesi küllü iftira, geleneksel İslam modern İslam ayırımı küllü zan, Kur’an İslam’ı hadis İslam’ı ifadesi küllü batıldır.
Örnekleyerek açıklamak gerekirse bu din nedir? Kesin inanca göre ortağı ve yardımcısı olmadığı için Uluhiyet ve Rububiyet Allah’a, Ubudiyet insana aittir. O Allah ki yaratan, rızıklandıran, şekillendiren, ölçüyü ve değeri bildiren, doğruyu ve yanlışı açıklayan, veren ve alan, dünya hayatını imtihan alanı kılan ve inişli çıkışlı yapan, ömrü belirleyen, öldürecek ve yeniden diriltecek olan, hesaba çekecek olan, cennetin ve cehennemin sahibi olandır. İnsanlardan ne istediğini elçileri ve kitapları aracılığıyla bildiren, akıbeti açıklayandır.
Allah’dan gelenleri doğrulamak, gelenlere göre kendisini değiştirmek, değişenlerle birlikte  diğerlerinden ayrışmaktır. Değer bazında ayrışmak mümin olmayı, fiziken ayrışmak Müslüman olmayı gerektirdiği için iman kardeşliği temelinde aile, cemaat, ümmet ve devlet olmaktır. Cemaat veya ümmet olarak hem kendi içlerinde ve hem de diğerleriyle kurulan iktisadi, siyasi, hukuki, mesleki, sanatsal, belde vs toplumsal bütün işlerini tevhidi değerlere göre yapmaktır. Her hal ve şartta haram ve helal ölçülerine titizlikle riayet etmektir. Bunları yaparak insanlar arasından ayrıştığı için inkar edenlere ve şirk koşanlara hakikatin şahitliğini göstermektir. Dolayısıyla hiç bir aşamada ve şartta kafire, müşrike, tağuta itaat etmemektir.
Namaz için abdest almak, toplu namaz kılmak, namazda tekrarlanan ayetleri namaz dışında geçen hayatta uygulamaktır. Ramazan ayında oruç tutmak, Zilhicce ayında hacca gitmek, kurban kesmek, infak edip zekat vererek yoksulu ve yetimi gözetmek, helal iş yapıp helal kazanmak, cinsel ilişkileri nikahlı yapmak, setr edilecek yerleri setretmek, şahitliği dürüst yapmak, Allah için cihad etmek, marufu emr münkeri nehyetmek, anne ve babaya iyi davranmaktır. Fesadın/haramların yayılmasını engellemektir. Haksız yere insan öldürmemek, yalan söylememek, iftira atmamak, kusurlu mal satmamak, hiç bir şartta aldatmamak, içki içmemek, kumar oynamamak, zina etmemektir.
Aile reisi, cemaat imamı, okul müdürü, mahalle muhtarı, işyeri patronu, daire müdürü, dernek ve parti başkanı, kışla komutanı, kaymakam, vali, devlet başkanı gibi her kademede bulunan emredicilerin şirke ve küfre yönelik emirlerine itaat etmemektir. Küfürle hükmeden makamlarda bulunmamaktır… Bunların cümlesi dindir. Herkes içindir. İman etmenin ve İslam olmanın şartlarındandır.
Şu halde ben Müslümanım diyen sarısı siyahı, kızılı beyazı her insan, cinsiyet, dil, coğrafya, örf ve tarih farklılığı olmaksızın aynı şeylere inanır, aynı uygulamaları yapar, aynı tepkileri verir. Çünkü Allah’dan gelenleri doğrulamak, dini Allah’a has kılmak, dinde eksiltme yapmamak ancak bu halde mümkündür… Bunlar bizim görüşümüz değil, dinin bizatihi ifadeleridir.
DİNDEN OLANLAR NEDİR
Müslümanların sosyal hayatta dine/nassa bağlı kalarak ürettiği ve uyguladığı farklı uygulamalar, ortaya koyduğu farklı tepkilerdir. Yeryüzündeki örfi, coğrafi, tarihsel ve toplumsal süreç farklılığı nedeniyle içtihat edilerek toplumsal işlerin yürütüldüğü, her türden meselelerin çözüldüğü serbest alandır. Burada tek tiplik olmaz, çünkü bu alan din değildir. Toplumsal hayatın ve sosyal gelişmelerin dine göre işlemesi, sorunların dine göre çözülmesi için “gerekenlerdir”, dolayısıyla “dinden olanlar” kategorisidir. Bu alanda ortak uygulamalar kadar farklılıklar olması doğaldır. Örneklemek gerekirse:
Namaz çağrısı olarak ezan okumak, namazda el ve ayakları değişik şekillerde bağlamak, erkek çocuklarını sünnet ettirmek, düğün merasimlerini ve cenazeleri Müslüman örfüne göre yapmak, komşularına iyi davranmak, hastaları, düşkünleri ve mezarları ziyaret etmek, adak adamak, Safa ve Merve’de say etmek, şeytan taşlamaktır.
Mahalli örfe göre saç sakal bırakmak, tıraş olmak, peçe, çarşaf, pardesü, uzun etek, üç etek, şalvar, burka giymektir. Çevreyi ve diğer canlıları korumak, haram olmayan hayvanların etlerini, bitkilerin ürünlerini, denizlerin ve ağaçların mahsullerini yemektir. Selamı yaymak, gündüzleri çalışıp geceleri dinlenmektir. Ulaşımı, mekanı, mola ve buluşma yerlerini, savaş araç ve gereçlerini Müslümanca yapmaktır. Harama götüren ve fesadı yayan kişi ve işlere engel olmaktır.
Varsa nine ve dede yoksa anne ve baba ile birlikte oturmak, gelini ve damadı buna göre seçmek, çocukların böylesi bir ailede yetişmesini sağlamak, fakirlik korkusuna düşmemektir.  İşini, eşini, dostunu inancına göre seçmektir. Ev, mahalle, sokak, çarşı pazar, şehir düzenlemesini buna göre yapmaktır. Şartlar böyle ne yapabiliriz gibi mazeretlere sığınarak harama meyletmemek, batılı ayakta tutmamak, aklı ve nesli bozmamaktır…
İCAT EDİLEN DİN NEDİR
Konunun anlaşılması iki şeyin bilinmesine bağlıdır. İlki bu memlekette çeşitli gerekçelerle “içtihadi alanın haddi aşıp dini alana hükmetmesi”, buna bağlı olarak ikincisi “kafirlerin hoşuna gitmeyecek” ayet ve hadislerin gizlenmesidir.
Bir memlekette tevhid kelimesi muhteva ve şekil olarak nassın muradı, sınırı ve işareti dışında farklı olarak yeniden tanımlanıyor, şirk inancı toplumsal hayattan çıkartılarak soyutlanıyor, din bildiren naslar ve şeriat bildiren hükümler çağdaş şartlara göre yeniden yorumlanıyor, peygamber görevini yapmış ve gitmiştir dolayısıyla Kur’an ve ben varım deniyorsa orada yeni bir din icat ediliyordur. Çünkü dinin esası olan tevhid, muhkemlerden din bildiren “işitip itaat etme” ve “onda sizin için güzel örneklik vardır” hükümleri iptal edilmiştir.
Çağdaş kültür ve rasyonel akıl referansıyla vahiy, kaynağı, kıraati ve lafzı, dili, getireni, ilk muhatabı, kitaplaştırılmış Mushaf’ı ve diğer tüm muhatapları bakımından din bildiren hükümleri tartışılıyor, muhteva olarak hükmetmeye yönelik kısımları tarihselleştiriliyor, ayetlerin kesin bildirimlerine ve işaretlerine rağmen kitap/din değiştiriliyor, hatip, hitap, muhatap gibi kelimelerle oynaşarak Allah, başka “Allahlardan” bir Allah’mış gibi değerlendiriliyorsa, İslam başka bir dine döndürülüyor, icat aslından kopuk başka bir icada dönüyordur.
Din hakkında bunca laf edilirken laiklik, kapitalist ekonomik sistem, ulus toplum yapısı, demokratik devlet tipi tartışılmıyor, Nemrut, Firavun, Roma senatosu, Kureyş Nedvesi çağdaş dile tercüme edilmiyor, tağuta itaat söz konusu edilmiyor ya da şirki ve küfrü mucip ifadeler ve tavurlar soyutlaştırılıyorsa, bu din, İbrahim(s), Musa(s), İsa(s), Muhammed(s)’dan hangisinin getirdiği ve öğrettiği dine benziyordur? Bu tür tartışmalar ve yaklaşım biçimleri neye tekabül ediyor, hangi gerçekleri örtüyor?
Kur’an’ ayetlerini sakız gibi çiğneyip tüketenlerin ve yeni icat adına dinin içini boşaltanların görüşlerini dayandırdıkları modernist “yenilik”çiliğin karşıtı geleneksel “gerilik” olmuştur. Hadislerle din öğrenilmez çünkü uydurmalarla doludur. İlmühaller geleneksel tortularla yüklüdür. Tefsirler İsrailiyat deposudur. Bilimsel bilgiyle izahı yapılamayan ayetler, mucizeler, kıssalar, gaybi haberler semboliktir.
İcatçıların toplumsal hayattan kopartarak soyut düzeyde anlamaya ve anlatmaya çalıştıkları ayetlerle yeni bir din tasavvuru inşa ettiklerini, çokça dillendirdikleri konulara bakarak da anlayabiliriz: Mezarlarda Kur’an okunmaz. Erkek çocukları sünnet ettirilmez. Saçlar ziynet olmadığı için örtülmez. Salat duadır, yürürken veya otururken zikredilerek yapılır, olmadı günde iki rekat kılınır. Namaz vakitleri, rekatları, sahur ve iftar zamanları hatalıydı şimdi doğrusu tayin edilmelidir. Kapitalist serbest Pazar ekonomisi İslami’dir. Faiz riba değil ticaretin bir versiyonudur. Cemaat üyesi olmak aklını kiraya vermektir.
Bu toplum dinini Kur’an’dan değil gelenekten öğrendi dolayısıyla müşriktir. Halifelik dinden değildir. Dört halife, ardından Emeviler, Abbasiler ve diğerleri dini siyasete alet ettiler. Peygamberin öğrettiği din ahlaktı. Barıştı. Kardeşlikti. Bir arada yaşamaktı. Din gönül işiydi, kişiseldi, maddi aleme karışmazdı. Mekke’li hemşerileri Muhammed’i “cahil” oldukları için anlamadılar, eziyet ettiler, yurdundan çıkarttılar. Mekke’liler günümüz okumuş ve aydınlanmış toplukları gibi olsalardı uzlaşırlar, peygamber de Yesrib’e gitmezdi.
İcatçıların ilginç ve ortak özellikleri de var: Amerika’ya, dünya sistemine, gündelik hayatı belirleyen küfrün hükümranlığına, müşriklerin yöneticiliğine dair sözleri yok. Bu din bunlara bir şey demiyor. Dolayısıyla fesat üreten laiklik, demokrasi, ulusçuluk, kapitalizm, eşitlik, özgürlük, insan hakları iyidir. Buna karşılık salihlik üreten mümin kişilik, cemaat/ ümmetçilik, hılafet, İslam iktidarı, şeri adalet gereksizdir. Vatikan, Hıristiyanlar, Protestanlar, Batılılar, kitap ehli dostlardır, Ortadoğu, Araplar, Acem hadisçi, ilmühalci, şii veya sunni gericilerdir.
Görüldüğü üzere icat edilen bu din, çağdaş dünyaya, modern yaşam tarzına, uluslararası topluma, küresel hukuka ve barışa uydurulmuştur. Bu dinin ilahlıkla, risaletle, haram-helalle, imtihan olmakla, ahiretle bağı kopmuştur. Ölçü ve değer olarak moderndir, referans çerçevesi olarak bilimsellik ve rasyonel akıldır.
SON SÖZ
Din, kitaptadır. Hz. Muhammed’in açıkladıkları ve uyguladıklarındadır. Tarihi miras olarak bize gelenlerin sahihleri dinden, diğerleri kendi anlayıp uyguladıklarındandır. İsabet ettilerse de hata ettilerse de kendilerinedir. Onların hesabı bizlerden sorulmayacak. Onlara kızarak kendilerini aldatanlar, onların yanlışlarını öne sürerek kendilerini yüceltenler bir muhasebe yapmalı, ne haldeler, kimlerle birlikteler? Dostları kim?
Bu gün sınanma alanına girenler bizleriz, neler söyleyip neler yaptıklarımızdan bizler sorulacağız. Din tektir. Peygamberin öğrettikleri ve gösterdikleri haktır. Dünya hayatı budur. Neyi verip neyi aldığımıza dikkat edelim. Kafire ve müşrike itaat başından beri haramdı. Tağutun cinsi ve rengi değişince, kurumlaşınca tağutluktan çıkmıyor. Allah’a itaat ettiğini söyleyenler Allah’a itaat etsinler ve bunu hallerine yansıtsınlar.
Hüseyin Alan
Bu Yazıyı Paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir